Siyasi Danışman & İletişim Stratejisti Derin Koçer, Türkiye’yi derinden sarsan depremlerin ardından kriz anlarında güçlü liderlik için adımların “topluma rağmen” değil “toplumla beraber” atılması gerektiğine parmak basıyor.
“Kriz anlarında kendini çaresiz hissedenlerin ve otorite figürlerinden aklıselim yönlendirmeler duyamayanların panik içinde kendi çıkarlarını düşünmeleri ve dayanışma yerine öfkenin yükselmesi kaçınılmazdır. Zira kitleleri güven yönlendirir. Güveni bir kere kaybederseniz, kitlelerin kontrolünü de yitirirsiniz” diyen Derin Koçer, MediaCat için kaleme aldığı son yazıda kriz anlarında güçlü bir liderlik örneği sergilemek için atılması gereken adımları formüle ediyor.
İkinci Dünya Savaşı’nın ortasında, Britanya Başbakanı Winston Churchill’in başkent Londra’nın Nazi uçakları tarafından bombalanacağını öğrendiğinde verdiği ilk emirlerden biri, şehrin dışına onlarca tımarhane inşa etmekti. Churchill, aylarca düşman bombardımanı altında kalacak Londra’da toplumun kitlesel bir şekilde aklını yitireceğini ve hayatta kalma dürtüsüyle hareket eden kitleler yüzünden şehirde suçun kontrol edilemez hâle geleceğini düşünüyordu.
Başbakan, jenerasyonunun ünlü toplumsal psikoloji düşünürü Gustave Le Bon’un “Kitleler Psikolojisi” kitabını okumuştu. Le Bon, panik anlarında kitlelerin kontrol edilemez bir bireyselleşme sürecine girdiğini, bu yüzden de kendi hayatta kalma dürtüleriyle toplum olmayı bıraktıklarını iddia ediyordu.
Oysa hayat, teoriyi yalanladı. Rutger Bregman, “Humankind: A Hopeful History” adlı kitabında bombardıman altındaki Londra’da suçtan ziyade dayanışmanın, panikten ziyade soğukkanlı direnişin ve akılsızca bireyselleşmeden ziyade toplumsal direncin yükseldiğini gösterdi. Kent merkezinde çatısına Nazi bombası düşmüş bir pub, “Havadar barımıza bekleriz” diyordu. Londra’nın çeperlerine inşa edilen tımarhaneler, hastane olarak kullanıldı.
Bu tarihsel anlatı, kriz anlarında toplumsal davranışları anlamak açısından önemli bir pusula. Zira liderler, Churchill’in zamanında düştüğü yanılgıya kapılıp, topluma güvenmek yerine toplumdan korkmaya, kitlelerle de bu çekingen ilişki üzerinden konuşmaya yeltenebiliyorlar. Ülkemizin yaşadığı büyük afet için de geçerli bu.
Bu afetle mücadele etmek konusunda birincil sorumluluğu olan hükümetin topluma güvenerek ve kitleleri kriz yönetiminin bir parçası kılarak bu sürece liderlik etmesi gerekirdi. Ne yazık ki bu olmadı. Oysa güncel kitle psikolojisi araştırmalarının otorite isimlerinden John Drury, toplumların böylesi anlarda bir araya gelerek, harmoni içinde hareket ettiklerini gösterir.
Örneğin, New York’ta 11 Eylül saldırılarının ardından itfaiye kadar İkiz Kuleler’de bulunanlar da insanları kurtardı. Binadakiler “panik” olmadı, kendi kendilerine bir acil çıkış süreci uyguladılar. Türkiye’nin yaşadığı boyutta bir afet karşısında da liderlerin topluma güvenip, ülkenin her yanından insanları arama kurtarma çalışmalarına destek vermek için seferber etmesi gerekirdi. Ama görünen o ki bu çağrının ortaya çıkaracağı “devletin çaresizliği” algısından kaçınıldı.
Benzer şekilde hükümetin kriz iletişimi de topluma güven duymuyordu. İnsanlar bölgedeki gazetecilere yardım çığlıkları atarken “Her yere ulaşıldı” diyen yetkililer, afetin vurduğu illerde gıda ve barınma sorunlarının çözümüne dair yol haritasının bilinmezliği, kimi sivil toplum kuruluşlarına yönelik saldırgan dil ve benzeri çelişkili ifadeler güveni zedeledi. Yağmalama haberlerinin, göçmenlere yönelik nefret söyleminin hızla artması da çoğunlukla bu iletişimsizlik yüzündendir.
Kriz anlarında kendini çaresiz hissedenlerin ve otorite figürlerinden aklıselim yönlendirmeler duyamayanların “panik” içinde kendi çıkarlarını düşünmeleri ve dayanışma yerine öfkenin yükselmesi kaçınılmazdır. Zira kitleleri güven yönlendirir. Güveni bir kere kaybederseniz, kitlelerin kontrolünü de yitirirsiniz.
Bir diğer büyük afet ise topluma güvenmek ve krizi yönetmek yerine toplumsal algıyı biçimlendirmeye çalışmak elbette. “Asrın Felaketi” gibi kampanyaların başlatılması, Twitter ve Ekşi Sözlük’e erişimin kısıtlanması, RTÜK üzerinden haber kanallarına şekil verme çabası bu algı çalışmasının en bariz örnekleriydi. Nafile.
Kitlesel propagandanın en yaygın ve güçlü olduğu dönemlerden alınması gereken dersi Tarihçi Ian Kershaw açıkça ortaya koyuyor: Propaganda çoğunlukla kitlelerin fikrini ve değerlerini değiştirmeye değil, var olan yargıları güçlendirmeye yarar. Tam da bu sebeple kriz anlarında toplumların çoğunluğu propaganda üzerinden ikna edilmeyi değil, liderlik görmeyi bekler. Propaganda, siyasete angaje kesimlerin algısı için yapılır. Bazen içten gelen bir cümlelik özür, binlerce çalışan üzerinden koordine edilen bir kampanyadan daha ikna edicidir.
Kriz anlarında topluma rağmen değil, toplumla beraber liderlik eden liderler hem güven tesis eder hem de sahadaki gelişmelere yön verme kabiliyetini kazanırlar. Bu güven ilişkisi kurulamadığı zaman yönetilen kriz değil, algılardır. Bu yüzden de alandaki gelişmeler yeterince hızlı ilerlemez, yardımlar dahi kutuplaşır, alanda paniği andıran yeni krizler çıkar ve bütün organizasyon topallar. Ne yazık ki yaşadığımız büyük afet karşısındaki güçsüzlüklerimizden biri de buydu. Bir olabilirdik. Olamadık. Topalladık.
Kullanıcı adını ya da e-posta adresini gir. Sana bir e-posta göndereceğiz. Oradaki bağlantıya tıklayarak parolanı sıfırlayabilirsin.
Here you'll find all collections you've created before.