MediaCat

Şahmaran ve Lilit

Lilit, ataerkilliğe isyanın adıdır. Bu çerçeveden hareketle, ilk sezondaki zengin ekofeminist çağrışımlarla uyarlı şekilde ikinci sezonunda Şahmaran’ın yanına Lilit’i oturtmuş Şahmaran dizisinden “homosantrizm” karşısında “ekosantrik” bir akışla kanatlanıp uçması beklenmez mi, beklenir. Hayır, böyle olmuyor.

Yapısalcı düşüncenin öncü isimlerinden Fransız antropolog Claude Lévi-Strauss gerek totemizm gerekse mitler (efsaneler) üzerine karşılaştırmalı incelemeleri temelinde çok ilginç ve düşünce kışkırtıcı bir tezle ortaya çıkar. Buna göre totemik inanç sisteminin de mitsel anlatıların da özünde doğa-kültür ikili karşıtlığının giderilmesi, onların “arasının bulunması” yolunda bir motivasyon vardır. Totem, bir insan topluluğunun, kendisinin atası olduğuna, ondan türediğine inandığı hayvan, bitki, dağ, göl, ırmak, yağmur, fırtına, şimşek, rüzgâr, gökkuşağı, vb. olabilir. Kültürel yapıp etmeleri ile doğadan kopmuş topluluk, totemi ile yeniden doğa ile buluşur, “akraba” olur. Aynı doğrultuda, pek çok efsanede karşımıza çıkan yarı insan-yarı hayvan, yarı insan-yarı bitki olağandışı yaratıklar da insanların “kültürel” olarak yabancılaştıkları hatta tehdit ve tehlike saydıkları doğa ile yeniden yakınlaşıp bütünleşmesi yolunda bir anlayış ve arayışın düşlemsel dışavurumlarıdır.

Bu şekilde doğa-kültür ikili karşıtlığının “arabulucusu” olduğu düşünülebilecek bir efsane, yaşadığımız Anadolu topraklarında ve Hindistan’dan İran’a, Arap coğrafyasından Akdeniz havzasına kadar açılan geniş bir yelpazede belirir. Koparak yabancılaştığı ve alabildiğine tahripkâr şekilde yıkımına yol açtığı doğa karşısında insanı kendisiyle yüzleştiren ve asırlar boyu dilden dile adeta bir günah çıkartma seansı icra edilircesine akıp gelen Şahmaran efsanesi bu. Yarısı (belden aşağısı) yılan, yarısı (belden yukarısı ve başı) güzeller güzeli bir kadın-insan olan yılanların şahı “Şah-ı Maran”ın (“mar” farsça yılan, “maran” da yılanlar demek) ölümcül aşkla bağlandığı ve ihanetine uğradığı insan(lık)la hüzünlü hikâyesi…

Şahmaran (Tasvir)

Şahmaran doğadır

Şu ara ikinci sezonu gösterimde olan Şahmaran dizisi bu efsanenin zamanın ruhuna uygun ve MEŞ (medya-eğlence-şov) endüstrisinin isterleriyle uyarlı bir sürümü olarak seyre düşmekte. Yüzyıllar ötesinden, sözlü folk kültür dünyasından süzülüp günümüzün görsel-dijital kitle kültürü atmosferine taşınan anlatı, elbette beklenebileceği gibi dünyada ve Türkiye’de an itibarıyla yaşanan sorunlara değgin bir akış arz ediyor. Bunlar arasında en belirgin ve başat olan, daha ilk sezon-ilk bölümde “Dünya yalnız senin değil ey İnsan” nidasıyla kristalleştirildiği üzere, hepimizin şu ara sel baskınlarıyla, orman yangınlarıyla iliklerimize kadar hissettiği küresel iklim kıyameti… Şahmaran efsanesi bu sorun bağlamında kurgulanmaya çok elverişli bir seçim. Çünkü insan karşısında merhametli, müşfik ve cömert Şahmaran ne ise yine insan karşısında doğa o, diye düşünmek mümkün. Efsanede insanın kötülüğü, hainliği, öldürücülüğüyle Şahmaran’ın başına gelenle, aynı insanın gerçek hayatın içinde yaptıklarıyla doğanın başına gelen de örtüştürülebilir. Kısaca Şahmaran, bir simge ve imge olarak doğanın temsili sayılabilir.

