MediaCat

Hikâyecilikte yeni mümkünler

Son yıllarda ana akımda ve platformlarda yer alan dizilerde hikâyecilik adına değişen neler var? Toplumsal çatışma ve birliktelik, güldürü, aşk ve tarih anlatısına farklı bakabilen anlatımlar artıyor mu? Bu sorulardan da öte “tutan iş” artık hep tutar mı?

Medya kanalları çeşitlendikçe ve geleneksel medyada kendine yer bulamayan hikâyeler ve anlatımlar streaming platformlarında kabul görmeye başladıkça yeni üsluplarla ve yeni mümkünlerle tanıştık. Farklı tür dizilerde farklı şekillerde cereyan eden bu içerik ve üslup filizlenmesinin en çarpıcı örneklerinden biri, Sina Koloğlu’nun Kasım 2020’de Milliyet’te kaleme aldığı yazısında tam da “böyle bir proje izleme açlığı”na hitap eden Netflix dizisi Bir Başkadır olmuştu. Yazar ve Yönetmen Berkun Oya’nın kaleminden çıkan iş için Koloğlu aynı yazıda, “Bu sadece bir ‘tozunu aldık’ dizisidir. Tek başına her bir konudan onlarca dizi çıkar” diyerek anlatıyordu hikâyenin doğurganlığını ve biricikliğini.

Sorgulama imkânı veren işler

Yıllarca geleneksel medyada yer alan dizi ve programlara getirilen eleştiriler “izleyicinin zekâsını küçümsemek” üzerineydi. Bugün alkış toplayan yeni hikâyelere baktığımızda, izleyicinin farkındalığını artırıp zihnine yeni sorgulamalar ekleyen, dahası onu yeni mümkünlerle tanıştıran bakış açılarının arttığı söylenebilir. Bu yıl Brand Week Istanbul’da “Hangimiz Değişmedik ki?” oturumunda söz alan Kızılcık Şerbeti oyuncularından Müjde Uzman, “Biz böyle değildik, hayırdır!” dedirten bir proje şeklinde niteliyordu dizinin yarattığı etkiyi.

Formüllerin dışına çıkmak

Değişen hikâyecilik adına neler var diye baktığımızda, karşımıza formüllerin dışında kalan bir alan çıkıyor. Dünyada kendinden söz ettiren en başarılı yerli dizilerden biri olan Şahsiyet’in farklılığı, yönetmen Onur Saylak’ın sözleriyle, “Türkiye’de uygulanan drama sisteminin dışına çıkması”nda yatarken; yazarlarından Aziz Kedi’nin deyimiyle “daha önce hiç görmediği kadar heterojen bir izleyici kitlesine” sahip olan Gibi’nin başarı hikâyesi de “izlenirlik kitabı”nın dışında, yani formüllerin geçerli olmadığı alanda yazıyor.

Aziz Kedi’ye göre, şahit olduğumuz yeni hikâyeciliklere ve denemelere varan yolculukta “yazarlığa bakış”ın değişmesi kritik bir öneme sahip. Kendisi 2021’de Gazete Duvar’dan Zehra Çelenk’e verdiği röportajda, “Türkiye taa 50’lerden günümüze kadar görsel sanatlarda hep gelişerek geldi. Yeşilçam ve sonra 90’lar dizilerinden itibaren sinema ve televizyonda belli bir seri üretim var. Ve bu da diyelim ki beş yıl öncesine dek en önemli unsurlardan birinin eksikliği -akıl almaz bir şekilde- yok sayılarak yapılageldi: Yazar! Tabii ki bazı özel örnekleri dışarıda tutarak söylüyorum; tiyatro, sinema ve televizyonumuz bugüne dek yazarsız olarak iyi kötü bir şeyler üretmeyi başardı. Her şeyden önce iyi bir metne, senaryoya ihtiyaç yoktu. Ne dayarsan daya gidiyordu. Çeviriyle, adaptasyonla, çalıntıyla, aktör karizmasıyla idare edilebildi. Fakat şimdi artık internet ve özellikle dijital platformlarla üretim ve tüketimin finansman modelleri de değişince ‘Lan bir dakika?!’ denmeye başlandı. Bu saatten sonra çok iyi aktörlerimizin, yönetmenlerimizin, reji elemanlarımızın vs. yanında çok iyi yazarların da yetişip geleceğine neredeyse eminim” diyor.

