MediaCat

“Hayal gücü paradan daha değerlidir”

Usta İşi’nde Dilan Bozyel’in konuğu Karikatürist, Ressam ve Heykeltıraş Bahadır Baruter.

“Hayal gücü paradan daha değerlidir”

Usta İşi söyleşi serimizi hazırlamaya başlayalı bir yılı devirmişiz. İtiraf edeceğim; her yeni söyleşiyi sizlerle paylaşmak için daha çok heyecanlanıyorum! Farklı sanat disiplinlerinden, farklı usta sanatçılarla bu dökümanı hazırlıyor olmanın keyfi ve bana öğretisi adeta bir üniversite niteliğinde.

Usta sanatçılar ile gerçekleştirdiğim söyleşilerin zamanlaması konusunda herhangi bir strateji belirlemiyorum; tıpkı bu ay olduğu gibi. Doğru zamanda, doğru usta sanatçılarla yollarımızın kesişeceğine inanıyorum çünkü. Sanatçı Bahadır Baruter ile geçtiğimiz haftalarda İstanbul Modern Dans Topluluğu’ndan tanıdığımız sevgili arkadaşım Can Tunalı aracılığıyla Gümüşlük’te tanışınca, cesaretimi toplayıp Usta İşi konuğum olmasını teklif ettim. Hayata bakış açısına şahit olacağımız bu söyleşiyi sizlerle heyecanla paylaşmak isterim…

Şu an hayatta olmayan kimi ya da neyi en çok özlüyorsunuz?

Bir zamanlar yüzü aydınlığa dönük olan ülkemi.

Bir eleştiri biçimi olan ironiyi mizahla ustalıkla harmanlıyorsunuz, peki ama ironi anlaşılırlık oranını azaltıyor mu sizce? Dolayısıyla; anlaşılmak, takdir görmek gibi kavramlar hayatınızın ne kadarını kaplıyor?

Bir yanım takdir görmeyi çok önemserken diğer yanım bunu küçümsüyor. Ne kolayca anlaşılabilir bir açık seçikliğe ne de büsbütün anlaşılmaz bir kapalılığa değer veriyorum. Sanatımı bu tezatın gerilimi altında sürdürüyorum. İroniye gelince; tam tanımlayamasa ya da birbirine itiraf edemese de çoğu insan yaşam denen muammanın içinde, adeta sisler arasından belli belirsiz algılayabildiği hakikati hayal meyal kavramaya çalışarak sürünen şuursuz uyurgezerler gibi ilerliyor. Ve bu dehşet verici garabete tutunabilmek için ironi, harika bir medyum. Çünkü ironi, şaşkınlığın iyi bir kamuflajıdır. Aklınızın tam da ermediği şeyler karşısında duyduğunuz güvensizliği yatıştırarak bir tür kayıtsızlık ve üstünlük sağlar. İroni algıyı hem uzağa hem de yükseğe çeken eşsiz bir güçtür. Ben ironi sayesinde dünyada acı ve hayal gücü dışındaki her şeyin uyduruk ve değersiz olduğu hissine sık sık kapılan inançsız birisi olabiliyorum.

Eserlerinizdeki çocukların mutsuz ve ürkek bakışlarını görüyorum, bunun nedenini sormak gibi bir hadsizlik etmeyeceğim ama çocukluğunuzu sorsam, aklınıza ilk hangi hatıranız gelir? Paylaşmak isterseniz çok sevinirim.

Çocukken uçabiliyordum ben. Akıldışı ama gerçek. Çocukluk anılarımda kendimi sık sık uçarken hatırlıyorum. Ayrıca çok mutlu bir çocuktum. Sorunsuz bir ailem vardı. Ama ‘aile’yi son derece sorunlu buluyorum. Bu sorunlu aile kavramı da her sorunlu olgu gibi bana esinler veriyor. Esinlerini yaşanmışlığa değil gözleme dayandıran sanatı makbul bulurum. Çünkü sanatçıdan yaşayan olmasından ziyade gören ve gösteren olabilmesini beklerim. Mutsuz bir çocukluk yaşamadan da çocuk mutsuzluğunu gösterebilir bir sanatçı. Ben örneğin Senin Ailen Bir Yalan Yavrum başlıklı sergime ne altı ay boyunca sorunlu ailelerle yaşayarak ne de kendi ailevi geçmişime inerek hazırlandım. Ya da Evim Güzel Evim başlıklı sergimdeki evler ve odaları kendi büyüdüğüm oturduğum mekanlardan esinlenmedim. Kaynaklarımı başkalarının hayatlarında yaptığım gözlemlerim sayesinde oluşturdum. Sanatçı için gözlem yaşanmışlıktan daha muteberdir.

