Belki de tarihinde ilk kez siyasi iletişimcilerin bile anlam vermediği bir seçim süreci yaşanıyor ABD’de. Öykü Ajans Başkanı Necati Özkan, 8 Kasım arifesinde ABD’nin siyasi ve toplumsal atmosferini yorumluyor.
Geçmişteki Hiçbir Seçime Benzemeyen Bir Başkanlık Seçimi
Ken Feltman, Radnor Danışmanlık Başkanı
Dünyanın her yanından insanların gözleri Washington’da. Herkes yaklaşan başkanlık seçimi hakkında daha fazla bilgi edinmek istiyor. Bu konuda normalden fazla zorlanıyorlar çünkü manşetler kararsız, araştırmalar ikiye bölünmüş durumda ve siyasi danışman, en iyi ifadeyle karışık duygular içinde.
Suçlama oyunu
Bazıları adayları suçluyor. Bu seçim, hatırladığımız hiçbir seçime benzemiyor. Manşetlerin, anketçilerin ve siyasi danışmanların üzerinde uzlaştıkları tek bir konu var: Hillary Clinton ve Donald Trump, nesiller boyunca karşılaştığımız en sevilmeyen iki aday. Modern politik araştırmalara ve anketlere göre her iki aday da, seçmenlerin yarısından fazlası tarafından sevilmiyor ve güvenilmiyor. Böyle bir başkanlık seçimi ilk kez oluyor.
Pek çok insan medyayı suçluyor. Doğrudur; televizyon kanalları, dikkatleri kırdıkları potlara –ve maalesef çok fazlasıyla var –ve çirkin demeçlerine çekerek, adayların bu sevilmeme durumlarını suiistimal ettiler. Trump, halkın en az üçte biri tarafından ırkçı ve cinsiyetçi kabul ediliyor. Cahilce veya basitçe yanlış görülecek şeyler söylemeden, bir kampanya konuşması veya televizyon röportajı yapamıyor gibi görülüyor. Trump’ın konuşmalarına kıyasla daha düzgün olsa da Clinton’ın demeçleri, aynı ölçüde zarar veriyor. Bayan Clinton’ın kaçamak cevap vermek gibi bir eğilimi var ve bu nedenle bir şeyler sakladığı intibaı yaratıyor. Bingazi, e-posta meselesi veya kendi sağlığı konularında olduğu gibi.
Diğer seçmenler, “politik sınıfı” suçluyorlar –kampanya danışmanlarını (pek çok seçmen, hepsinin yozlaşmış insanlar olduğunu düşünüyor), televizyonlarda durmadan “konuşan kafaları” (adayları art niyetli sorularla beslediklerine ve tuzaklarına düşen adayların üzerlerine yüklendiklerine inanılıyor) ve anketçileri (en kötü ihtimalle taraflı ve önyargılı, en iyi ihtimalle beceriksiz oldukları düşünülüyor).
Seçmenler bıkkın. Çünkü anket sonuçları hiçbir adayın öne geçip, liderliğini sürdüremediğini göstermeye devam ediyor. Seçmenler buna alışkın değil. Eğer bu iki sevilmeyen adaydan biri öne geçip, açık ara bir liderlik yakalayabilse, bu durum seçmenleri sevindirecek. Bu sayede, seçmenler tüm bu saldırıları ve olumsuz reklamları dinlemek zorunda kalmayacak. Öğrendiğimiz kadarıyla bazı seçmenlerin kimin kazanmakta olduğunu belirlemek için bir yöntemi var: Önde giden adayın negatif kampanya yapmayı bırakarak pozitif bir yaklaşımı benimsediklerine inanıyorlar. Arkadan gelen aday, daha umutsuz bir durumda oluyor. Seçmenlerin inancına göre umutsuz adaylar daha çok şeyi deneme ve daha fazla saldırma eğiliminde oluyorlar.
Farklı danışmanların, anketçilerin, gazetecilerin ve siyasi analistlerin, ülkeyi ziyaret eden Avrupalılara verdikleri çelişkili tahminleri açıklamaya çalıştım. Bu arada, bir İtalyan yanıma geldi ve siyasi danışmanların güvenilmez olduklarını anladığını söyledi. O zaman “Bana neden güveniyorsun?” diye sordum: “Bunları sen bu şekilde sunuyorsun. Hepiniz aynısınız” dedi yanımdan ayrılırken. Tuş!
Bölmek, bütünleştirmekten daha iyi bir strateji mi?
Demokratlar da, Cumhuriyetçiler gibi bölmeyi bütünleştirmekten daha kolay buluyorlar. Seçim sonucunu belirleyecek olan kilit eyaletlerden gelen anket sonuçları, Clinton seçim kampanyasını endişelendiriyor. Yerel Demokrat Parti yetkilileri, finansal destekçiler ve gönüllüler alarm zillerini çalıyorlar. Yaşadıkları yerde, Washington’da uzakta, güvenilir Demokrat oyların nasıl kayıp gittiğini görüyorlar. Bazı eski Demokrat seçmenler Trump tişörtleri veya rozetleri atkıyorlar. Diğerleri, komşularının kapılarını çalmaya gönüllü olmak için bu yıl birden “çok meşgul” olmaya başladılar.
