İki sıradışı mimar ve ekolojik toplum ihtimalleri

Deneyselliğin yeni gelecek ihtimallerini yokladığı bir alanda, biyoteknoloji ve mimarinin buluştuğu yerdeyiz…

İki sıradışı mimar ve ekolojik toplum ihtimalleri

Geçtiğimiz aylarda Geberit’in sekizincisini düzenlediği Zamanın Ötesinde Tasarım Kâşifleri etkinliği için İstanbul’a gelen Londra merkezli mimarlık ve inovasyon firması ecoLogicStudio’nun kurucu ortakları Claudia Pasquero ve Marco Poletto’yla buluştuk. İkili uzun yıllardır kendi deyimleriyle “iki simyacı bir araya gelip türlü gariplikler yapıyor” şeklinde yorumlanan nadir bir alanda projeler gerçekleştiriyor. Mimari ve biyoteknolojinin nasıl bir araya gelebileceği üzerine bir gelecek kurgulayan ikilinin, materyale içkin hale geldiğini söyledikleri yapay zekâ ise türlü ihtimaller açıyor önlerinde.

Stüdyonuzla başlayalım. ecoLogicStudio’da farklı disiplinleri nasıl yan yana getiriyorsunuz?

Marco Poletto: Stüdyomuz için bir mimarlık ve tasarım inovasyon pratiği diyebiliriz, mimarlık ve biyoteknolojinin kesişim noktasında faaliyet gösteriyoruz. Temas ettiğimiz disiplinler hayli çeşitli. Dijital tasarım bu yelpazenin önemli bir kısmını oluşturuyor. Sıklıkla bilgisayar bilimcilerle işbirliği yapıyoruz. Elbette işin bir de biyoloji ve biyoteknoloji kısmı var ki bizim ilgi alanımızın büyük bir bölümünü işgal ediyor.

Biyotasarım çözümlerini “alternatif bir yol” olarak görmeye meyilliyiz. Çevreci çözümler kullanılmış bir mekân gördüğümüzde bir laboratuvar gibi inceliyoruz. Bu çözümler gündelik yaşamın “normal”lerine nasıl karışacak?

MP: Bunu bir deneme tezgâhından çıkarıp günlük rutin haline getirmek, kültürel bir değişim gerektiriyor. Yalnızca teknolojik gelişmelerden bahsetmiyorum. Modernitenin gelişimine bakın. Tarih boyunca sağlıklı ve güvenli şehirler yaratabilmek sürecin önemli bir parçasıydı ve uzun yıllar aldı. Bölgelere ayrılma ve planlama yapma, üretim bölgelerini yaşam alanlarından ayırma, endüstriyel kirliliğin etkisini azaltma süreç içinde gelişti. “Modern ev” olarak tanımladığımız yer temiz, pırıl pırıl, kusursuz, minimal bir imgeye eşdeğer hale geldi. Şehirlerin yoğun ve büyük yapısı, bazı çözümlere olan ihtiyaçları doğurdu. Bakteri, mantar ve benzeri organizmaların faydalarını kullandığımız tasarım çözümleri iç mekânlarda yer almaya başladı.

Tüm bunların zaman alması son derece normal. Ancak şunu söyleyeyim, yaptığımız pilot projeler ve denemeler, provokatif çözümler ya da alternatif bir dünyaya dair vizyon ortaya koymak için yaptığımız şeyler değil. Aksine, ihtiyaç duyduğumuz teknolojiler için önemli adımlar. Bunun yanında bu yeni bakış açısının herkesin hayatına dahil olması kültürel bir gelişmeyi de gerekli kılıyor. Aşmamız gereken şeyler var ancak biz bu işi 20 yıldır yapıyoruz. İlk 10 yıl insanlar bize “iki simyacı bir araya gelip türlü gariplikler yapıyor” diye bakıyordu. Ancak özellikle son beş yıldır büyük endüstrilerle ve kurumlarla birlikte çalışıyoruz. Ve müşterilerimiz bunu “deneysel şeyler yapmak için” değil, gerçekten ortaya bir niyet koyarak yapıyorlar. Bu yüzden bu bakış açısının daha büyük kitlelere yayılması için tarihin önemli bir noktasında olduğumuzu söyleyebilirim. Önce iç mekânlar, ofisler; sonra sıra şehirlere gelecek…

Öğrencilerin biyomimariye olan ilgisi nasıl?

