Kapital Medya Londra, Birleşik Krallık’tan bildiriyor.
Demokrasiye yönelik güven küresel olarak düşüş gösterirken, seçmenlerin demokratik-parlamenter süreçlerle “vakit kaybetmeyen” güçlü liderlere olan desteği artarken ve göç fenomeni aciliyetini korurken siyasetin ve toplumların geleceğini düşünmeye her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var. Batı’da ve Doğu’da politik kurumların işlevini yitirmesi, yalan haberlerin yükselişi ve son iki yılın genel seçimlerinde popülist, milliyetçi, göçmenlere sert cepheler alan ve küreselleşme karşıtı siyasi partilerinin seçmen desteğini artırması kültürel ve ekonomik kutuplaşmanın farklı ülkelerde yaşanan ortak sorunlar olarak karşımıza çıktığının bir göstergesi. Bugün siyasi tartışmalara her ülkede benzer başlıklar yön veriyor: gelir eşitsizliği, güvenlik & sınır kontrolü sorunları ve göçmen krizi.
Tüm bu sorunları tartışmak üzere 21 ülkeden siyasetçi, akademisyen, kampanya yöneticisi ve pazarlama profesyonelini bir araya getiren 23. Avrupa Siyasi Danışmanlar Derneği (European Association of Political Consultants – EAPC) buluşması “Kutuplaşma” teması altında 13-14 Mart tarihlerinde Londra’da gerçekleşti. Delegeler, kutuplaşma sorunlarının üstesinden hangi kampanya araçlarını kullanarak gelebileceklerini, düşük oranlarda seyreden seçmen güvenini yeniden nasıl tesis edebileceklerini, gelecek seçimlerde izlenmesi gereken yöntemleri, kadın seçmenlere yönelik stratejileri, hakikat sonrası bir çağda rasyonel tartışmanın nasıl yeniden inşa edilebileceğini ve dönüşen anket ve veri analizi tekniklerini tartıştılar; bilgi alışverişinde bulundular. Konferans ve panellere Birleşik Krallık, Hollanda, Almanya, Norveç, Avusturya ve Şili’de gerçekleşen seçimlerinin çıktılarına yönelik atölye çalışmaları eşlik etti.
Yunanistan Eski Başbakanı George A. Papandreou, CHP Ekonomiden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Dr. Selin Sayek Böke, İngiliz İşçi Partisi eski Ticaret ve Sanayi Bakanı Dr. Nigel Griffiths, Amerika Siyasi Danışmanlar Derneği Başkanı Mark Mellman, Kent University Siyaset Bilimi Departmanı’ndan Dr. Matthew J. Goodwin’in de aralarında bulunduğu yüzlerce katılımcıyı ağırlayan etkinlik Kapital Medya Londra tarafından düzenlendi. 23. Avrupa Siyasi Danışmanlar Derneği aynı zamanda bu yıl ikinci kez düzenlenen ve global çapta tüm siyasi kampanyaların katılımına açık olan Polaris Ödülleri’ne ev sahipliği yaptı.
İki güne yayılan yoğun gündemin ardından ilgi çekici olduğunu düşündüğümüz satır başlarını siyasete, siyasi iletişime ve kampanya stratejisi geliştirmeye meraklı olanlar için derledik:
Insights from British Politics Oturumu
Brexit kaçınılmaz ve tamamen öngörülebilirdi. İngiltere’nin hiçbir zaman Avrupa Birliği’yle bir aşk yaşamadığını biliyoruz ama bu gerçeği unutma eğilimindeyiz. Birliğe katılma nedeni çoğunlukla ekonomikti ancak Avrupalı kimliğini hiçbir zaman sahiplenmedi. Üye olduğu 1973 yılını takip eden 30 yıllık süreçte yapılan kamuoyu araştırmalarına göre, İngiltere’de yaşayan halkın “Kendimi Avrupalı hissediyorum” cümlesine verdiği destek en fazla yüzde 16 oranında kaldı. “Remain” kampanyasının en büyük talihsizliği de bu oldu.
