MediaCat

“Seks dahil her şey siyasidir”

Aynalardaki yansımalar, objeler, yaralar ve duygu dışavurumunu çağdaş sanatla biçimlendirerek yarattığı başyapıtlarıyla zihnimize kazınan, sanat duayenlerimizden İsmet Doğan’ın Galatasaray’daki atölyesine konuk olduk.

“Seks dahil her şey siyasidir”

1957’de Adıyaman’da doğan, Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nden 1983 yılında mezun olduktan sonra Fransız Hükümeti bursuyla Paris’e giderek iki yılını orada geçiren ve ardından 90’larda Türkiye’ye dönerek İstanbul’a yerleşen, 62 yaşının büyük bir kısmını sanat eserleri üreterek geçirmiş İsmet Doğan ile sanatçının bugüne dair biriktirdiği tecrübeleri ve yarına dair düşünceleri üzerine konuşmak için birlikteyiz.

Hayatınızın büyük bir kısmını sanat üreterek geçirdiniz ve üretmeye devam ediyorsunuz. Genele baktığınızda, içiniz rahat edecek ölçüde kendinizi sanatınızla yeterince ifade edebildiğinizi düşünüyor musunuz? Yoksa eserlerinizle buluşanlar arasındaki iletişimde, daha tatmin olmak isteyerek üretme çabanız var mı?

Yaklaşık olarak 1983’ten bu yana 40 yıla yakın bir süredir bir sanat serüveninin içindeyim. Farklı fikirlere sahip bir konu başlığı bu, ben “meslek olarak değil, bir varoluş biçimi olarak sanat yaparak sorgulayacağım” yolunu seçerek başladım üretmeye.

Türkiye’de çok zor sanat yapmak. Bu yüzden ben, başıma gelen şeyin sonucuyum. Onaylanmaktan bahsetmiyorum, emeğin takdir edilmesinden bahsediyorum. Edebiyatta daha iyi bu durum fakat görsel sanatlar toplumun yüzde 10’una tekabül ettiği için yeteri kadar karşılığını bulamıyor. Sanatımın, çağdaş sanat dünyasında daha çok görülmesini ve daha kalifiye değerlendirilmesini isterdim. Her konuda olduğu gibi sanat dünyasında da nepotizm hüküm sürüyor ve benim gibi sanatçılara, etikadan çok uzak tavırlarla haksızlık yapılıyor.

1982 yılında Abdi İpekçi Dostluk ve Barış Ödülü kazanmışsınız, o dönem bu ödül sizi motive etmiş olmalı. Hangi konularda işinize yaradı bu değerli ödül?

Boğaziçi’nde bir yalı restorasyonunda çalışırken öğrenmiştim bu prestijli ödülü kazandığımı. Daha birçok ödül aldığım yarışma gibi, bu yarışmaya da küçük atölyemin kirasını ödeyebilmek için katılmıştım. Demokratik jüri üyelerinin yer aldığı yarışmalardan kazandığım ödüllerin sanatta devamlılığıma katkı sunması beni heveslendirmişti. Ben sanat yapmak istiyordum. Bunun için ekonomik bağımsızlığımı kazanmam gerekiyordu. 80’lerde Beşiktaş’taki küçük atölyeme birçok şair, yazar, sanatçı geldi; İlhan Berk, Erol Akyavaş, Şahin Kaygun, Murathan Mungan gibi. Öyle küçük bir yerde sanat yaparak yaşamama şaşırıyorlardı. Çünkü o döneme göre, sadece sanat yaparak yaşamak tuhaf karşılanıyordu.

Mesela tanıdığım akademisyen sanatçılar, yaz oldu mu bir iki ay kapanır sergi hazırlar, kışın ise sergi açıp, akademisyenliğe devam ederlerdi. Oysa ben böyle parçalanarak yaşamak istemiyordum. Atölyede yaşarken illa sürekli resim yapmak da değil bahsettiğim, üretim devamlılığı, dergi, kitap okumak, bazen durup düşünmek bile iyi geliyor bana. Sonralarda daha küratoryel bir sistem çıktı ve o yarışmalardan artık hiç kalmadı ülkede. Dolayısıyla hazmedilemiyor sanat, eserler belleğe tam geçmiyor. Sanat eleştirmenliği bile kangren gibi, yeterince samimi bile olamıyorlar.