Aziz Kedi’nin açtığı perspektifi Şahsiyet’in yazarı Hakan Günday’ın sözleriyle zenginleştirelim. Günday’a göre bugün iyi bir hikâye ve içerik ortaya çıkarmak için bir senarist olarak “bunu ben mi yazdım” noktasına gelebilmek gerekiyor. “İlk cümlenizden sonra önünüzde dizilmiş olan patronlar kuyruğunu kenara itmek…” diyor Günday. “Bu patronlar kuyruğunda o dönem neler okunuyor da var, neler yayınlanıyor da var… Popüler olan iş de var, yasası da ahlakı da var…” diye ekliyor. Son sözleri ise kalem sahiplerini cesaretlendiren türden: “Şahsiyet dünyada bir yere gelebildiyse eğer, bir hikâyeyi layıkıyla anlatmak dışında hiçbir şeyi umursamadığımız için oldu.”

Kadının yeri yok

Tiyatro ve Senaryo Yazarı<br />
Deniz Madanoğlu

Tiyatro ve Senaryo Yazarı
Deniz Madanoğlu

Şu anda ana akımda toplumsal çatışma ve birliktelik konusunu işleyen üç dizi var. Benim de içinde olduğum Ömer dizisi; kültürel çatışmayı muhafazakârlık, dindarlık ve seküler “modern” yaşam tarzı kutuplaşması üzerinden ele alıyor. Mevcut sosyo-psikolojik hatta ekonomik vaziyetimize dokunduğu için bana çok anlamlı geliyor. Her iki tarafı da artı ve eksileriyle anlatmaya çalışıyoruz. Kızıl Goncalar ve Kızılcık Şerbeti de bu çatışmalara dokunan yapımlar ancak ikisi de sansürden nasibini aldı, umarım bu kafadan tez zamanda çıkılır.

Komedide dijital platformlarda daha nitelikli işler ortaya çıkmaya başladı. Gibi ya da Doğu, Prens, Deneme Çekimi, Bonkis gibi. Kaba komedi yerine daha orijinal ve daha incelikli anlatımlar ön plana çıktı.

Aşk konusunda genelleme yapamam, orada genelde içerikten çok starlara dizi/film yazalım da tutsun anlayışı devam etmekte. Tarih anlatısı tamamen muhafazakârlık/milliyetçilik ekseninde ele alındığı için propagandadan öteye geçip de “iyi hikâye”ye varamıyor. Karakterler kusursuz, hatasız, iç çatışmasız… Hep aynı basmakalıp özellikler… Kadın desen yeri yok.

Karakter dünyasını takip eden hikâyeler

BluTV CEO<br />
Deniz Şaşmaz Oflaz

BluTV CEO
Deniz Şaşmaz Oflaz

Son yıllarda hem dijital platformlar hem de ana akımda karakter takibinin ön plana çıktığı, karakterlerin ana unsurları sağlam bir şekilde desteklediği hikâye anlatıcılığının tercih edildiğini gözlemliyoruz. İçeriğin janrı ve ekolü fark etmeksizin karakter dünyasını takip eden bir hikâye akışı olduğunu ve bu akışın karakteri güçlü kılan bir sosyal tema üzerine kurulduğunu görüyoruz. Bu sayede hikâye örgüsünün kurulduğu temellerin gerçekliği veya hissettirmeyi amaçladığı duygudurumu sağlamlaşıyor.

Karakter çizimlerindeki değişimlere değinmemiz gerekirse, en somut değişim örneği olarak komedide karikatüristik dünyadan uzaklaşılarak, gerçekçi karakterlerin yer aldığı durum komedilerine yer verildiğini gözlemliyoruz.