Bir başka tarihsel durum daha söz konusu: 1990’ların sonlarında, erken 2000’lerde yenilenen İşçi Partisi işçilerden ziyade aileleri odak noktasına aldı. Bu da kalabalık bir işçi oranının, partinin kendilerini umursamadığını düşünerek uzaklaşmalarına yol açtı. Aralarında UKIP gibi partilere kayanlar oldu. UKIP yalnızca geleneksel işçileri değil, Güney bölgelerinde yaşayan sosyal muhafazakârların da desteğini kazandı. Burada şu ayrımı yapmalıyız: İngiltere’deki popülizmin yükselişi, kemer sıkma politikalarıyla ya da ekonomik gerilemeyle değil, kendilerini sosyal ve kültürel olarak yalıtılmış hisseden ama aralarında yüksek oranda geliri olan ve siyasi elitlerin kendilerine kulak vermediğini düşünen grupların öfkesiyle ilgili. “Remain” kanadının en büyük hatası, yalnızca Londra merkezli ve finansal piyasaların olası riskleri özelinde temellendirilmiş bir kampanya yürütmesi oldu. İngiltere’deki kültürel değişimse, Londra’nın dışında yaşanıyordu. Bir başka sorunsa, İngiltere’nin gelir dağılımını daha adil yaparken hem son 30 yılda kendini siyasi tartışmaları yönlendirebilme gücünü yitirdiğini düşünen bu insanları tatmin edecek hem de ilerici olabilecek bir göçmen stratejisi olmamasıydı.”
Polarisation in Turkey and the Effects on Foreign Relations Oturumu
Türkiye’de yaşanan aslında küresel bir hikâye. Günün sonunda cevaplamanız gereken soru şu: Siz Avrupalılar, demokrasisini yitirmekte olan bir başka ülkeyi önemsemeli misiniz? Bir başka ülkenin daha otoriterliğe savrulmasını umursamalı mısınız? Evet, umursamalısınız. Yalnızca birtakım ortak insani değerler paylaştığımız için değil; bunun aynı zamanda ekonomik sonuçları da olacağı için. Günün sonunda daha az demokrasi daha az refah anlamına gelecek. Paylaşacak daha az kaynak anlamına gelecek.
Burada tartışılan konulardan biri de Avrupa Birliği’nin yalnızca ekonomik bir proje olup olmadığıydı. Avrupa Birliği hiçbir zaman sadece bir ekonomik proje değildi. Dünyaya uzun bir dönem boyunca barış yoluyla istikrar ve güvenlik getiren bir projeydi. Demokrasiyi sürdürebilmek için barışa ihtiyacımız var. Aslında ortak bir çıkarımız var: barış ve istikrar. Yalnızca kendi evlerimizde değil, tüm dünyada. Bu kutuplaşmanın maliyetleri korkular ve güvensizlikler şeklinde ortaya çıkıyor. Birbirimize güvenmediğimizde, birbirimizle ticaret de yapmıyoruz. İçinde yaşadığımız çok katmanlı bu ekonomik sistemde, elinizde tuttuğunuz herhangi bir ürün, içinde belki de 10 farklı ülkede üretilmiş parçalar barındırıyor. Birbirimize güvenmezsek bu ürünü nasıl yaratacağız?
Artık yalnızca ana yurtlarımızı düşünmeyi bırakmalı ve tüm dünyayı ana yurdumuz gibi düşünmeye başlamalıyız. Dayanışma içinde olmamızı gerektiren büyük küresel sorunlarla karşı karşıyayız. Bu koşullar, farklılıkların birbirlerini düşman gibi görmektense aynı masa etrafında oturup, birbirleriyle pazarlık yapabilmelerini gerektiriyor. İklim değişikliğinin etkilerini günden güne hissetmeye başladınız. Hepimiz göç sorunundan günbegün etkileniyoruz. Tüm bunlar uluslararası dayanışma gerektiriyor. Dayanışmanın da güven ortamına ihtiyacı var. Güven de yalnızca kutuplaşma yerine birbirimize bağlı olduğumuzu ve insan olduğunuz hatırlamakla mümkün olacak.
Opening Debate on Polarisation “A Europe Without Borders” Oturumu
Yapmamız gereken, küreselleşmeye insani bir çehre kazandırmak ve yepyeni bir toplumsal sözleşme üretmek. Ama bunu ulusal sınırlarda kalarak yapamayız. Avrupa Birliği bu konuda çok büyük bir sorumluluk üstlenebilecekken, bunu yapmamayı tercih etti. Göçmenler bu ülkelere ucuz işler için gelmiyorlar. Çünkü sermaye işgücünün ucuz olduğu yerlere kendisi gidebiliyor zaten. Vergi cennetleri konusunda bir şeyler yapacak mıyız? Orta ve düşük gelirli vatandaşların ücretlerinden vergi kesintileri yapabiliyoruz ancak bankacılık sistemlerimizin yapısı nedeniyle kazançlarını ülke dışına çıkarabilenlere yasal sınırlar içerisinde bir yaptırım uygulayamıyoruz. Bize sınırlar konabiliyor ama bu sınırlar sermaye için işlemiyor. Serbest ticaret bölgeleri inşa etmemiz gerekiyor elbette ancak buralarda ticaretin adil bir şekilde gerçekleşebilmesini de sağlamalıyız.
