MediaCat

Haber hiçbir şeydir, reyting her şey: Kuş Uçuşu

Haberin bir insan ihtiyacı olmaktan çıkarak metaya dönüştüğü, böylece gerçeklikten çok gösteriye (“şov”a), bilgilendirmekten çok eğlendirmeye ve düşünsellikten çok da magazinelliğe endekslendiği bir dünya halini tatlı tatlı hicveden Kuş Uçuşu’na daha yakından bakalım.

Haber hiçbir şeydir, reyting her şey: Kuş Uçuşu

Şu ara üçüncü sezonuyla yayındaki Kuş Uçuşu, Fransız sosyolog Jean Baudrillard’ın çarpıcı bir sözünün ete kemiğe bürünmüş karşılığı olarak nitelendirilebilir. Baudrillard’ın sözü şöyle: Medya, haberin ahlaksızlık/müstehcenlik aşamasıdır.*

Televizüel medyada haberin yeri, değeri, sunumu üzerine hicivsel-eleştirel bir anlatı olarak şekillenen dizi, öncelikle haberin “haberci” karşısında nasıl değersizleşip hiçleştiği üzerine düşünce kışkırtıcı olmasıyla ayırt ediliyor. Ama daha ötede habercinin de “reyting” karşısında nasıl değersizleşip hiçleştiğine yönelik vurgusuyla seçkinleşiyor. Aslolan haber de haberci de değildir; evet, haberci yoksa haber yoktur ama esas reyting yoksa, haber ne kelime, haberci de yoktur demeye getiriyor.

Haberin bir insan ihtiyacı olmaktan çıkarak metaya dönüştüğü, böylece gerçeklikten çok gösteriye (“şov”a), bilgilendirmekten çok eğlendirmeye ve düşünsellikten çok da magazinelliğe** endekslendiği bir dünya halini tatlı tatlı hicveden diziye daha yakından bakalım!..

***

Meriç Acemi yaratıcılığında seyre sunulan Kuş Uçuşu’nun ilk sezonu üzerine 2022’de kaleme aldığım, sonrasında bir kitabımda da yer verdiğim yazıya “Meşhuriyet Çağı’nda X ve Z kapışması” başlığını atmıştım.*** Dizi, iki karakterin “elektronik jungle” içerisinde av-avcı ilişkisine dönüşümlü olarak girdikleri bir akışa sahipti: Şöhretinin zirvesinde yorgun, gergin, yalnız ve tedirgin şekilde yerini koruma çabasında, her sabaha âdeta yeni bir sınav günü gibi uyanan haber sunucusu Lale Kıran (Birce Akalay). Ve onu, çocukluğundan beri ekran denilen büyülü kutuda hayranlıkla izleyip model almış “basın-yayın” mezunu, görünme-tanınma-bilinme arzusuyla yanıp tutuşan ihtiras kumkuması Aslı Tuna (Miray Daner). Birincisi (Lale) bu ülkede özel televizyonların, yani endüstriyel televizyonculuğun başlangıcı olan 1990’larda mesleğe adım atmış; bu dönemi önceleyen 1970 ve 80’lerin kültürel, entelektüel, politik ve ideolojik dinamiklerinden beslenip harmanlanmış; işini ilke-emek-erdem gözeterek yapan, savaş muhabirliğinden yetişmiş bir X Kuşağı haber sunucusu. İkincisi (Aslı) “dijital yeni-normal” içinde can bulmuş; sosyal medya ile kültürlenmiş; “ne olursan ol, mutlaka görünür ol” düsturuyla hayata bakan; ilke-emek-erdem dendiğindeyse sadece “OK Boomer” diye karşılık veren; gerçeğin değil “gösteri”nin peşinde bir Z Kuşağı haberci namzedi…

Birinci sezon, belirttiğim yazımın başlığında da kaydedildiği üzere “X ve Z kapışması” ile geçti ama aslında kapışanlar, gerçek ile algı, ilkeler ile çıkarlar, erdem ile riya ve değerler ile yararlar olarak okunmalı. Haberin peşinde emek-emek bir hayatın zirveye taşıdığı Lale bir yanda, onun orada olmasına altyapı oluşturan hiçbir şeyle ilgilenmeyen, sadece “Haberci” olarak Lale’nin peşindeki Aslı diğer yanda. Seyrin hemen başında iki karakterin şu diyaloğu bize onların farkını gayet güzel serimliyor:

– Lale Hanım, ben ilk zamanlarınızdan beri sizi takip ediyorum. 11 yaşımdaydım, o zaman sizi izleyip demiştim ki ileride ben de haberci olacağım. 18 yaşındayken siyah kalem eteğinizden almak için aylarca para biriktirdim. Sonra çok çalışıp basın-yayını kazandım. Tek hedefim sizinle tanışmaktı. Şimdi burada karşımdasınız, bu hayatımın en mutlu anı! Diyebilirim ki sizi bu dünyada en çok seven kişi ben olabilirim…

– O zaman kendine daha gerçek hedefler koymalısın. Haberin peşinden koş, kişilerin değil…

Ama Aslı’nın o kadar vakti yoktur. O, kısa yoldan, Lale’nin yıllarını vererek geldiği noktaya varmak istemektedir. Dolayısıyla bir taraftan Lale’ye duyduğu sonsuz sevgi ve hayranlık hızla nefret, düşmanlık ve rekabete dönüşürken, temsilcisi olduğu kuşağın hayata bakışını da ilerleyen bölümlerden birinde şöyle netleştirir:

– Ne olduğun önemli değil canım! İnsanların ne olduğunu düşündüğü önemli. Önce bir algı yaratırsın. Sonra o zaten gerçek olur. Fal bakmak gibi düşün. Biri sana mavi gözlü birine âşık olacaksın derse, sen mavi gözlü olanı seçersin.

– Yani işini iyi yapıyor olmanın hiç mi önemi yok senin için?

– İşini iyi yapmak değil mesele. Önemli insanlar senin iyi olduğunu söylerse iyi olmuş sayılırsın zaten. Herkes kabul eder. Bana o koltuk verildiğinde kimse bunu sorgulamayacak.

***

Bu şekilde, iki karakter üzerinden habere ve haberciliğe iki farklı çağ hali yaklaşımının savaşı olarak geçen birinci sezon Lale’nin düşüşü, daha doğrusu içinde debelenip boğulur hissettiği “jungle”dan kaçışı; Aslı’nın ise hem Z hem de Z-ötesi rakiplerin kıskanç, yırtıcı, tehditkâr bakışları önünde zirvedeki koltuğa tedirgin bir şekilde oturuşuyla sona erdi. İkinci sezonda ise Lale sözkonusu olduğunda “Kahramanın geri dönüşü”ne, Aslı’nın ise seyir endüstrisinin “bağırsaklarına” doğru, “insanat bahçeleri” mahiyetindeki gündüz programlarına savruluşuna tanık olduk.

Şimdi izlediğimiz üçüncü sezon ise görünüşte “X’ler Z’lere karşı” tiradıyla, bana âdeta dizinin ilk sezonu üzerine yazdığım yazıyı ekranda okutan (!) bir başlangıç yapsa da aslında bir başka boyuta kanat çırpıldığını düşündüren bir yol alıyor. Şimdi karşımızda X-Z kapışmasından ziyade, deyiş yerindeyse bir “kız-kardeş dayanışması” var. Yani, ataerkil bir cam tavanla kaplı, erkek yöneticinin kadın sunucunun “cehennemi” olduğu bir endüstriyel işleyişte feminist diskuru yankılayan bir Lale- Aslı ilişkisi izliyoruz. Artık Aslı, çocukluğundan beri hayranı olduğu Lale Kıran’ın ne arkasında ne önünde ne karşısında ama yanı başında, onun âdeta bir “abla” gibi zihinsel ve duygusal şefkatiyle sarmalanmış haldedir. Ayrıca bir bilinç uyanıklığı aksettirir şekilde entelektüel hatta “politik” bakımdan “boş kaset” olmaktan çıkmış bir (“karışık kaset”) kompozisyonundadır.

Ama “Batı Yakası”nda da değişen bir şey yoktur! Lale, Aslı’ya “toplumsal değişimin ekonomik sebeplerinin altını çizmemiz lazım” dese de; Aslı “kaynak azlığı, yokluk endişesi, pandemi, gelecek güvensizliği, prekaryalık” diyerek “Usta”sının yörüngesinde “gerçeğin peşine” düşse de nafile… Üst-ideolojisi “eğlence” olan televizüel işleyiş**** onları mağlup eder. Reytinge yenilirler.

