Dijitalin taşıdığı potansiyel, bizi istediğimiz içeriğe her an her yerden ulaşabileceğimiz, bir şeylerin sahibi olmadan da dünyanın tadını çıkarabileceğimiz bir gelecek hayalinde birleştirdi. Oysa bu hayal hiçbir zaman gerçekleşmeyecekti.
Napster bir saman aleviydi. 1999’un ortasında kurulup 2002’de silinip gitti. Fakat müziğin korsan paylaşımına imkân sağlamasıyla, kısa sürede müzik endüstrisinin paçalarını tutuşturdu. İçerik üzerindeki kontrolünü satışın ardından da sürdürmek isteyen müzik sektörünün türlü kısıtlamalarına bir başkaldırı niteliğindeki Napster’ın yükselişini ve müzik endüstrisinin DRM (Digital Rights Management) olarak anılan kontrol mekanizmasını sıkılaştırmasını en iyi okuyan ise Steve Jobs oldu. Jobs, “İnsanlar dinledikleri müziğin sahibi olmak istiyor” diyerek DRM’e savaş açtı. Apple, iTunes üzerinden cüzi meblağlara şarkı satışıyla yükselirken; Jobs, Apple’ın abonelik modeli sunmayacağını belirtiyordu.
iTunes’tan alınacak birkaç şarkının bedeliyle her ay milyonlarca şarkıya ulaşmak da bir seçenekti. Dönemin abonelik modeli ile ön plana çıkan müzik platformları, daha sonra ortaya çıkıp zirveye yerleşen Spotify ve Jobs’ın öngörüsünün aksine 2015’te Apple tarafından kurulan Apple Music, tam da bunu sunuyordu. Belki şirketler tarafından değil ama teknoloji medyası tarafından kullanıcılara vaat edilen, içeriklerin her an her yerden yüksek kalitede ulaşılabilecek olmasıydı ve
bu vaat sadece müzikle ilgili değildi. DVD kiralama ve yapım şirketleri ile “network” olarak anılan büyük medya kuruluşlarının hayata geçirdiği Netflix, Amazon Prime, Disney+, Hulu, HBO Max gibi platformlar, video içeriklerini (televizyon şovlarını, dizileri, filmleri) de 7/24 erişilebilir kılacakları iddiasındaydılar.

Bu hizmetlere abone olurken düşünülmeyen bazı detaylar zamanla kullanıcılar tarafından değerlendirilmeye başladı ve ortaya çıkan tartışmalar hâlâ, günden güne büyüyerek devam ediyor. Birincisi, hiçbir kullanıcı ödeme yaptığı içeriğin sahibi olmuyor zira sözleşmeler kişisel kullanım sınırlamasının altını çiziyor. İkincisi, platformu kuran şirket ile yapım şirketi arasındaki anlaşma bir eserine o platformdan erişilip erişilemeyeceğini belirliyor. Katalogdan kaldırılan bir şarkı abonelik ücreti ödense bile tekrar dinlenemiyor; daha önce satın alınsa bile tekrar indirilemiyor. Bir platformun bir pazara girişi, süregelen anlaşmalardan etkileniyor. Örneğin bir televizyon dizisi, bir kanalda yayınlanıyor ise platformun orijinal yapımı olsa bile anlaşma süresince platformda yer alamıyor.
Tüm bunlara ek olarak içeriklerin ancak farklı platformlara üye olunarak erişilebildiği, sağlanan akışın sıkıştırma algoritmalarından ötürü genellikle düşük kalitede bir deneyim sağladığı, aksi için kullanıcılarca daha yüksek meblağların gözden çıkarıldığı da biliniyor. Bu pürüzlere en çok dikkat çekenler her ne kadar odyofiller ve sinefiller olsa da tüm son kullanıcıların bir şekilde etkilenmediğini söylemek yanlış olur.
Bir dipnot olarak belirtilmesi gereken, dijital akış platformları öncesi dolaşımda olan CD-DVD ve benzeri fiziksel medyanın sahiplik hissini daha iyi oluşturabilmesi. Elle tutulur bir medyanın genellikle daha yüksek kalitede içerik sağlaması; bölge, medyanın oynatılabileceği cihaz sayısı, kopyalanıp kopyalanamayacağı gibi kısıtlamaların ise görece kolayca aşılabilmesiydi bunu sağlayan.