Yıllar önce, Yunanistan’daki cunta yönetimi nedeniyle İsveç’te sürgündeyken hem okula gidiyor hem de temizlik işçisi olarak çalışıyordum. Ve temizlik işçisi olarak çalışabilmek için önce bir sendikaya yazılmam gerekiyordu, yasalar bu şekildeydi. Bugün ucuz ve güvensiz işlerde çalışan göçmenleri hangi Avrupa ülkesi sendikalaşmaya yönlendiriyor? Bizler kendi insan kaynağımızın haklarını bu şekilde daraltırken popülizmin yükselmesine şaşırmaya hakkımız yok.
Rise of Fake News in the Age of Polarisation Oturumu
Tıklamalar ve beğeniler üzerine kurulu bir dünyada konumunuzu sürekli yenilemek ve pekiştirmek istersiniz. Tatmin olabilmek için fikirlerinizi giderek daha agresif, daha sert ve daha kutuplaştırıcı bir dil kullanarak belirtme ihtiyacı duyarsınız. Yankı odalarının kutuplaştırma eğilimleri var. Buralarda önemli olan, rasyonel bir tartışmayı kazanmak değil, ego merkezci sert söylemlerle sesinizi duyurabilmektir. Dolayısıyla sessiz kalmış ve zayıflıklarıyla bizim bireysel güç algımızı artıracak kişilerin peşine düşeriz. Yalan haberler kamusal alanın bu kutuplaşmış durumunun bir nedeni değil. Yalan haberler, teknolojiyi kullanma biçimimizin doğal bir sonucu.
Yalan haberlerin bu kadar yaygınlaşmasında teknik nedenlerin yanı sıra kültürel gerçekler de var elbette. Yalan haberlerin karşıtının gerçekler olduğunu düşünürüz değil mi? Ama gerçekler pek sevimli şeyler değildir. Gerçekler size bir gün öleceğinizi söyler. Gerçekler size hiçbir zaman olmak istediğiniz kadar zengin olamayacağınızı söyler. Neden gerçekleri isteyesiniz ki? Ama gerçekler faydalıdır. Örneğin bir köprü inşa ederken gerçeklerden arındırılmış bir tartışma yürütemezsiniz. Kültürel arenada enteresan bir şey oldu yakın zamanda. Eskiden komünist dünya ve kapitalist/demokratik dünya kendi hakikatlerini sunarak tartışırlardı. Belki çarpıtılmış, belki manipüle edilmiş hakikatlerdi bunlar ancak her iki taraf da neyin doğru neyin yanlış olduğuna dair köklü bir anlayışa sahipti. Bugünse tarafların hiçbiri buna ihtiyaç duymuyor sanki. Artık iki taraf da birbirinin yalan söylediğini biliyor ve bunu bu şekilde kabul ediyor. Kim Donald Trump’ın basit bir yalancı olduğunu öne sürebilir ki? Hakikat sonrası bir dünyada yaşamaktan libidinal, karnavalesk bir keyif alıyor neredeyse. Yani geleceğe dair net, berrak bir vizyon çizen ideolojileri kaybettiğimiz için toplumda da hakikatlerin tartışabileceği ortak zeminler giderek yok oldu. Örneğin Polonya ve Macaristan’da Avrupa Birliği’ne girene dek hakikat temelli bir süreç yürütüldü; bu ülkeler birliğin temellerine uygun yasal düzenlemeleri yapmaları gerektiğini biliyorlardı. Birliğe girdikten sonraysa, artık yönelecek yeni bir hedef kalmadığı için komplo teorileriyle, nostaljik bir geçmiş özlemiyle hareket eden, Putin’e öykünen bir çizgiye girdiler.
Bir yanda elimizdeki teknolojileri nasıl kullandığımızla şekillenen teknik sorunlar diğer yanda da ortak bir gelecek vizyonunu yitirmemizle ortaya çıkan çok daha tarihsel ve kültürel sorunlar… Belki de yankı odalarının nasıl çalıştığını, insanların buralarda nasıl kümelendiğini ve yalan haberleri neden tükettiklerini anlamamızı sağlayacak veri analistleriyle, formülasyonun diğer tarafından bulunan gerçek gazetecileri bir araya getirip tartışmalarını sağlamalıyız. Böylelikle hakikatlerin yön verdiği bir arenayı yeniden inşa edebiliriz belki de.
