Brand Week Istanbul’un son gününde, yapay zekâ ve “öteki” ile ilişkimizi filmler üzerinden okuyan Mehmet Açar’ın sinema atölyesindeydik.
Türkiye bir ölçü değil; bizde kötü gidiyor bu iş. Gerçekten dijitaller kazanıyor, sinema salonlarının durumu iyi değil. Fakat dünyaya çıktığımızda; ABD, Hindistan ve özellikle Asya’ya baktığımızda farklı bir manzara görüyoruz. Sinema hâlâ salonlarda seyrediliyor.
Türkiye’de birtakım yanlışlar yapıldı ve bunların neticesinde pazar giderek daralıyor. Öte yandan filmleri sinema salonunda seyretme alışkanlığı bence daha yıllarca sürer, bitmez. En basiti, şöyle düşünelim, insanlar hafta sonları aileleriyle AVM’lere gidiyorlar. Yemek yiyorlar, geziyorlar, sonra da bir film seyrediyorlar. Özellikle de animasyon ve aile filmleri… İzleyecekleri o filmin iki ay sonra dijitalde gösterilecek olması bu insanlar için bir şey ifade etmiyor, onlar o gün aileleriyle güzel bir aktivite gerçekleştirmek istiyorlar çünkü. Sadece bu da değil, vizyonda yeni bir Marvel, DC filmi varken kimse 15 yaşındaki çocuğuna “Bu film üç ay sonra dijitale gelecek, neden sinemaya gidiyorsun?” diye soramaz. O çocuk arkadaşlarıyla o filme gider.
Büyük anlatılar olduğu müddetçe animasyonlar, aile filmleri, Marvel ve DC filmleri gibi herkesi çeken filmler, Oppenheimer ve Barbie gibi yapımlar olduğu sürece sinema devam eder. Türkiye’nin bu konuda durumu gerçekten iyi değil ama sinema varlığını mutlaka sürdürecek. Hangi ölçüde sürdürür bilmiyorum ama sürdürecek çünkü birlikte, karanlık bir salonda film seyretmek bambaşka bir deneyim.
Eskiden bu deneyimi uygun fiyata yaşamamıza olanak sağlayan cadde sinemaları vardı. Görece küçük paralara kaliteli içerik tüketebiliyorduk. Bugünkü fiyatlandırmalarla sinema bir yüksek kültür ürününe dönüştü. Herkesin kolay kolay erişemeyeceği bir deneyim artık.
Evet, benim çok soruşturup üzerine konuştuğum bir konu. Tüm dünyada dolar üzerinden belirlenmiş bir fiyat var ve onu düşürmek istemiyorlar. Seyirci kalitesini düşürmek istemiyorlar. Peki ne yapıyorlar? Filmler üç hafta sonra ucuzluyor mesela. Türkiye’de de bu tip ara çözümlere ihtiyaç var.
Bizde bu sadece devlet destekli filmlerde yapılıyor. Pandemi döneminde devlet destekli filmler vardı, misal bilet 150 liraysa, o filmler 25-30 liraydı. Ama salonlar bilet fiyatlarından vazgeçmiyor. Sinema salonlarına daha kaliteli bir seyirci gelsin istiyorlar. Seyircinin aynı zamanda tüketici de olmasını, filme gelmişken büfeye de uğramasını istiyorlar. Para harcayacak seyirci istiyorlar özetle, bu nedenle de fiyatları çok düşürmekten yana değiller.
Düşman görmüyorum, üretimde ciddi payları var. Ama kaliteli üretimdeki paylarının daha çok artmasını temenni ederim. Platformlar şu sıra sektörle çok dost, onu söyleyeyim. Platformlar sayesinde sektör toparlandı, kendine geldi. Sinema salonu işletmecilerini bir yana koyarsak herkesin dijital platformlardan yana mutlu olduğunu söyleyebiliriz. Bununla birlikte arada birileri çıkıp “Film sinemada seyredilir” diyerek dijital platformlara karşı çıkıyor, olabilir. Kendi çocukluğunun, gençliğinin sinema kültürünün kaybolmasından rahatsız olan insanlar var.
Ben biraz yenilikçiyim galiba. Nostalji severim ama bu konuda nostaljik hissetmiyorum. Teknolojiyle savaşamayız. Cadde sinemalarını belediye, devlet veya sponsor korur. Korumazsınız ölür, kendi başına yaşayamaz bu mekânlar. Buna engel olamazsınız. Bu nedenle dijital platformları düşman değil dost olarak görüyorum.
Bence orada var bir şeyler. Yurtdışına sattığımız dizileri düşünelim… Melodramda çok güçlüyüz. Ama şunu da unutmamak lazım, şu anda ciddi anlamda çok büyük bir kriz var. Herkes daha güvenilir olan dijital platformlara üretim yapıyor. Sinemada hangi filmin tuttuğu, hangi filmin kazanıp kazandırdığı konularında kafalar çok karışık. O yüzden de sektör şu anda bir geçiş döneminde. Her anlamda bir geçişten bahsediyorum.
