MediaCat

Antropoidlerden androidlere: İnsanın serencamı*

Günümüzde insan yeryüzünün hem “Kayzer”i hem de “kanser”i haline gelmiş durumda. Kültürel yetkinliği ile antropoid insanın bugün geldiği aşamada ise karşımızda androidler var.

Arkeolojik-antropolojik veriler ışığında yeryüzünde yaklaşık 2,5 milyon yıldır var olduğunu söyleyebileceğimiz insanın tarihini özetleme yolunda birkaç “kestirme” başlık önermek mümkün. Söz gelimi uzamsal, yani “yaşam alanı” bakımından insanlık tarihi, mağaradan mağazaya (AVM’lere) bir yolculuktur. Tinsel, yani manevi bakımdan, doğadan duaya bir yolculuktur. Özdeksel, yani maddi (ve teknolojik) bakımdan taştan toprağa, oradan demire ve an itibarıyla plastiğe yolculuktur.

Bunların hepsini kapsamına alacak şekilde, kültürel bakımdan da “antropoidlerden androidlere” yolculuktur.

***

Antropoidlerle kastedilen, zoolojik bakımdan insanın da içerisinde yer aldığı iri cüsseli maymunlar grubu. İngiliz biyolog George Mivart’ın 1864’te Londra Zooloji Derneği’ne sunduğu bildiriye kadar izi sürülebilecek bu terim, Yunanca insan demek olan “anthropos” tan türetilmiş olup “insan-biçimli” anlamına gelmekte. Mivart, terimi topluca “primat” olarak adlandırılan maymun türlerini iki alt gruba ayırma yolunda işlerliğe sokar. Lemur, galagos, tarsiyer gibi küçük cüsseli maymunları “Lemuridae”; şempanze, goril, orangutan, babun gibi daha iri cüsseli ve anatomi- morfoloji itibarıyla insanı andıran maymunları ise “insan-maymun” da dahil olmak üzere “anthropoidea” adı altında sınıflamayı önerir. O gün bugündür bu terimler kullanımda ve insan, antropoid maymunlar dünyasının bir parçası addedilmekte.

Ama tabii o dünyadan sökün eden insan, iki ayağı üzerinde dik durabilir hale geldikten sonra serbest kalmış elleri ile beyninin etkileşiminden çıkış bulan “kültür” yetkinliğiyle kabına sığmadı ve bugün, yeryüzünün hem “Kayzer”i hem de “kanser”i haline gelmiş durumda.

İşte kültürel yetkinliği ile antropoid insanın bugün geldiği aşamada da karşımızda androidler var.

***

Android üzerine, yukarıda antropoid bahsinde uzun uzadıya sunulana benzer bir açıklamaya sanırım gerek yok; o, hepimizin malumu. Yine de insanlık tarihine ilişkin “antropoid-android” ses benzerliği temelinde ürettiğim “kestirme” tespitle ne kastettiğimi netleştirmek için şunları sıralayayım: İnsan yaşam alanında bugün anatomi- morfoloji itibarıyla ona benzer antropoid maymunların çoktan kayıplara karıştığı noktada, yalnız anatomisi- morfolojisiyle değil zekâsıyla da insan-benzeri hatta giderek insanı-aşkın olma ihtimali tartışılan robotlara atfen “android”i kullanıyorum. Yapay zekânın, plastik ya da sentetikten de olsa “ete-kemiğe” insan formunda bürünmüş (androidin yanı sıra “humanoid” de denilen) formunu kastediyorum. Kurgusal-fantastik yönde de 2015-2018 arasında seyre sunulmuş İngiliz dizisi Humans’taki (sentetikten kısaltmayla) “Synth”leri çağrıştırmak istiyorum.