70’lerden itibaren sanat içgüdünüze siyasi kimlik algısı da yerleştirdiğinizi görüyoruz. Bir sanatçı olarak, siyaset ve sanatın ayrım çizgisi sizce nerede durmalı?

Ayrım diye bir şey olamaz; seks dahil her şey siyasidir.

Aile bağları, lise döneminiz ve darbe sonrası hayatınızı ve düşüncelerinizi tasvir ettiğiniz sanat eserleri ürettiniz. Genelinde yalnızlık olgusu ağır basıyor, dolayısıyla yalnızlığı çok sevdiğinizi biliyoruz. Zaman içinde yalnızlık olgusuna dair düşüncelerinizde değişiklikler oldu mu?

“Sanatçılık” yalnızlık ister. Ben, yalnız olduğumda kendim olabiliyorum. Herkesin ya da sevgilimin yanında sanat yapamıyorum mesela. Yalnızlık, öznellik süreci; delirmediğiniz müddetçe sanatı doğurur. Gerçi, biz sanatçıları deli yerine koyuyorlar, ne kadar sağlam kafa gerekse de üretebilmek için hakkımızda söyledikleri gibi belki de deliyizdir…

Zihinle beden hepsi bir bütün, hep dediğim gibi ben bedenimle düşünürüm. Ben bedensel düşünen bir tekilim. Tabii duyumsayabildiğimiz kadar bedenselleşmek de yalnızlık istiyor.

İnsanların fikirleri haricinde, bu dünyaya ilk adım attığınızdan bugüne dek, ne zaman, aynaya baktığınızda istediğiniz şeyin içinde, sanatın içinde kendinizi gerçekleşmiş bir sanatçı hissettiniz?

Aynaları sanata dönüştürdüğüm dönem geldi aklıma hemen, o üretim sürecimde hissettim bunu. 99’dan kalan yarayı resmettiğim dönemde de öyle hissettim. İnsanların başyapıt dedikleri işlerimi yaptığım dönemleri sordunuz bana bence. 62 yaşındayım artık, önümde daha çok zaman olacağını düşünürken bedenim artık daha çok zamanım olmadığını anlatıyor bana; geriye doğru sarmaya başladım artık. 35 ve 60 yaşlarım arasında diğer insanlar gibi en verimli, en olgun üretim dönemimdeymişim meğer. Artık fiziki enerjim de değişiyor, dolayısıyla önümdeki 10 yıl içinde neler yapacağımı düşünüyorum.

Türkiye’de olanaklar meselesine de dayanıyor bu, eserlerin daha tatmin edecek şekilde biçimlenmesi için etkenler giriyor; mesela kurumlar, sponsorlar, finansörler… Bu koşullar sanatçıyı motive etse de kısıtlıyor da bir yandan. Ama sanatçı, her durumda iktidara karşı üretebiliyor, çözüm üretiyor ve sanat yapabiliyorsa; o zaman kendini gerçekleştirir. İktidar her yerdedir ve onu doğrulukla birleştirmek olanaksızdır.

İmgesel anlamlar yükleyerek herhangi bir objeyi sanat eserine dönüştürebilen geniş bir hayalgücünüz var, bu zihinsel üretme dürtünüzü nasıl kontrol ediyorsunuz?