Karikatür dergi geçmişinizi odağımıza alırsak; karikatürlerin, karikatür dergilerinin geleceği üzerine öngörünüz nasıl?

Sosyal medya basılı medyayı hızla zayıflatıyor. Dergicilik bitmekte. Mizah dergiciliği de bitmekte dolayısıyla. Karikatür yok oluyor. Söze dayalı karikatür bir süre direnebilir. Ama çizgiye dayalı olan mizahın popüler dolaşımdaki etkisi giderek silikleşecek. Dünyada son 10 senede yaşanan bilişim ve iletişim dönüşümü büyük bir devrim. Devrimlerde devrilenlerin olması olağan. Bu devrimin devrilenleri arasındaki en acı kültür kaybımız mizah dergiciliği. Mizah ileride yeni enstrümanlarla yolculuğunu sürdürebilir ama mizah dergiciliği sosyal medyada yaşam bulamayacak. Mizah dergiciliği çok incelikli ve gözüpek bir işti. Mizah dergileri gençliğin şahsiyet geliştirici, cesaret verici ve zihin açıcı vitaminleriydiler. Adeta çete ruhuna yakın bir sinerjinin güçlendirdiği mücadele kaleleriydi her biri. O dergilerde karikatüristler usta çırak ilişkisi içinde yetişir ve dirsek dirseğe yetkinleşirlerdi. Ama ne yazık ki artık eski popülerlikleri ve güçleriyle sürdüremezler varlıklarını. Çünkü hem bugün artık o tür bir yayıncılık dili gündemin hızı karşısında hantal kalmaya başladı hem de örneğin TikTok şakaları, komik videolar, komikleştirme filtreleri ve Instagram’daki modern meddah performansları karşısında geleneksel mizah dergisi dili hızla demodeleşti. Mizah dergiciği ölmekte. Mizah için küçük ama insanlık için büyük bir kayıp.

Suretler üzerine yoğun odağınız olduğunu gözlemliyorum. Çoğunluğun -bence olumlu anlamıyla- “tuhaf” bulabileceği suretler bunlar. Bir süredir gerçek ve bir o kadar sefil tuhaflara dönüştüğümüzü düşünürsek, pandemiden ötürü sokaklardaki maskeli suretler gözünüze nasıl görünüyor? İlham veriyor mu mesela?

Gözler ruhun pencereleridir. Gözlere dikkatli bakarsanız içeride olan biteni izleyebilirsiniz. Ev karanlık mı aydınlık mı ya da kötü mü aydınlatılmış, güneş alıyor mu yoksa yapay ışık mı kullanılmış, içerisi dağınık mı toplu mu, büyük mü küçük mü, camlar temiz mi kirli mi, perdeler kapalı mı, pencerede kim oturuyor, eşyalar kaliteli mi, evdekiler mutlu mu… gibi bir sürü şeyi bu pencerelerden okuyabilirsiniz. Şükür ki bu pandemi bakışlardan yayılan ve gözleri örtmeyi gerektiren bir hastalık değil. Yoksa burunsuz köpekler gibi birbirinin kimliğine ve anlamına karşı körleşmiş kapalı ruhlara dönüşecektir. Neyse ki hâlâ birbirlerine açılan, birbirleriyle konuşup anlaşabilen ve bakmasını bilene içini gösteren pencerelerimiz henüz örtülü değil. Yoksa yarısı bir bez parçası altında kalarak yarı görünmezleşmiş yüzler arasında yaşamak benim gibi portre düşkünü bir çizer için dünyamın yarısının yok olmasıyla eşdeğer aslında.