İsveç dizisi Real Humans’tan çıkış bulmakla birlikte ondan daha büyük ilgi görmüş Humans, insan-yapay zekâ etkileşimini konu alan ve bir ucuna pek çok yapımın yanı sıra The Matrix film dizisinin de yerleştirilebileceği bilimkurgu yelpazesinin karşı(t) ucunda yer alır. Bu söylediğimi açmam gerekir. Ama onu yapmadan önce, biraz daha geriye gidip Stanley Kubrick’in 2001: A Space Odyssey’ine değinmek istiyorum. Tabii bunun da nedeni var.

***

İnsanın “akıllı robot”larla ilişkisini temalaştıran bilimkurgu çığırının sinemada önünün Alman yönetmen Fritz Lang’ın sessiz filmi Metropolis (1926) ile açıldığı söylenebilir. Bu çok sayıda yapıt arasında Kubrick’in 2001: A Space Odyssey (1968) filmi, bir yönüyle tam da yazımızın başlığına karşılık gelen kurgusal akışla ayırt edilir. Bilenler bilir, film, insanlığın doğuşuna ilişkin çok çarpıcı sekanslarla başlar ve yukarıda özetlediğimiz doğrultuda insanın bir antropoid maymun olduğunun kaydı düşülür. Sonra, doğaüstü/tanrısal güç simgesi olarak sunulan bir siyah dikilitaş (monolith) “inayeti” ile o antropoid maymunun, kendisine tehditleri yok etme yolunda silaha (“alet”e) dönüştürdüğü bir kemiğin, evrenin fethine yönelmiş uzay gemisine evrildiği unutulmaz bir ağır çekim geçiş vardır. Antropoid maymunun “doğal” maddeyi alet haline getirmesiyle başlayan “kültürel” insanlaşma süreci, uzayda yol alan bir gemiyle ivme kazanmıştır ve bir android, “Hal”, iki astronottan oluşan mürettebata bu serüvende eşlik etmektedir. Ayrıca gemide daha sonra uyandırılacak, dondurulmuş durumda üç astronot daha vardır.

Gemide gerekli hemen her işi yapan “Hal”, bazı aksaklıklar üretmesi nedeniyle kendisini devre dışı bırakmak istediklerini fark ettiği iki astronottan birini uzayın karanlıklarına (ölüme) yollar, uyutulup dondurulmuş üç astronotu da öldürür. Son kalanı da öldürmek ister ama başaramaz. “Hal”in denetimden çıkıp ölümcülleşmesi karşısında paçayı güçlükle kurtaran bu astronot, androidin beynine “teknik müdahale” ile onu etkisiz hale getirmeyi zar zor da olsa başarır.

***

Hemen bir “sıçrama” ile devam edelim: 2001: A Space Odyssey’deki “Hal”in intikamını almak, belki de arzusunu gerçekleştirmek, 30 yıl kadar sonra vizyona giren The Matrix’de (1999) bir başka android “Ajan Smith”e nasip olacaktır!..

The Matrix, androidlerin insanlığı alt ettiği ve insanları bir sanal-sanki- sahte (“simülatif”) gerçeklikte yaşama yanılsaması içinde tutsaklaştırıp kendilerine “enerji kaynağı” yaptıkları bir akışla karşımızdadır. Sonuçta bu kurmaca da seyirciyi sinema salonundan insanlığın mutlak yenilgisiyle bağlantılı berbat bir ruh haliyle göndermez tabii. Yine de tablo iç karartıcıdır. Film bize dünyada mevcut tekno-ekonomi- politik işleyişle doğru orantılı olarak giderek “makineleşmiş” insanlığın, “insanlaşmış makineler”le yer değiştirme ihtimalinin yabana atılamayacağı mesajını belirgin şekilde verir. İnsan zihninden daha randımanlı ve üstün kapasiteli makinelerin üretiminden öte, yapay zekânın insan zekâsını bastırıp ezecek noktaya varmasına ramak kaldığını düşünmeye de kışkırtır.