Claudia Pasquero: Öğrenciler de toplumun bir katmanını oluşturuyor. Lisans öğrencilerinde büyük bir ilgi var, doktora gibi ileriki seviyelerde ise küçük bir akademik grubun denemeler yapmak için güçlü motivasyonları var. Ancak Marco’nun dediği gibi bunların olgunlaşması için teknolojik değil kültürel bir değişime ihtiyaç var. Teknoloji elimizde, peki bunu nasıl uygulayacağız? Üretimi yeni bir çevre anlayışına nasıl entegre edeceğiz? Politikacılar bu meseleyi yalnızca rakamlar üzerinden ele alıyor. Oysa ekoloji, hayatımıza sosyal, estetik ve zevkler ölçeğinde katkılar sunar. Ekolojik bir toplum olabilmek için meselenin daha derinlerine inmeliyiz.

MP: Bizim bu konuları ders programlarına dahil edebilmemiz dahi 10 yılımızı aldı. Akademideki genel mantık şu, mimarsan bina yaparsın. Peyzaj mimarıysan bahçe yaparsın, bitkileri organize edersin, bina yapmazsın. Planlamacıysan şehrin nasıl düzenlenmesi gerektiği konusunda fikrin olduğu varsayılır ama peyzaj, dağlar, kirlilik, nehirler senin ilgi alanın değildir (!) Tüm bu önyargılar arasında mekik dokuyarak 10-15 yıl geçirdik. Claudia hâlâ peyzaj mimarisi üzerine ders veriyor çünkü akademide biyotasarım gibi bir alan yok.

Sanırım geldiğimiz noktada bu tip silolaşmaların, bugünkü şehir anlayışının karmaşıklığıyla baş etmek için çok indirgemeci olduğunun farkına varabildik. İstanbul bu noktada mükemmel bir örnek. 20 milyon kişinin yaşadığı bir yer burası. Antropologlar, biyologlar, planlamacılar… Disiplinlerarası bir düşünme biçimine geçmediğiniz sürece bu karmaşıklıkla başa çıkamazsınız. Elbette zaman alacak. Her zaman kendi sektöründe ya da organizasyonunda bu tür şeyleri zorlayan, deneyen, ilham veren liderler olacak, olmak zorunda.

Şehirleri, insanlığın yaptığı en büyük buluş olarak görürdüm ancak şehirler artık yalnızca “insan yapımı” değil. Kendi doğaları, kendi ekosistemleri var. Bizim “kentsel alan” (urban sphere) dediğimiz yeni bir katman var artık. Gelecekteki en büyük şansımız bu yeni katmanda yaşam kurabilmek.

Geleceğin şehirleri konseptine dair bakış açınız ne?

CP: Dördüncü Sanayi Devrimi’yle birlikte yaşadığımız şey, yeni çevre ve biyoteknoloji anlayışı üzerinden bireylerin, daha gelişmiş bir ekoloji ve ürün bilgisine sahip olmasıydı. Böylelikle modernitenin konforunu, modernite öncesi şehirlerde var olan ekoloji perspektifiyle entegre edebildik. Yani bizim önerdiğimiz “geleceğin şehri” konsepti daha ilişkisel bir modele dayanıyor.

Yapay zekâ bu anlayışı nasıl besliyor?

MP: AI her ne kadar yıllardır elimizin altında olsa da artık her zamankinden daha yaygın. Teknolojinin materyalle bu denli iç içe geçmiş bir hal alması, kullanıcıların da onunla daha derinlikli bir iletişim kurmasına imkân sağladı. Bir örnek vereyim. Hava kalitesi ve kirliliği uzun süredir konuştuğumuz konular. Ancak şehirlerdeki hava kirliliği başka bir gündem maddesi ve çok büyük bir problem. Artık hava kirliliğini “şehrin kendine has mikroiklimi” olarak da düşünmek mümkün. Kendine has gazlar, partiküller vs. Her şehrin bu şekilde kendine özgü bir mikroiklimi var, bunu koklayabilirsiniz. Bu şekilde Asya ve Afrika’da yer alan iki şehri birbirinden ayırabilirsiniz. Bizler artık dijital görüntüleme ve AI yardımıyla, bu kirliliğe sebep olan ayırt edici özellikleri anlayabiliyor, bunu görsel bir temsile ve dijital haritalara dökebiliyoruz. Yeni tasarım, mimari, altyapı çözümlerine sahibiz; hatta yeni davranış örgülerine de… Artık yaptığımız şeyler havayı temizlemeye çalışmak değil -çünkü böyle bir şey mümkün değil- bir mikroiklim tasarlamak oluyor.

İlgili İçerikler

Parolanı mı unuttun?

Kullanıcı adını ya da e-posta adresini gir. Sana bir e-posta göndereceğiz. Oradaki bağlantıya tıklayarak parolanı sıfırlayabilirsin.

Your password reset link appears to be invalid or expired.

Giriş

Gizlilik Politikası

Add to Collection

No Collections

Here you'll find all collections you've created before.