Bu dağılmayı yavaşlatmak için Clinton kampanyası yetkilileri, sözde en yüksek bağışçılarına ve parti yetkilerine özel bir iş yazışmayı, iyi ilişkiler içinde oldukları gazetecilere sızdırdılar. Bu yazışmada, Hillary Clinton’ın Beyaz Saray’a ulaşmak için izleyebileceği “pek çok yol” tartışılıyordu. Yazışmada Clinton’ın sadece belli başı eyaletleri kazanmak istemediği açıkça belirtiliyordu. Mesaj şuydu: “Eğer alışageldik biçimde Demokrat olan eyaletiniz Trump’a kayma sinyalleri gösteriyorsa, bu konuda endişelenmenize gerek yok. Eyaletiniz ülkenin genel çizgisi dışına çıkıyor demektir. Çalışmaya devam edin. Para gönderin. Clinton, başka yerlerde kazanıyor. Seçim günü her şey yoluna girecek.”
Partiyi terk etmeye başlayan alt tabaka Demokratların, yine de ikna olmama ihtimallerine karşın yazışmada, Donald Trump’a karşı alınacak zafer için daha az sayıda ve daha zorlu yoldan bahsediliyor. Siyasi konulara yoğunlaşan bir Washington gazetesi olan Politico, bu iç yazışmadan alıntı yapıyor:
“İşte size hiçbir anketin anlatamayacağı bir hikâye: Donald Trump çok az sayıda delegeye sahipken, Hillary Clinton’ın 270 delegeye uzanan pek çok imkanı var. Hillary, 16 ‘mavi’ (güvenilir Demokrat) eyaleti ve 191 delegeyle Washington’ı kazanacağından neredeyse emin. Eğer biz Hillary’ye yüzde70 veya daha yüksek bir oranda kazanma şansı (Michigan, Minnesota, Pennsylvania, Virginia ve Wisconsin) verecek olan beş eyaleti bu sayılara eklersek, Hillary’nin 10 delege ihtiyacı kalacak. Florida’nın 29 delegeyi kazanması gerekiyor veya Kuzey Caroline’ın 15 ya da Ohio’nun 18 delegesini. Veya şu üç eyaletten ikisini kazanabilir: Colorado, New Hampshire, Iowa ve Nevada.”
İç yazışmaya bakılırsa, Demokratik Ulusal Komitesindeki insanlar, problemleri görüyorlar. Seçmen kaybediyorlar; özellikle de işçi sendikası üyelerini… Ve lise üzerinde eğitimi olmayan ve silah sahibi beyaz, erkek seçmenleri kaybediyorlar. Trump’ın kampanyası, o seçmenlerin her birini Trump destekçisi olarak görüyor. Peki fark yaratacak kadar çok seçmen karşı tarafa geçti mi? Bu seçimde anketçilerin bize pek yardımcı oldukları söylenemez.
Saldırgan ılımlılar
Bugün, gitgide daha az Amerikalının, “iyi” politikacıların var olduklarına inanmaya başladığı o zamanlardan birisi. Hem Clinton, hem de Trump’ın pek çok kusuru var. Şüpheciler her zaman seslerini yükseltirlerdi ancak genellikle daha pozitif veya en azından uzlaşma diliyle konuşan insanlar tarafından dengelenirlerdi. Ama artık değil. İnsanlar bıktılar. Bu kadar bağrış, çağrış ve partizanlık arasında, saldırgan ılımlıların doğuşuna tanıklık ediyor olabiliriz.
Gönüllüler ve saha kampanyalarında durum
Trump’ın destekçileri daha “enerjik” ve Trump’a desteklerini daha açıkça gösteriyorlar. Ancak şu ana kadar, bu desteği sadece mitinglerde ve zaten Trump’ı destekleyen arkadaş ortamlarında göstermeyi istediler. Mahallelerinde gezmek ve Trump için destek toplamaya gönüllü olmuyorlar. Trump, televizyona hükmederek destekçilerini sandığa götürebileceğini düşünüyor.
Bu yıl, geçmişe kıyasla daha az sayıda Demokrat, mahallerinde destek toplama ziyaretleri yapmaya gönüllü oldu. Bu yüzden, Clinton’ın kampanyası yeni gönüllüler bulabilmek için elinden gelen her şeyi yapıyor.
Eğer tüm Amerika Birleşik Devletleri çapında, şehirlerin ve kasabaların sokaklarını dolaşan –komşularını, şu veya bu aday için sandığa gitmeye teşvik eden –insanlar, bir fark yaratırlarsa, Clinton’ın kazanması gerekir. Ama bunun olup olmayacağını, kim gerçekten bilebilir ki?
Kullanıcı adını ya da e-posta adresini gir. Sana bir e-posta göndereceğiz. Oradaki bağlantıya tıklayarak parolanı sıfırlayabilirsin.
Here you'll find all collections you've created before.