MediaCat

“İç özgürlüğüm dış dünyadan bağımsız olamaz”

Dilan Bozyel’in bu ay Usta İşi’nde ağırladığı isim Ressam ve Görsel Sanatçı Ahmet Güneştekin.

“İç özgürlüğüm dış dünyadan bağımsız olamaz”

Usta İşi’nde bu ay konuğumuz, köklerinin izini özenle yansıttığı eserlerinden oluşan sergileriyle tüm dünyaya ulaşan Ressam ve Görsel Sanatçı Ahmet Güneştekin. “Üretim disiplinine ve sanata bakış açısına dair sorularımı samimiyetle ve özenle cevaplayan usta sanatçının, sanata ve hayata bakış açısını detaylı şekilde öğrendikçe, eserlerini daha heyecanlı bir gözle incelemeye başladığımı itiraf etmeliyim” diyor Dilan Bozyel.

Batman’da büyüdünüz, gözünüzün ilk gördüğü renkler o toprakların renkleriydi. Sanat dışavurumunuzda orada doğmanın ve büyümüş olmanın etkisini ne kadar hissediyorsunuz?

“Ev bizim dünyadaki köşemizdir… ilk evrenimizdir. Evimiz bir kozmostur. Kelimenin tam anlamıyla bir kozmostur” diyor Gaston Bachelard. Batman da benim dünyadaki köşem, ilk evrenim. Beni koruyan ve huzur içinde düş kurmamı sağlayan evim. Bu erken çocukluk döneminde dengbêjlerin performanslarında öykülendirme ve seslendirme teknikleri kullanarak yarattıkları sonik atmosferi deneyimledim. Ses ve sözlerin ritimli doğasını ortaya çıkaran anlatı biçimlerinden etkilendim. Beyoğlu’ndaki ilk atölyemde, biçim, materyal ve yüzeyle ilişki kurma yollarını araştırarak farklı üretim teknikleri denemeye başladım. Yaklaşık on yıllık bir sürece yayılan saha araştırmalarımda keşfettiklerimi işlerimde yorumlamak üslubumun oluşmasında belirleyici olmuştur. Batman, olağanüstü hikâyeleri ve masalları dinlediğim ve düş kurmaya başladığım ilk evrenim olarak yaşam deneyimlerimi şekillendirmeye devam edecek.

Sanatın sizin için bir iletişim dili olduğunu anlıyorum. Hayatınıza sanat hiç girmemiş olsaydı, kendinizi eksik hisseder miydiniz?

Çocukluğumun ilk dönemlerinden başlayarak dengbêjlerin anlattığı hikâyelerin ve söylediği şarkıların yarattığı ses dünyasının içinde büyüdüm. Ses ve sözlerin sürekli tekrarıyla icra edildiği bu sözlü aktarımlardan etkilenerek, genç yaşta mitolojik öğelerle tanışıp resim yapmaya başladım. Çizerek düşünmeyi öğrendim, zaman içinde başka medyaları kullanmaya başladım. Mitolojik unsurları güncel öğe ve yapılarla birleştirmeyi denedim. Saha araştırmalarında çocukluğumun masallarının ve seslerinin izini sürmek ve onları işlerimde yorumlamak üslubumun oluşmasında belirleyici oldu.

Çoğu zaman içine doğduğumuz dünyanın kültürel doğası, yaşamlarımız üzerinde belirleyici oluyor. Benim için de öyleydi. Resim yapmak çocukluk yıllarımdan itibaren beni özgürleştiren bir oyundu. Zaman içinde kendi varlığımı üzerine kurduğum bir şeye dönüştü. Ama hayatın içinde bununla ne yapacaktım, işte onu bulmalıydım. Sanatın okuluna gitmek zorunda değilsiniz ama entelektüel altyapının tutkular kadar önemli olduğunu düşünüyorum. Bunu bir yerden mutlaka almalısınız.

Sanat hayatınızın ilk dönemlerinde mi daha özgür hissediyordunuz kendinizi yoksa şu an mı?