***

The Matrix benzeri kurgular sinemada ve dizilerde “Eyvah, kaçın, makineler geliyor!” şeklinde betimlenebilecek felaket tellallığının ticari getirisiyle bağlantılı olarak bol bol üretildi. Üretilmeye de devam ediliyor. Kanımca bu bakımdan istisna sayılabilecek bir yapım, başta da vurguladığım üzere Humans dizisi. Aslında onda da androidlerin insanlık için bir tehdit oluşturduğuna yer yer dokunuşlar bulmak mümkün ama bütünlüklü bir bakış, hikâyenin tam tersi bir yörüngede ilerlediğini aşikâr kılar: Anlatılan, androidlerin insana bir tehdit değil, fakat insanların androidler için bir tehdit olduğudur!..

Humans, yakın olması hayli muhtemel bir gelecekte, zekâsı insanı-aşkın androidlerin kitlesel ölçekte hemen her işte hizmete koşulduğu bir hayatın seyrine bizi davet eder. Karşımızda, neredeyse Eski Roma’yı andıran bir köleci toplum düzeni vardır. Köleleştirilmiş yığınların insan değil android, dizideki adlandırmayla Synth (“sentetikten insan”) olduğu bir düzendir bu… Ve o hep konuştuğumuz en korkulan olur, Synth’ler bir de bilinç kazanmaya başlarlar. Artık her şeyin farkındadırlar; insanlar tarafından köleleştirilmiş olduklarının da, insanlardan daha üstün bir zihinsel (aynı zamanda fiziksel) kapasiteye sahip olduklarının da…

İşte tam bu noktada dizi bizi “ters köşe” yapmaktadır. Aralarında bazı kötü örnekler olsa da Synth’ler, bir taraftan elbette kendi özgürlüklerinin peşinde koşarken, diğer taraftan insanlarla birlikte ve içli-dışlı halde barışçıl bir dünya arzusu içindedirler. Ne kendilerinin insanları ne de insanların onları ötekileştirdikleri bir hayatın mümkün olduğuna inanmakta ve hem insanları hem de kendi türlerinin ayrılıkçılarını buna ikna etmeye çalışmaktadırlar.

Ama olmaz. Synth’ler insana yenilirler. Dizinin finalinde baş karakterlerden Mia’nın (Gemma Chan) insanlar tarafından tahrip edilip işlerliğini kaybetme (isterseniz “katledilme” diyebilirsiniz!) noktasında “Barış-Barış-Barış” diye ses çıkardığını (“inlediğini”) hüzünle izleriz!..

***

Humans’ta “kıssadan hisse” şudur: Sorun, yapay zekânın kontrolden çıkma ihtimali ve bunu önlemek için insanın ne yapıp yapmayacağı değil. Sorun, insan zekâsının zaten çoktan büyük ölçüde kontrolden çıkmış olup daha da korkunç şekilde kontrolden çıkıp çıkmayacağı ve belki, bunu önleme yolunda yapay zekânın yapabileceği bir şeyin olup olmadığı!..

Yukarıda kaydetmiştik ya, Fritz Lang’ın 1926 yapımı abide filmi, antropoid-insan ve android-makine etkileşiminin düşlemine sinemadan ilk örnek sayılabilecek Metropolis’ten, tüm tartıştıklarımızı temize çeken bir epigramla noktalayalım:

“Eller ile aklın arabulucusu, kalp olmalıdır!”

*Serencam sözcüğü bazı okurlara yabancı ya da duyulmadık gelebilir. Türkçeye Farsçadan girmiş bu sözcük, hem “son” hem “bir şeyin an itibarıyla son noktası” hem “serüven” hem “başa gelen” hem de “olay” anlamlarını topluca taşır. Başlıkta onu kullanmamın sebebi, bu anlam zenginliği.

Parolanı mı unuttun?

Kullanıcı adını ya da e-posta adresini gir. Sana bir e-posta göndereceğiz. Oradaki bağlantıya tıklayarak parolanı sıfırlayabilirsin.

Your password reset link appears to be invalid or expired.

Giriş

Gizlilik Politikası

Add to Collection

No Collections

Here you'll find all collections you've created before.