Konformizme kısmen karşı olduğunuzu okumuştum bir röportajınızda, kendinize ait bir dünya kurduğunuzu takip edebiliyoruz sosyal medya platformları üzerinden. Gümüşlük/Bodrum ve Cihangir/İstanbul üzerine kurulu bir hayatınız var sanırım. Konformist tanımına uyan bir hayat gibi görünüyor uzaktan. Sorum elbette nasıl yaşadığınızla ilgili değil, sadece merak ettiğim şu; genel hayat tablonuza baktığınızda huzurlu hissediyor musunuz?

Konfora karşıyım demişsem büyük sallamışımdır! Büyük olasılıkla konformizmin sözlük anlamını kastetmişimdir. Biliyorsunuz sorgulamadan itaat etmeye meyilli bir uymacılık anlamına geliyor konformizm. Ben buna karşı olduğumu söylemek istemişimdir. Siz rahat düşkünlüğü sanılan anlamı kastediyorsanız evet rahatını kollayan birisiyimdir. Ama lüksü ve tüketimi hiç sevmem. Aksine sadelik ve basitliği erdem sayarım. Yaratma rahatlığı ile yaratıcı rahatsızlık farklı kavramlardır. Hem bir tür rahatsızlığın yaratıcılığı beslediğine hem de yaratırken rahat olunması gerektiğine inanıyorum.

"Hayal gücü paradan daha değerlidir"Hayat tablom huzurlu görünüyor şimdilik. Kendimi gerçekliğine çok da fazla kaptırmadığım aydınlık bir yaşantım var. Ama aslında hani derler ya, kendisi iyi ama çevresi kötü diye, benim de çevre koşullarım huzurlu ama içim huzursuzdur gerçekte. Almancada “Weltschmerz” diye bir sözcük vardır. Yaklaşık karşılığı “dünya ağrısı”dır. Bir de benim kullanmayı çok sevdiğim, buna çok yakın bir başka deyim daha var: “Varlık evhamı.” Ben sık sık bu iki kavramın arasında sıkışırken, yani dünya ağrısı dışımı, varlık evhamı ise içimi yakar kavururken bulurum kendimi. Melankolik değilim ama dertli birisiyim. Sanat, bu huzursuz havayı dağıtmak için bulduğum, arada sırada yoğunlaştığım kafa yapıcı, uydurma ve büyük olasılıkla geçici bir yol sonuçta. Geçici, çünkü bir gün sağlığım elvermezse rafa kalkabilir. Uydurma, çünkü herhangi bir düstura yada misyona bağlanmaksızın serbestçe dolandığım kişisel bir oyun alanı. Dolayısıyla en azından uydurma işler yaparken rahat olabilmeyi hakettiğimi düşünüyorum. Her çocuk oyun oynarken rahat olmayı ister, öyle değil mi?

Sevgili Mine Söğüt ile hayatınızı paylaşıyorsunuz. Kendisinin “Gergedan: Büyük Küfür Kitabı” yayımlandıktan sonra Gümüşlük’teki atölyenizde neredeyse (veya hatta birebir?) boyutlarda bir gergedan heykeli ürettiniz. Büyük hacmi olan bir heykel olması üzerine merakım oluştu; fikirleriniz mi hayal gücünüz mü yoksa sanatsal üretimleriniz mi gezegende daha çok yer kaplıyor sizce?