Sanatçı olarak ya da birey olarak iç özgürlüğüm dış dünyadan bağımsız olamaz. İçine doğduğum dünyanın kültürel kodları ve dış mekânla kurduğum ilişki biçimi bakımından özgürlüğüne düşkün bir çocuk olarak büyüdüm. Şimdi de kendi başına oynamayı seviyorum. Atölye benim oyun alanım. Burada bir farklılık yok ama özgürlüğü, sanatçıların sadece medya, yöntem, biçim ve içeriklerini bir zorlama olmaksızın seçme hakkı olarak düşünmüyorum. Özgürlüğün önkoşulunun her bireye açık olan sınırsız bir seçenek yelpazesiyle sonuçlanacak engellerin kaldırılması olduğu yanılgısına da düşmüyorum. Çünkü sanatçının varlığı ancak fiziksel ve sosyal bir etkileşim bağlamında mümkün.

Bizimki gibi toplumlarda sanatçı her zaman siyasi görüşüyle anılır ya da siyasi duruşu olması beklenir. Bu konu hakkında düşüncelerinizi merak ediyorum.

Bana göre sanat politikayla ilgili estetik bir yorum değil asla, daha çok politik olanın estetik biçimde ifadesi olabilir. Sanatçının yaptığı bir müdahaledir esasında. Gündelik yaşamın dokusunda bir kopma yaratmak, yaşam deneyiminde kesinti oluşturmak, baskın ideolojiden uzaklaşmak, iktidarın gücüne karşı bireyin tekil ve maddi bedenselliğini, gerçekliğini vurgulamak olabilir müdahale tanımı. İktidar kavramını burada dar anlamıyla yani devlet aygıtının uygulamaları olarak değil daha geniş anlamıyla; bireylerin, öznelerin iktidar ve güç ilişkilerini gündelik yaşamlarında ürettikleri mekanizmalar olarak kullandığımı hatırlatmalıyım. Özneler olarak her karar verişimiz, her düşünüşümüz bir amaca yönelik. Sanat dünyada bir yol açar ve sanatçı çalışmasıyla ne olduğunu ve ne olabileceğine dair bir eleştiri üretir. Tüm sanatsal pratikler, kendisi için siyasi bir dil ifade etsin ya da etmesin, bir siyaset doğurur. Dolayısıyla sanat bir dünya yaratıyorsa, bunu sadece kendisi için değil başkaları için de yapar. Örneğin, izleyici katılımıyla ilgili sorular bugün artan bir şekilde sanatsal çabanın hayati boyutlarından birine dönüştü, aynı zamanda estetik ya da başka türlü genişletilmiş bir siyaset duygusu haline de geldi.

Eserlerinizden hangisinin fikrinin ortaya çıkışı ve yaratım süreci en zordu?

Düşüncenin gelişiminden üretim aşamasına kadar Ölümsüzlük Odası uzun bir zamana yayılan işlerimden biriydi. Göbekli Tepe’de ilk buluntulara ulaşıldığı 2004 yılında düşüncelerim şekillenmeye başlamıştı. 2018 yılında Haliç’teki Tersane İstanbul’da çalışmaya başladım. Enstalasyon önce atölye çalışmasının yapıldığı yerde izlendi, sonra da Contemporary Istanbul’un 13. edisyonunda ilk kez geniş bir izleyici kitlesiyle buluştu. Şu anda Bakü’de sergileniyor. Göbekli Tepe muhtemelen dünyanın en eski tapınak kompleksi, Mısır piramitlerinden bile eski. Merkezde bulunan soyutlaştırılmış tanrılar oldukları tahmin edilen “t” şeklindeki sütunların önünde koruma görevi gören uzun dairesel duvarlardan oluşuyor. Bu megalitik yapının bir güneş tapınağı olduğunu, bu sütunların her birinin morfolojisinden dolayı bir insanı temsil ettiğini ve tapınma eyleminin bu temsiller etrafında gerçekleştiğini düşünüyorum. Ölümsüzlük Odası’nı düşünce olarak şekillendirmeye bu formlardan başladım.