Magarsus’ta ticari bir gerilimi aile teması üzerinden aile bağlarına vurgu yaparak anlattık. İlk ve Son’da aşk hikâyesini toplumsal cinsiyet kavramlarından yola çıkan psikolojik bir gerilim olarak dile getirdik. Kurulduğumuz günden bugüne, ilk orijinal içeriğimizden son içeriğimize kadar her zaman hikâyenin gücüne inandık. Hikâyeyi ve hikâyenin özünü her şeyin üstünde tuttuk.

Popüler kültür hikâyelerinde nasıl yol aldık?

Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji<br />
Bölümü Öğretim Üyesi<br />
Dr. Feyza Akınerdem

Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji
Bölümü Öğretim Üyesi
Dr. Feyza Akınerdem

Türkiye’de popüler anlatılar sinemadan analog ekrana, ana akımdan da dijitale yayılırken yapısal ve duygusal olarak geçmişten de gelen pek çok özelliğini sürdürüyor. Yeşilçam yıllarından değerlendirmeye başlarsak, o yıllarda eşitsizliğin imkânsız aşk üzerinden anlatıldığı melodramlar kutuplaşma, kadına yönelik şiddet, ayrımcılık ve pek çok toplumsal krizin aile çatışmaları üzerinden ele alındığı hikâyelere evrildi. İyiyle kötünün amansız mücadelesinin sonunda aşkın galip geldiği dizi ve filmlere kıyasla bugün daha komplike karakterler ve hikâye örgüleri izliyoruz. Sansasyonel aile krizlerini gündüz kuşağında reality şovlarda, akşamları ise Aile, Yalı Çapkını ve Aldatmak gibi dizilerde görüyoruz.

Son yıllarda kültürel, siyasal ve sınıfsal farklılıkların daha cesur biçimde gündeme geldiği yapımlar ekrana çıkıyor. Belki de dijitalde yayınlanan Bir Başkadır, Kulüp, Şahsiyet gibi yapımların ana akımda sosyopolitik hikâyelere alan açmak isteyen yapımcıları cesaretlendirdiği söylenebilir. Kızılcık Şerbeti ve Kızıl Goncalar, ağır RTÜK cezalarına rağmen yayına devam ediyor. Eriştikleri yüksek izlenme oranları, gördükleri tüm ilgi, dizilerin gündelik yaşamımızda bile bir sohbet konusu olması, bizlere, zor karşılaşmalara dair hikâyelerin izleyiciye cazip geldiğini gösteriyor.

Tüm bunların arasında en önemli dönüşüm kadın meselesinin ele alınmasında yaşanıyor. Yeşilçam’da esas oğlanın esas kızı sürekli kolundan çekiştirdiğini, basit kıskançlıklar nedeniyle hayatını kaydırdığını, aşk uğruna ağır bedeller ödemek zorunda kalan, tecavüze uğrayan, şiddet gören kadınların hikâyelerinin “mutlu son”larını görmek izleyicileri tatmin ediyordu. Bugüne geldiğimizde ise artık dizilerde psikolojik, ekonomik ve cinsel şiddetin adı konuluyor. Kadınların şiddetten kurtulmak için başvurabileceği yollar ve yöntemler dizilere konu oluyor. Şiddet kimisinde terapi odasında kimisinde savcı makamında kimisinde ise kadın dayanışmasıyla görünür oluyor. Televizyonda görüp rahatsız edici bulduğumuz sahnelerin bazı insanların hayatının parçası olduğunu kamusal alanda konuşabiliyoruz. Tüm bunları değerlendirdiğimizde, bir zamanlar mutlu sonlarını sorgulamadığımız hikâyelerden bizi sarsmaktan çekinmeyen kurmacalara yol aldığımızı, bunun toplumdaki değişim açısından da olumlu, aydınlatıcı yönleri olabileceğini de söyleyebilirim.

İlgili İçerikler

Parolanı mı unuttun?

Kullanıcı adını ya da e-posta adresini gir. Sana bir e-posta göndereceğiz. Oradaki bağlantıya tıklayarak parolanı sıfırlayabilirsin.

Your password reset link appears to be invalid or expired.

Giriş

Gizlilik Politikası

Add to Collection

No Collections

Here you'll find all collections you've created before.