Hayal gücümle aram iyi. Fikirlerim de idare ederler. Ama üretim kapasitem bunlara nazaran düşük sayılır. Çünkü tembelim. Yine de bundan çok da şikayetçi değilim. Esas tersi olsaydı üzülürdüm. Yani güldür güldür bir üretkenliğe karşın güdük bir hayal gücü hiç de ilginç bir şey değil bence. Böyle sanatçılar bana çok itici gelir. Hayal gücü tuhaf bir varlıktır. Kendinden daha iri bir şeyin yanındayken ezik veya sakil görünebilir. Örneğin vasat bir hayal gücünü görkemli bir yetenekle beraber sahnelerseniz, yeteneğin hayal gücünü ezmesi sonucu ortaya rüküşlüğün çıkması kaçınılmazdır. Çalışkanlık da eğer sönük bir hayal gücüyle yan yana boy gösterirse, esere yük bindirerek değer kaybettirir. Aynı şekilde, örneğin zayıf bir hayal gücünün üzerine inşa edilmiş aşırı çaba da yoruculuk tehlikesi taşır. Kötü hayal gücü bir şeyi çirkin, eksik, zayıf, budalaca ya da faydasız göstermeye yeterken, güçlü bir hayal gücü ölüleri diriltir, acıları dindirir, ruhları besler, kalpleri fetheder, denizleri aşar, kıtaları keşfeder, medeniyetler kurar, icatlar ve devrimler yapar. Hayal gücü paradan çok daha değerlidir, çünkü parayı kapsar. Kaliteli bir hayal gücünün bir eser formunu alarak zamanda yaptığı değerlenme yolculuğu bunun en iyi kanıtıdır. Bilimin de sanatın da ortak sermayesidir hayal gücü. Bu nitelik onu uygarlığın temel yapıtaşı ve evrenin en güçlü aktörü olma mertebesine taşır. Öyle ki Tanrı bile varlığını hayal gücüne borçludur.

Uzunca bir süredir sanat hayatınıza devam ediyorsunuz. Fikir ayrılıkları, kriz dönemleri ve hatta sizi çeşit çeşit baskılar altına almaya çalıştıkları bile oldu. Kimbilir bize yansımayan daha neler vardır hayatınızda. Bunca sene içinde hiç pes ettiğiniz, sanattan ya da hayattan yani özetle kendinizden hiç vazgeçtiğiniz oldu mu?

Hayır hiçbir zaman yılgınlık ya da yorgunluk hissetmedim. Dergilerde işimizi yaparken tatsız sonuçlarına tahammül etmesini bilirdik. Yine de kendi kendimizi otosansürle baskılamaya çabalarken midemin bulandığı zamanları tek tük hatırlıyorum. Ama bu bulantıya da katlanırdık çünkü bu da işimizin bir parçasıydı, bilirdik. Denizcileri deniz tutmaz ya, öyle bir şeydi bu. Futbolcuların masörleri gibi, bizi de adeta sahaya hazırlayan ve ağrılarımızı hafifleten avukatlarımız bulunurdu arkamızda her zaman. Bir keresinde binlerce kitabım toplanıp imha edildi. Birçok kez yargılandık ve cezalar aldık. Ve birçok kez de tehditler aldık, hatta dergimiz kundaklandı, arkadaşlarımız ölümden döndü. Ama hiçbir zaman canımızı çok sıkmadık. Çünkü yaptığımız işin motivasyonu ve tatmini her şeyden güçlüydü. Bizim keyfimizi kaçıran ve çalışma iştahımızı kesen tek şey okurun yavaş yavaş bizleri terketmeye başlaması ve dönemimizin kapanmakta olduğunu idrak etmemiz olmuştur. O sıralarda ben gerçekten çok büyük bir keder yaşamıştım, hatırlıyorum.

İnsanlara, insanlığa güveniyor musunuz?

Bir hayvan kadar güveniyorum.

Son soruma geldim, üretim disiplininizi merak ediyorum. Çalışırken ritüelleriniz var mı mesela?

Hiçbir ritüelim yok galiba. Yalnızken ya da kalabalıkta, gece ya da gündüz, müzikli yada sessiz farketmiyor. İşime yoğunlaşabildiğim her koşulda çalışabilirim. Yeter ki sağlıklı olayım ve canım istesin.

Parolanı mı unuttun?

Kullanıcı adını ya da e-posta adresini gir. Sana bir e-posta göndereceğiz. Oradaki bağlantıya tıklayarak parolanı sıfırlayabilirsin.

Your password reset link appears to be invalid or expired.

Giriş

Gizlilik Politikası

Add to Collection

No Collections

Here you'll find all collections you've created before.