Enstalasyon metalden kafatası ve boynuzlardan oluşuyor. Parçaları tamamen el işçiliğiyle yapıldı. Parçalanabilir bir yapısı var ama sökülmesi bile sadece iki gün sürüyor. 13 ayda, 6 döküm atölyesinde, 22 bin parça boynuz ve kurukafa dökümü yapıldı ve 35 ton alüminyum kullanıldı. Enstalasyonun 11 bin kurukafa ve binlerce boynuz üzerinde tasarladığımız senaryosunda, orta bölümde kendisi de kafataslarından oluşan dev bir kurukafa yer alıyor. Kurukafadan dışarıya bir yılan gibi uzanan dil de yine kafataslarından oluşuyor. Merkez bölümün çerçevesini oluşturan büyük çember segmentleri de ızgara biçiminde düzenlenmiş kuru kafalarla donatılmış. Duvarların arka yüzü üst üste gökkuşağı renkleriyle bölünüyor.

Bir eseri yaratırken, hayalinizde canlandırdığınızın birebir aynısı ya da çok benzeri olabilmesi için maddi ve zaman yeterlilikleri konusunda ne kadar oran var?

Çalıştığım işlerin finansmanını çoğunlukla yine eserlerimin satışından sağlıyorum. Risk olarak tanımlamayı tercih etmem bunu ama zorlukları olduğunu da kabul etmeliyim. Ürettiğim işlerin bazıları yüksek maliyetli işler oluyor, bu nedenle zaman zaman kurumsal sponsor desteği alıyorum. Ölümsüzlük Odası bunlardan biriydi. Bu konunun başka bir yönü de var. Büyük ölçekli geçici sergiler, müzeler, bienaller, Documenta, Manifesta, özünde zaten sanat alıcıları için değildir. Sanat alıcılarına hizmet etmesi amaçlanan büyük sanat fuarları bile artık giderek artan bir şekilde halka açık etkinliklere dönüşüyor, sanat satın almakla daha az ilgilenen insanları çekiyor. Sergiler alınıp satılamadığı için de sanat ve para ilişkisi başka bir biçim alıyor. Sanat piyasasının ötesinde bir işlev -buradaki ister kamusal olsun ister özel finansal güvenceler- gerekli.

Dünyanın farklı yerinde birçok başarılı sergi gerçekleştirdiniz ve farklı profilde insanlarla sanatınızı buluşturdunuz, mesela yakın zamanda Diyarbakır’da açılacak olan serginize hazırlanıyorsunuz. Serginizin lokasyonuna göre bir algoritması var mı eserlerinizin? Mesela x şehrinde, y çalışmalarınızın daha uygun olacağına dair bir belirlemede bulunuyor musunuz?

Burada hafızanın beni tetiklediğini söylemeliyim. Diğer sergilerimde olduğu gibi Diyarbakır’da açılacak sergide de beni bugüne kadar meşgul etmiş kavramlarla ve inşa ettiğim formlarla çalıştığım işler yer alacak. Burada bir süreklilikten söz edebilirim ama diğer taraftan diğer bütün sergilerimde olduğu gibi kendi tekilliğini de öne çıkaracak. Özellikle video enstalasyonlarım sergilenecek. Videonun fenomenolojisinin güncel hafıza politikalarıyla nasıl kesiştiğini araştırdığım, bu ifade aracının resmî tarih anlatılarına nasıl karşı-imgeler oluşturabileceğini gösterdiğim işler yer alacak. İşlerin kentin yakın geçmişiyle bağlantısı buradan çözülebilir elbette. Video benim için resmî tarih yazımlarıyla yarışan ve onlara müdahale eden bir kültürel hafıza alanı oluşturuyor.

Suriçi’nde yakın dönemde yaşanan çatışmalar ve ardından gelen yıkım ve dönüşümlerle hafızası saldırıya uğramış bir kent burası. Şimdi mekân üzerinden toplumsal belleğin yeniden inşasına tanık oluyoruz. Ama kent gibi hafızanın kendisinin de bir mücadele alanı olduğunu unutmamalıyız. Serginin tekilliği burada ortaya çıkıyor. Bellek kazılacak imgelerin deposu olmaktan çok şekilsiz, sürekli değişen bir görüntü alanı.

Ritüellerinizi merak ediyorum, sabahları çok erken güne başladığınızı duydum mesela. Çalışırken müzik dinler misiniz; kahveniz, çayınız ya da başka alışkanlıklarınız var mı? Bir de en çok yalnız çalışmayı mı seversiniz, merak ediyorum.