Sonraki kesitte ise Aslı, bu defa ustası Lale’yi hiç incitmeden kendi yörüngesine çeker ve ekranda beraberce bir “X-Z kapışma-şov” sergilerler. Sonuç, “reyting canavarı”na atıfla, Aslı’nın diliyle, “Ta daaa! S*ktik attık işte”dir. Lale’nin cevabı ve sonrası ise ibretliktir:

– Kavga ettiğimiz için Aslı!..
– Evet, aynen öyle. Etmeye de devam edeceğiz. Biz şov yapıyoruz ya! İnsan izleyecek bunu. Seyirlik yapıyoruz biz ya!..
– Peki güvenilirlik ne olacak?
– Ya, bi’ bırak! Sen güvenilirsin zaten. Ama bir persona’mız olması lazım.
– Bak ya!..
– Sen iyiyi-doğruyu temsil et. Ben de sana saldırayım.

Bu “kuşak kavgası” seyirci tarafından “manyak gibi” izlenir. Diğer haber programları bunun önünde duramaz. Lale de tam anlamıyla “öğrenmenin yaşı yok” noktasında, Aslı marifetiyle yakalanan “başarı”yı, “seyircimizin değerli teveccühü” diyerek içine sindirir.

***

Böylece Kuş Uçuşu, üç sezonluk macerasında, başlangıçta kurgusal olarak çözümlemesine gittiği X-Z kapışmasının şimdilerde “şov”unu hikâye ederek aslında bir başka gerçeğe, yine Baudrillard’ın çok üzerinde durduğu bir gerçeğe mercek tutmakta denilebilir: Bütün bu sahtekarca işleyişin, “haber” adı altındaki ahlaksızlığın dölyatağı, bir “kara delik” olarak “toplumsal”ın yerini almış “kitle” ve onun isterleridir. Gerçek bilginin ağırlığını (acısını-acımasızlığını) çoktandır kaldıramayan, bu doğrultuda kendilerine “gösteri” sunulmasına arzulu kitleler, X ve Z farkını ortadan kaldırarak onları “hakikat ötesilik”te, daha doğrusu hakikatin aşınıma uğradığı bir (post-truth) vasatta buluşturur, ortaklaştırırlar.

Demek ki Kuş Uçuşu’nun X-Z kapışmasında an itibarıyla asayiş berkemal. Bakalım buradan nereye payidar olunacak?..

Baudrillard ile başladık, onunla noktalayalım:

“Daha iyi haber verebilmek için, daha iyi toplumsallaştırmak için, kitlelerin kültürel düzeylerini yükseltmeye çalışmak için, vb. vb. Hepsi palavra. Çünkü kitleler, bu akılcı iletişim zorlamasına insanı aptallaştıracak bir biçimde karşı koymaktadırlar. Onlar anlam yerine gösteri istemekte (…) içinde bir gösteri olması koşuluyla tüm içeriklere tapmaktadırlar.”*****

*Jean Baudrillard, Fatal Strategies, Pluto Press, 1990, s. 43.
**Hakan Ergül, Televizyonda Haberin Magazinelleşmesi, İletişim Yayınları, 2000.
***Tayfun Atay, “Meşhuriyet Çağı’nda X ve Z Kapışması: Kuş Uçuşu”, Hayallerimizin Seyir Defteri içinde, Oğlak Yayınları, 2023.
****Neil Postman, Televizyon: Öldüren Eğlence (Çev. O. Akınhay), Ayrıntı Yayınları, 1994 s. 99.
*****Jean Baudrillard, Sessiz Yığınların Gölgesinde ya da Toplumsalın Sonu (Çev. O. Adanır), Ayrıntı Yayınları, 1994, s. 12.

Parolanı mı unuttun?

Kullanıcı adını ya da e-posta adresini gir. Sana bir e-posta göndereceğiz. Oradaki bağlantıya tıklayarak parolanı sıfırlayabilirsin.

Your password reset link appears to be invalid or expired.

Giriş

Gizlilik Politikası

Add to Collection

No Collections

Here you'll find all collections you've created before.