Digital Approaches in the Age of Polarisation Oturumu
Kutuplaşmanın dijital mecralarda artmasının önüne geçmek için neler yapabiliriz? Bana kalırsa pek çok siyasetçinin ve siyasal danışmanın yaptığı hataların başında sosyal medyayı tepeden inme, tek yönlü bir yayıncılıkla eş tutmaları geliyor. Bunu da çok sevdikleri mikro-hedefleme ile yapıyorlar genellikle.
Mikro-hedefleme herkesin bayıldığı, akıllı, kişiselleştirilmiş içerikler sunabilen harika bir yöntem. Ama ben belki sektörel kültürümüzden dolayı biraz fazla kullandığımız fikrindeyim. Öncelikle kendimize şu soruyu sormalıyız: İnsanlar neden Facebook’a girerler? İnsanlar Facebook’a sosyal ağlarında bulunan ve güvendikleri insanlarla konuşmak için girerler; yani çift yönlü bir diyalog yürütmek için, bizim mesaj bombardımanımız için değil.
Bizler Facebook’u sosyal bir network’tense, bir medya aracı olarak görmeye devam ettikçe bizim mesajlarımızı duymaya daha isteksiz olacaklar. Kurumlara ve medyaya olan güven global olarak düşerken, bunu yapmamız bana kalırsa güvensizlik ortamını besliyor. Facebook bunu anladığı için kullanıcılarının News Feed’ini genellikle kendi çevrelerinden insanlara dair gelişmelerle dolduruyor. Ama bence iyi tasarlanmış sosyal medya kampanyaları da bunu anlıyor. Mikro-hedefleme yaptıkları kampanyalarda, mesajlarının ardında gerçek insanlar yer alıyor ve insanlarla etkileşime geçiyor, onları dinliyor ve onlara yanıt veriyorlar. Mesajı yukarıdan iletmektense, gerçek bir sohbet başlatıyorlar. Kutuplaşmanın bu kadar yoğun olduğu bir çağda dijital medyayı televizyon ya da doğrudan mail platformu gibi kullanmaktansa, kapı kapı dolaştığımız ve oturup birlikte kahve içtiğimiz modellere öykünerek kurgulamalıyız. Yani dijitalin imkânlarını geleneksel anket yöntemleriyle birleştirmeliyiz. Bunu yapabilirseniz, insanların güven sorunlarını da geride bırakmış olursunuz.
Harnessing the Power of Women’s Vote Oturumu
Toplumsal cinsiyeti düşündüğümüzde genellikle kadını ve erkeği düşünürüz. Neyse ki şanslıyız; toplumdaki dağılımları neredeyse yarı yarıya. Bu iki gruba seslenirken, bu grupların kendi içlerindeki farklılıkların, birbirlerine nazaran sahip oldukları farklılıklardan çok daha fazla olduğunu unutmamalıyız. Yani kadınların kendi içlerindeki varyansları, bir kadın ve erkek arasındakinden çok daha derin olabiliyor. Bu yüzden hedef kitlesi olarak bir toplumsal cinsiyeti seçmiş olanlar bilsinler ki daha belirsiz, muğlak ve aşırı-basitleştirilmiş başka bir hedef kitle olamaz.
Örneğin 2017 İngiltere Genel Seçimlerindeki seçmen davranışlarını toplumsal cinsiyet özelinde incelerseniz, oyların dağılımının her iki cinsiyet için de benzer seyrettiğini görürsünüz. Ancak buna “yaş aralığı” gibi bir değişken eklerseniz radikal farklılaşmalara tanık olursunuz. Dolayısıyla siyasi stratejilerimizi kurgularken toplumsal cinsiyet faktörünü muhakkak mesajlarımıza taşımalıyız ancak bir yandan da toplumsal cinsiyetin seçmen davranışında belirleyici bir değişken olmadığının farkında olmalıyız. Demografik ve psikolojik faktörler hedef kitlelerimize ileteceğimiz özel mesajlarda çok daha etkin olacaktır.
Peki, siyasi kampanyalarda toplumsal cinsiyet faktörünün etkili olduğu alanlar nelerdir? Adayların cinsiyeti kadar, sahada çalışan gönüllülerin ve aktivistlerin cinsiyetlerinin kadın oluşu, kadın seçmenleri etkileyebiliyor. Yani mesajı yayan kişinin cinsiyeti önemli.
Kullanıcı adını ya da e-posta adresini gir. Sana bir e-posta göndereceğiz. Oradaki bağlantıya tıklayarak parolanı sıfırlayabilirsin.
Here you'll find all collections you've created before.