Erken kalkmayı, büyük bir kahvaltı yapmayı ve öğle yemeği vakti gelene kadar kesintisiz çalışmayı seviyorum. Günlük yaratıcı bir ritim geliştirmem için düzenli çalışma saatlerine uymaya çalışıyorum. Bazen sadece sabahları iki veya üç saat çalışmam yeterli olabiliyor, ama yine de bu gerçek içgörü anlarını sürdürmek için son derece disiplinli olmalıyım. Yaşam tarzı ve çalışmak benim için örtüşen şeyler. Çalışırken asla sıkılmıyor ve yorulmuyorum. Bir işin önünde 3-4 saat durduktan sonra bile en ufak bir yorgunluk hissetmiyorum. Bazen uzun çalışma araları veririm, günler geçer ve sonunda kurgunun artık bitmesi gereken bir an gelir, o zaman işi çalışmaya başlarım. Öncesinde neredeyse bunun hakkında konuşmak da istemem, çünkü bu konuda fazla bilinçli olmak istemiyorum, bu küçük krizleri kendimi zorlamak için bir tür gizli strateji olarak yaratıyor da olabilirim. Çünkü aklınıza bir fikir gelmesini beklemek tehlikelidir. Fikri siz bulmalısınız.

Çalışırken dışardan gelen uyaranlara kendimi kapatabiliyorum. Çalışırken müzik dinlemek belirlediğim bir ritimde çalışmamı sağlıyor. Atölye dışındaki zamanlarımda sürdürmem gereken işlerim oluyor, o nedenle anti-sosyal olmak ve girişkenlik arasında gidip gelmem gerekiyor çoğu zaman. Hayatı devam ettirmek için yapılması gerektiğini düşündüğüm diğer şeyler için biraz acele ediyorum galiba. Uzun bir koşu yapmak, kızlarımla bir gün geçirmek, dostlarımla yemek sofrasında bir araya gelmek, kediyi veterinere götürmek, çiçeklerin bakımını yapmak… Bunlardan zevk alıyorum ama yine de belli bir miktar aceleci hissediyorum, böylece atölyede çalışmaya başlayacağım ana tekrar ulaşmak istiyorum, çünkü burası en yüksek nokta benim için. Bir bakıma, hayatınızı oluşturan diğer tüm şeylerin tüm nedenlerinin üzerinden geçen bir örüntü gibi.

Maddi açıdan iyi kazanan bir sanatçı, iyi bir ticari zekâya mı sahiptir yoksa ortalamanın üstünde bir yeteneğe sahip olduğu için mi sanatıyla kazanç sağlayabilmektedir?

Sanatın tuhaf bir ekonomisi var. Piyasanın rasyonel olduğunu düşünme eğiliminde olsak da bu öncülün sıkça sarsıldığına tanık olabiliyoruz. Art Basel Mimai’de bir Warhol portresine renklerinin şahane olduğunu düşündüğü için ve de tam da yeni yıl gelmişken 17,5 milyon dolar veren koleksiyoner çifti düşünün. O sırada Batı Afrika Ebola salgını yaşanıyor ve bu miktarda bir yardımın sağlayacağı tıbbi malzemeleri hayal edin. O yüzden bu soruyu yanıtlamak çok kolay olmayabilir. Birbiriyle ilişkili çok fazla değişken var ama kanıtlanmış ve doğrulanmış bir formül yok. İşlerinizin sanat piyasasında verili bir andaki değeri çok da yakın gelecekteki karşılığının güvencesi olamayabilir. Pazarlama stratejileriniz boşa çıkabilir. Diğer taraftan yeteneğin, yaratıcılığın ya da olanağın sınırsızlığı size istediğiniz tanınmayı sağlamayabilir.

Geldiğim noktadan dönüp baktığımda uyguladığım bir formül olduğunu söyleyemem. Yaptığım içtenlikle ve özgürce kendi düşüncelerimi ve kaynaklarımı kullanmaktı. İşlerimin etrafında böylece bir dil oluşabildi. Beni harekete geçiren henüz söylenmemiş bir söz ya da söylenmiş ama bunu daha farklı bir şekilde dünyaya yerleştirme arzusuydu.