Bununla birlikte, değişmeyen sorunlar var. Örneğin bizde komedi, melodram veya milliyetçi filmler daha çok seyrediliyor. Belirli noktalara kilitlenmiş durumdayız. Bilimkurgu, polisiye gibi tür filmleri, iyi filmler pek izlenmiyor. Bunun bir istisnası, 300 bin sınırını geçebilen Nuri Bilge Ceylan. Bir de Emin Alper zorlayabiliyor biraz.
Çok karamsar değilim. Her an her şey olabilir, gidişat değişebilir. Fakat şu çok kesin… Biz Güney Kore gibi, Japonya gibi, Çin veya başka birçok ülke sineması gibi çok geniş spektrumda üretim yapamıyoruz. Çok muhafazakâr bir seyircimiz var bizim. Mesela Güney Kore seyircisi bizimkisi kadar muhafazakâr olsaydı Parazit gibi bir filme kavuşamazdık. Bizim seyirci ara filmlerden, ara formlardan hoşlanmıyor. Ya komedi olsun ya tarih olsun ya melodram olsun istiyor… Ve yeni yönetmenlere destek vermiyor. Ana akım ile bağımsız sinemanın kesiştiği noktalar var Güney Kore, Japonya, ABD sinemalarında. Ana akım ile art house arasında çok ciddi ve sürekli bir geçişkenlik var. Birbirlerini takip ediyorlar. Bizde bu yok, sorunumuz bu. Birbirinden ayrı iki tane dünya var bizde. Sinemamızın güçlü bir orta direği yok. İşte bu konuda ise karamsarım, hiçbir umut ışığı görmüyorum.
Çünkü yaklaşmıyorlar birbirlerine. Bu konuda bazı adımlar atan bir BKM var fakat diğerlerinde aynı cesareti göremiyoruz. Ana akımdaki herkesin kendi içinde sadece bağımsız filmlere yönelen birimleri olmalı mesela, bunu görmeliyiz ama henüz yaygınlaşmış değil. Nedeniyse kimsenin kendisini tam olarak güvende hissedememesi.
Çok değişken bir yapımız var. ABD’deki şirketler gibi daha öngörülebilir bir piyasada olsak ona göre adımlar atılabilir ama Türkiye’de öyle bir sinema sektörü var ki öngörülemiyor. Hele pandemiden sonra hiçbir şey öngörülemiyor.
Ben seviyorum, bu bahsettiğin şey de çok hoşuma giden bir şey. Dijital çok demokratikleştirdi. iPhone’larla film çekiliyor, bayağı büyük sinemalarda da gösterime giriyor. Bence bu, sinemanın aydınlık tarafı. YouTuber’ların film çekmeleri örneğin, özgürlük veriyor ve bağımsız sinemanın yaşamasını sağlıyor. Festivallerde artık onlar var. Eskiden, para bulmakta zorlanan birçok yönetmen film çekemezdi şimdi birçok yönetmen festivallerden bulduğu fonlarla film çekebiliyor.
Yeni ortamda genç sinemacılar için de birçok olanak var aslında. O yüzden sinemayla ilgili özellikle gençlerle konuşurken hep iyimserimdir. Sinema, seçilecek bir alandır. Geleceği olan bir sektördür. Yönetmen olarak, yazar olarak, kurgucu olarak, görüntü yönetmeni olarak… İstekle girilecek bir sektördür ve güven verir. Bakma, sektörün sorunları olabilir ama sinema tüm dünyada büyük ve gelişiyor. ABD ekonomisinin önemli ayaklarından biri mesela. O yüzden bağımsız sinemanın da kendi ekonomisini kurabildiğini görüyoruz.
Dünya üzerinde birçok TV var; dijital platformlar, pay TV’ler… Ve bunlar kendilerine uyan bağımsız filmleri satın alıp gösteriyorlar. Sonra, MUBI veya Sinematek gibi birtakım başka dijital platformlar ortaya çıkmaya başlıyor. Seminerlerime katılanlar arasında sadece MUBI izleyen insanlar var. MUBI’de ne çıkarsa izliyorlar. Netflix almıyorlar ama biri MUBI’nin rakibini çıkarırsa onu alırlar. Ve MUBI’de, sözünü ettiğin bağımsız filmler, YouTuber filmleri de gösteriliyor.
Kullanıcı adını ya da e-posta adresini gir. Sana bir e-posta göndereceğiz. Oradaki bağlantıya tıklayarak parolanı sıfırlayabilirsin.
Here you'll find all collections you've created before.