Sanatçının meselesi olması lazım, bu temel sorunsallar çerçevesinde sistematik olarak sorguladığınızda meselenizi, sorgulamanın ürünleri oluyor sanat eserleri. Yani bunu gördüm, bundan bardak yapayım kadar basit ve kolay değil. Beyinde devam eden bir işleyişin çözümü gibi düşünmelisiniz üretmeyi. Sinema serilerim, Freud’un rüyalar üzerine yorumundan, yer değiştirmelerinden çıkıp özneyi yerinden etmek meselesiyle kesişerek ortaya çıktı. Avrupa’nın-Batı modernitesinin oryantalist bakış açısına teslim olmamak için, Batı’da öteki olmak yerine burada öteki olmayı seçtim. Batı modernitesine buradan meydan okumak, daha zor olmasına rağmen (bağlam), benim için daha anlamlıydı. Çünkü bağlam sorunsaldı benim için, temel meseleydi. Dolayısıyla “recontextualize” etmeye benim hakkım olduğunu düşünerek çalıştım.

Burada Batılı gibi sanat yapılıyor. Bu durum bedenimi rahatsız etti. Buradaki “Beyaz sanatçılar” bağlamı dışlayarak sanat yaptılar. Sanki “Berlindeymişçesine” ya da “Lonradaymışçasına”. Bedenime bunlar dokunuyordu. Batı’yı değil, Dünya’yı (Evren’i) merkeze aldım. Batı’nın periferisinde, Türkiye’de öteki olmak en zor olanıydı. Katmerli bir varoluş biçimi, bu bir seçimden ziyade zorunluluktu… Bağlam nedeniyle. Bu yüzden hem burada hem Batı’da, sistemin dışında kaldığımın/kalacağımın bilincinde oldum.

Çalışma disiplininizi merak edenler vardır, bizimle paylaşmak ister misiniz?

Kendime göre bir disiplinim var evet, mesela üç ay erken kalkıp çalışırken, üç ay geç saatlerde çalışıyorum. Yine bedenim karar veriyor bu disipline.

Çalışırken sürekli müzik dinliyor musunuz peki?

Eskiden müziksiz yapamazdım ama şimdilerde bazen sadece salt sessizlik istiyorum. Gecenin ve sabahın erken saatlerindeki sessizlik eşliğinde çalışmayı seviyorum çoğu zaman. Artık ölüme yaklaştıkça, üretime daha çok odaklandığım için olabilir bu ihtiyacım.

Instagram, sanatçıların da ilgiyle kullandıkları bir platform. Dijitalleşen sanatın da hızla yayılışına şahit oluyoruz. Sosyal medyanın sanat etkisi hakkında ne düşündüğünüzü merak ediyorum.

New York ya da benzer bir sanat başkentinde yaşıyor olsaydım, hiçbir sosyal medya platformunu kullanır mıydım, bilmiyorum. Ama burada yaşarken, az önce verdiğim cevapları da göz önünde bulundurursanız, sosyal medyada resimlerimizi, çalışmalarımızı paylaşmamızın temel nedeni özerklik. Sanatçılar da kendilerini pazarlamak için bir aracı olarak kullanıyorlar sosyal medyayı çünkü elimizde yeterince alan yok.

Sanatçı, kendini pazarlayamaz aslında; bir art manager, art dealer gerekiyor sanatçıya. Ama özellikle çağdaş sanat elit olduğu için, sosyal medya tüketicisi çağdaş sanatçılar için ne kadar işe yarar tartışılır. Batı’da, sanatçıya daha çok bakarlar. Yaşam tarzında da gerçek bir sanatçı mı, sanatçı ruhu var mı diye incelemek isterler. Bu konuda sosyal medya verimli bir tanıtma yöntemi gibi. Dijital sanat konusunda ise insanlık hep dokunmak ister, bu bir içgüdü çünkü. Dijital sanat da bu çağ için çok önemli fakat iyi örnekleri olduğu kadar teknikte, medyumda bir mesaj ve kavramsal derdi olmayan çalışmalar bana pek anlamlı gelmiyor.

Parolanı mı unuttun?

Kullanıcı adını ya da e-posta adresini gir. Sana bir e-posta göndereceğiz. Oradaki bağlantıya tıklayarak parolanı sıfırlayabilirsin.

Your password reset link appears to be invalid or expired.

Giriş

Gizlilik Politikası

Add to Collection

No Collections

Here you'll find all collections you've created before.