Sanat ve reklam dünyasının ilişkisini nasıl yorumluyorsunuz?

Warhol’un Brillo Kutuları sadece form ve içerikle ilgili estetik iddiaların altını oymakla kalmamıştı; sanatın, sanatçının çalışmaları, iddiaları veya niyetleriyle değil, sanat dünyası tarafından nasıl alındığı, teşvik edildiği ve ne bağlamda tanımlandığıyla ortaya çıktığını da söylüyordu. Bu da bize sanat eseri ve reklam arasındaki ilişkinin doğasını gösteriyor. Reklam, insanların çoğunluğunun kolayca işbirliği yaptığı bir sistemin ürünü. Öte yandan sanat, genellikle sistemin dışında ve hatta üzerinde durabilir ve ona karşı eleştirel bir duruş sergileyebilir. Yine de sanat, reklamcılık kadar sistemin ekonomisine de dahil edilmiştir. Dahası, sanat genellikle çok daha ayrıcalıklı ve elitist ve reklamdan çok daha az demokratik ve erişilebilir olabiliyor. Bu nedenle, sistemin siyaseti ve sanat ya da reklamcılıkla ilgili kişisel duygularım ne olursa olsun, birini diğerinin üstüne koyma konusunda isteksizim.

Estetik anlamda duygular, hayal gücü ve akıl için bir tür oyun alanı olarak ele alınırsa, reklamın estetik olarak işlediği söylenebilir. Bu bağlamda sanatın statüsüne yaklaşır. Diğer taraftan sanat ve reklamcılık arasındaki farklar, her bir temsil alanının kendine özgü özelliklerinden çok daha fazlasıdır; bunlar daha çok bir sınıflandırma meselesi. Sanat ve reklamcılık arasındaki ilişki artık her zamankinden daha karmaşık görünüyor. Bununla birlikte, bu karmaşıklığı haritalandırırken, reklam ve sanatın hiçbir şekilde tek ve aynı şey olduğu izlenimini yaratmak veya temel farklılıkları gözden kaçırmamak gerek. Bu iki uygulama alanı arasında temel farklar var ama bu son derece esnek bir ilişki.

Son sorum, eserlerinizin boyutlarına hangi aşamada karar verdiğinizle ilgili.

Kurguladığım içeriğin çalışırken yüzey üzerinde gelişen iç sınırları belirleyici oluyor. Bir bilinçaltı eylemi daha çok. Düşüncenin gelişimiyle uygulaması arasında tümüyle keskin bir ayrım gözetmiyorum, birbirini etkilemelerini istiyorum. Ama daha çok içeriğin beni yönlendirmesine izin veriyorum. Örneğin büyük boyutlu işleri çalışmaya başlamam enstalasyon düşüncesine bakışımla ilgili. Enstalasyon benim için konumlandırılması zor olan bazı düşünceleri formüle edilebildiğim bir alan oluşturuyor, aynı zamanda etrafında bir topluluk oluşturuyor.

Hafıza Odası sergisinde yer alan işlerim özellikle video ve enstalasyonlarımın izleyici üzerinde yarattığı etkinin önceki sergilerimden daha farklı olduğunu gözlemiştim. Bu işler benim için bir bellek taşıyıcısıydı. Bazı nesneler yaşananları unutmamamız için inatçı hatırlatıcılar olarak karşımıza çıkabiliyor, burada olduğu gibi. Çağrıştıran nesneleri kullanma biçimim, malzemeleri düzenleme ve üretme pratiğim belleğin doğasına nasıl baktığımla yakından ilişkili. Burada kişisel olanı toplumsal olanla örmek gerekiyordu. Bu işler bu sayede sergilendiği mekândaki konumlanışıyla, tarihin anlatılarını altüst ederek karşı-bellek işlevi görebiliyorlar.

İlgili İçerikler

Parolanı mı unuttun?

Kullanıcı adını ya da e-posta adresini gir. Sana bir e-posta göndereceğiz. Oradaki bağlantıya tıklayarak parolanı sıfırlayabilirsin.

Your password reset link appears to be invalid or expired.

Giriş

Gizlilik Politikası

Add to Collection

No Collections

Here you'll find all collections you've created before.