Adı geçen bu platformlar, her biri farklı modellere ve farklı içeriklere sahip olsalar da kimilerince aynı kategoride, SaaS (software as a service), yani “hizmet olarak yazılım” kategorisinde değerlendiriliyor. Zira başlarda internet üzerinden erişilebilen (indirilerek ya da tarayıcı vasıtasıyla kullanılan), üyelik veya ücretli abonelik gerektiren, kesintisiz bağlantı esasıyla sürekli güncellenen uygulamalar için kullanılmaya başlanan bu isim, zamanla popülerleşerek sınırlarını büyük ölçüde yitirdi. Artık bir hizmetin bir uygulama aracılığıyla verilmesi yeterli görülüyor olacak ki medya sunumundan Airbnb ve Uber gibi paylaşım ve “gig” ekonomilerinin devlerine pek çok şirket, kimilerince bu kategori altında değerlendiriliyor.
Ortaya koydukları yaklaşımla bahsi geçen gelecek tahayyülünün önemli bir parçası olan şirketler, dijital platformların aksine kullanıcıların sisteme daha fazla dahil olmaları için çaba göstermeleriyle biliniyorlar. Airbnb, insanları sadece başkaları tarafından sağlanan konaklama imkânını kullanmak yerine, sahip oldukları mekânları konaklamaya açmaya davet ederken; Uber, insanları, Uber ile seyahat etmekten ziyade, boş vakitlerinde araçları ile yolcu taşıyarak gelir elde etmeye çağırıyor.
Airbnb CEO’su Brian Chesky, geçtiğimiz yılın kasım ayında San Francisco’daki evinin bir odasını konaklamaya açarak niyetlerinde ne kadar ciddi olduklarını göstermişti. Chesky, misafirlerine kendi elleriyle kurabiye yapacağını ve onlarla birlikte spor yapabileceğini ilana eklemişti. Öte yandan, Uber’in “araç paylaşımı” yaklaşımının, özellikle de bir aracın boş durmaması, ek gelir kapısına dönüştürülmesi yaklaşımının teknoloji dünyasında ne kadar benimsendiğinin kanıtı Tesla CEO’su ve SpaceX’in kurucusu Elon Musk’ın geçtiğimiz yıl aktardığı planlar. Musk, tam otonom sürüş özelliğine sahip araçların kullanılmadıkları zaman dilimlerinde, tamamıyla otonom bir şekilde yolcu taşıması yapabileceklerini belirtmişti.
Airbnb, Uber, BlaBla Car, Lime’ın başını çektiği paylaşım ekonomisi şirketlerinin vaatleri ve World Economic Forum (WEF) tarafından 2018 yılında altı çizilen bölgede istihdam dengesinin bozulması, zaman zaman hizmete erişimde özellikle düşük gelirli bireyler aleyhine eşitsizliklerin ortaya çıkması, yerel yönetimler ile anlaşmazlıklar ve kent hayatının etkilenmesi gibi problemler bir kenara bırakıldığında, zaman zaman işleyişle ilgili başka pürüzlerin ortaya çıktığı da görülmekte. Araç paylaşımı ve yolcu taşıma hizmeti sunan şirketlerin fiyat belirlemesinde kullandıkları algoritmaların, özellikle felaket bölgelerinde yoğun talepten dolayı gerçekleştirdikleri artış, e-scooter ve bisiklet kiralama hizmeti sunan şirketlerin etkisiyle şehir hayatının zorlaşması, konaklama hizmetine bağlı olarak turist akışıyla birlikte yükselen gayrimenkul ve kira ücretleri, platformlarla sağlanan veri akışının kişisel ve ulusal güvenliğe zarar vereceği endişesi bunlardan bazıları. Platform kaynaklı pürüzlere ek olarak, verdiği hizmeti belirli bir standardın üzerinde tutmayan ve aldığı hizmeti suistimal etmeye çalışan paydaşların elimine edilemeyeceği de bir gerçek.
Pek çok büyük şehirde talepten fazla e-scooter’ın kiralanmaya başlaması, yerel yönetimler ile anlaşma yoluna gidilmemesi, e-scooter dağlarına yol açmıştı.Günümüz dünyasının hem dijital platformlar hem de paylaşım ve gig ekonomisi kanadının pürüzlere rağmen oldukça akıcı bir şekilde hizmet verdiğini söylemek mümkün. Yine de her iki tarafta da kullanıcıların aklını kurcalayan bir soru var: Mümkün olan her noktada abone olmak, kiralamak ya da paylaşmak yerine satın almak, sahip olmak ve sadece profesyonel hizmet sağlayıcılar ile çalışmak daha mantıklı olabilir mi? Farkında olunması gereken şey, teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin toz pembe gelecek tahayyülünün sürekli pürüzlerden etkileneceği ve dolayısıyla hiçbir zaman tam olarak gerçekleşmeyeceği.
Here you'll find all collections you've created before.