MediaCat

“Bilim ve sanatla iyileşeceğiz”

Prof. Dr. Üstün Dökmen, 11 ili etkileyen depremlerin ardından ülkenin haletiruhiyesine ve yarınlarımıza nasıl bakmamız gerektiğine dair sorularımızı yanıtlıyor.

“Bilim ve sanatla iyileşeceğiz”

11 ilimizi sarsan ve tüm Türkiye’yi derinden yaralayan depremlerin ardından yeni bir sorgulamanın eşiğindeyiz: Nasıl iyileşeceğiz? Prof. Dr. Üstün Dökmen, ülkenin haletiruhiyesine ve yarınlarımıza nasıl bakmamız gerektiğine dair sorularımızı yanıtlarken bir noktanın altını çiziyor: “Bilim ve sanat hem hayatta kalmamıza yardımcı olur hem de iyileştirir. Eğer pozitif bilime yeteri kadar değer verseydik, 11 ilde başımıza bu felaket gelmezdi.”

Kahramanmaraş depremlerinin ardından depremzedelere psikolojik destek sağlamak amacıyla pek çok kurum, kuruluş ve uzmanın harekete geçtiğini gördük. Bu çalışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Psikolojik destek çok önemli fakat yapılması gereken tek şey değil. Dün var, bugün var, yarın var. Varoluşçu felsefede ve varoluşçu psikolojide bu üç kavram önemli. Şunu söyleriz genelde: Dünden ders alacağız; gelecek için hedeflerimiz, planlarımız olacak, içinde bulunduğumuz anda yaşamdan keyif alarak varlığımızı sürdüreceğiz. Psikolojik destek önemli fakat dünden, yarından kopuk psikolojik destek yeterli değil. Ders alacağız, planlarımız olacak; psikolojik destek ondan sonra geliyor. Bu felaketi psikolojik destek sayesinde unutmak hiçbir işimize yaramaz. İkincisi, psikologların, psikiyatristlerin verecekleri terapi gerekli. Depremin üzerinden bir ay geçti; travma terapisi başlanabilir, başlanmıştır da.

Depremleri yaşayanların yanı sıra ekranlardan tanık olanların da travma yaşadıklarını gördük. 1999 depremlerinden kaynaklanan korkularımız da nüksetti. Farklı derecelerdeki bu travmalar bizi nasıl etkiliyor?

Psikoloji literatüründeki kavramlardan biri hayatta kalma suçluluğu. Savaşta yanındaki arkadaşı hayatını kaybeder, iki saniye sevinir, “Oh, ben yaşıyorum” der ama az sonra hayatta kalma suçluluğu başlar: O öldü, ben hayattayım. Deprem bölgesinde sağ kalanlar için de bu söz konusu. Hem onlar hem uzakta olan kişiler için bir hayatta kalma suçluluğu da var. Depremi izleyen günlerde birçok tanıdığım kaloriferini kapattı; onlar soğukta enkaz altındalar, ben sıcakta niye oturuyorum diye. Biz mesela, bir süre evimizde yemeği ısıtmadan yedik. Isıtmadık; onlar ısıtmıyor. Bu çok insani bir tavır ancak uzun sürmemesi gerekir. Çünkü hiç kimse hayatta kaldığı için suçlu değildir. Kolonları kesenler, onlara göz yumanlar, çürük binaya sağlam raporu veren mühendis, enkaza geç müdahale edenler suçludur.

Çocukların ve gençlerin rehabilitasyonu için nasıl adımlar atılmalı?

Deprem stresi, travması ile baş etmek çocuklarda iki şekilde mümkün. Öncelikle 3-5 gün sonra resim yapmaya başlarlar, deprem resmi. Sonra da depremle ilgili oyunlar oynarlar. Resim ve oyun çocukların deprem stresiyle başa çıkmakta olduklarını gösterir.

Mart ayında Ankara’da büyük bir sergi düzenlendi: ArtAnkara. Sloganı “Bilim ve sanat iyileştirir”. Bilim ve sanat hem hayatta kalmamıza yardımcı olur hem de iyileştirir. Eğer pozitif bilime yeteri kadar değer verseydik, 11 ilde başımıza bu felaket gelmezdi. Bilim insanlarının sözlerini kimse -yöneticiler de vatandaşlar da belediyeler de- ciddiye almadı.

Naci Görür Hoca “Pazarcık merkezli deprem olacak” dedi; derdini anlatamadı. İbn-i Sina demiş ki, “İlim ve sanat iltifat görmediği ülkeyi terk eder.” İlimden kasıt pozitif bilim. Bir tane belediye bilime önem vermiş ve dürüst davranmış. Hatay’da Erzin Belediye Başkanı bilimin gereklerini yerine getirmiş ve neticede Erzin’in başına felaket gelmedi.

Bizler de bilimden ve sanattan yararlanarak iyileşeceğiz. Çocuklar resim yapacak, oyunlar oynayacak; oyun -aynı zamanda spontane tiyatroçocuklarımızı iyileştirecek. Bizler de umarım iyileşiriz ama lütfen unutmayalım. Marmara depremini unuttuk. Herkesin deprem çantası vardı. Sonra unuttuk. Bir şişe su, el feneri… Unuttuk, bıraktık, gittik. Akılcı tedbirler almamız gerekiyor.

Bir süre önce, bir atanmış rektörümüz “Ben vatandaşın cahil olanını severim” dedi. Buyur sana vatandaşın cahili: Pandemi oldu, okullar kapandı. Dünyada okulları en uzun kapatan ikinci ülke olduk. Deprem oldu, yine kapattık üniversiteleri. Bir nesil ziyan oldu. Bu akılla, bu kafayla gidersek gençler için hiçbir şey yapamayız. Niye? Yurtlara depremzedeler yerleştirildi. Kaç yurda depremzede aile yerleşti? Ege’de, Akdeniz’de kıyamet gibi tatil köyü var. Pek çok imkân var. Yani tek yer okulların yurtları mı? Kahramanmaraş’ta deprem oldu; Edirne’deki üniversite niye kapatılıyor?

Bir deprem ülkesinde yaşadığımız bilincini kültürümüze nasıl yerleştirebiliriz? Bu bilinç bizim deprem öncesi, sırası ve sonrasında davranışlarımızı nasıl etkiler?

Milletçe şunu gördük ki yer güvenli değil. Aşağısı, toprak güvenli değil. Her an sallanabiliyor. Deprem bölgesindeyiz. İkincisi, yukarısı da güvenli değil. Yukarıda da devlet baba var. Devlet baba geç müdahale etti. Televizyonlara çıktılar, hayretler içinde kaldık. 48 saat hiçbir kurtarma ekibi gelmedi dediler. Enkazdan çıktı; 40 saat, 30 saat yiyecek, içecek su bulamadı. Müdahale geç yapıldı. Devletin başı ne dedi? Özür diledi. Devlet özür diledi, helallik istedi; yardım geç yapıldığı için. 1999 depreminden az sonra, o zamanki başbakan Bülent Ecevit özür diledi; yardımımız geç oldu dedi.

Gazetede okudum; Van Vali Yardımcısı, 90’lı yıllarda vatandaşın vilayete geldiğini “Devlet baba benim paraya ihtiyacım var, bana para ver” dediğini anlatıyor. Devlet cebinden verebilecek zannediyor çünkü. Vali Yardımcısı “Cebinizden veriniz para” diyor, o günün parası 5 lira 10 lira. Gazeteci soruyor, “İyi ama herkes ister, istismar edilir”. Vali Yardımcısı, “Yok” diyor “istismar etmiyorlar, gereğinden fazla da istemiyorlar; ihtiyacı olan istiyor, biz de veriyoruz”. Şu cümlesinin altını çizmek isterim: “Vatandaşın devlete olan güvenini sarsmamak için cebimizden veriyoruz.”

Vatandaş toprağa güvenemiyor ama devletine, birbirine güvenmek istiyor. Vatandaşın devlete güvenmesi çok önemli. Özür dilemek iyi bir şey ancak anne ve baba özür dilemeyecek. Düşünün, çocuk hasta, doktora iki gün geç götürdünüz ve “Özür dilerim evladım” diyorsunuz. Olmaz, hemen götüreceksiniz. Altını çiziyorum; anne, baba, devlet özür dilenecek durumu yaratmamalıdır.

Bölgenin tekrar kalkındırılması ile ilgili olarak üç ana başlığı konuşuyoruz: fiziksel kalkındırma, kültürel mirasın korunması ve depremzedelerin rehabilitasyonu. Rehabilitasyon konusunda iş dünyası nasıl adımlar atabilir, uzun süreli yatırımlar neler olmalı?

Depremlerden sonra birkaç defa bölgeye gittim; Kahramanmaraş’a, Hatay’a, Osmaniye’ye, İskenderun’a. Ankara’dan gidişte inanılmaz TIR’lar vardı. TIR’lar aktı. Konteynırlar gidiyordu. Bir kısmını vatandaş, bir kısmını şirketler gönderdi. Dünyanın dört bir yanındaki Türkler, cansiparane çalıştılar. Göz yaşartıcı bir durum.

İş dünyamız hakikaten çok güzel yardım etti. Maddi yardımlar sürüyor, sürecek. Kültürel etkinlikler de yapılabilir. Çocuklar için oyun parkları kurulabilir. İş dünyası uzmanlara, psikologlara, öğretmenlere, okul öncesi öğretmenlerine soracak; oradaki insanlar, çocuklar için gerekli şeyler yapacak.

Şundan çok korkarım: Son yıllarda ülkemizde uyuşturucu kullanımı ciddi ölçüde arttı ve bu felaketten sonra gerek o yöredekilerin gerek oradan Türkiye’nin dört bir yanına dağılanların kendilerini kötü hissetmeleri, tedavi olmamaktan ötürü zor durumda kalıp uyuşturucuya yönelme tehlikeleri var. Gençleri ve herkesi bu tehlikeden korumak gerekiyor. Voleybol, basketbol sahası, halı saha, bunları iş dünyamız yapabilir. Bunlar büyük ihtimalle işe yarayacaktır.

İlgili İçerikler

Parolanı mı unuttun?

Kullanıcı adını ya da e-posta adresini gir. Sana bir e-posta göndereceğiz. Oradaki bağlantıya tıklayarak parolanı sıfırlayabilirsin.

Your password reset link appears to be invalid or expired.

Giriş

Gizlilik Politikası

Add to Collection

No Collections

Here you'll find all collections you've created before.