Bir ataerkil parola: ‘yılan-kadın-şeytan’

Yılan ve kadın yakınlığı, onları Şeytan’ın hükmünde sayan üç tektanrıcı dinde de karşımızdadır; “İnsanoğlu”na yasak meyveyi yediren kadın (Havva) yılan-şeytanın ya da (birazdan değineceğimiz üzere) Lilit’in oyununa gelmiştir. Halbuki bu monoteist geleneği önceleyen, bereketle-doğurganlıkla özdeş bir “dişil kutsallığın” yaygın olduğu çoktanrıcı dönemde yılan da bilgi, bilgelik, sağlık ve ölümsüzlükle özdeştirilmekteydi. O, zehirli/öldürücü bir varlık değil şifa, ilaç, sağlık ve yaşamdı (onun hâlâ hekimlik simgesi olması da buradan yadigâr).

Şahmaran efsanesinin de bu çerçeve içerisinden çıkış bulduğu düşünülebilir. Şahmaran bilgi ve hikmet sahibidir. Efsanenin bazı sürümlerinde Lokman Hekim’i yetiştiren, ona hangi bitkinin hangi hastalığa iyi geldiğini öğreten odur. O insana düşman değil, insan ona ve yılanlarına (marlara) düşmandır. Şahmaran yardımseverdir ve bilgisini başkalarıyla paylaşıma açar. İnsan için ise bilgi iktidardır ve başkalarını ezmeye yarar. Ataerkil bir itki ile “İnsanoğlu”, doğa üzerinde de kadın üzerinde de kadınlı-erkekli/çoluk-çocuk her türden yoksul üzerinde de yıkıcı bir iktidar arzusu ile bilgiyi kullanır.

Bu söylediklerimize karşılık gelen kesitler, tutkulu-ateşli bir aşk ilişkisinin orasına burasına serpiştirilmiş halde dizinin ilk sezonunda seyre sunuldu. Daha önce yazdım, birinci sezona ilişkin; Şahmaran, ataerkil tahakkümün dünden bugüne (feodalizmden kapitalizme) üç mağduru doğa, kadın ve yoksulu gözeten bir perspektiften yer yer “ekofeminist” çağrışımlarla yüklü bir dizi diye…

Lilit’in gelişi

Yeni sezon için dizinin heyecan verici vaadi bize “Lilit”i müjdelemesiydi. Öyle de oldu. Şu ara izlenen altı bölümlük ikinci sezon esasen Lilit (Saadet Işıl Aksoy) yörüngesinde şekillenmekte. O, Şahmaran’ın (Serenay Sarıkaya) küçük kız kardeşi ve insan konusunda onun gibi naif/safdil bir iyimserlik içinde olmayan kötücül bir “mar” olarak karşımızda. Bu onun dizideki sunumu ama Lilit’in de Şahmaran gibi (hatta ondan daha büyük ölçekte) insanlık tarihinin başlangıçlarından süzülüp gelen efsanelerde ortak bir motif (“arketip”) olduğu malum. Aslında Lilit’in dizideki sunumu bende biraz hayal kırıklığı yarattı. Yine de bu tolere edilebilir bir hayal kırıklığıydı. Daha büyük hayal kırıklığım var ve ona en sonda geleceğim.

İzi Sümer’den Babil’e (“Lilu”, “Lilitu” olarak) Eski Mezopotamya mit ve inançlarına doğru sürülse de bilindik adıyla (Lilith) hem Tevrat’ta (İşaya 34:14) hem de İbrani mitolojisiyle irtibatlı diğer Yahudi kutsal metinlerinde yer alan Lilit, geceleri aktif, hamile kadınlara musallat, bebek katili ve cinselliğiyle erkek avcısı bir “dişi şeytan” olarak kimliklenir. Fakat bunun ötesi de vardır.

İbrani mitolojisinin kutsal kitap Tevrat’a doğrudan geçmemiş parçalarında Lilit’in Âdem’in Havva’dan önceki ilk karısı olduğu kaydedilmekte. Üstelik o, Havva gibi Âdem’den yaratılmış değildir. Tanrı onu ve Âdem’i aynı topraktan ama ayrı ayrı yaratmıştır. Bunu bildiği için de Lilit, Âdem’e tabi olmayı reddetmiş, erkeğe boyun eğmek ne kelime, cinsel ilişkide bile üstte olmakta ısrar etmiştir! Bu yüzden Âdem onu Tanrı’ya şikâyet eder, Tanrı da Lilit’i itaate davet eder ama hayır, Lilit “eşitlik” uğruna Cennet’i gözden çıkarır ve kaçar gider. Geri döndürme çabaları da kâr etmez ve artık o Şeytan’la içli dışlı, sarmaş dolaş, “altlı-üstlü” bir ilişkidedir. Ondan bol bol çocuk doğurur, böylece “şeytanların anası” atfını da edinir. Havva’yı Cennet’te yasak meyveyi yemeye (Âdem’e de yedirmeye) ayartanın da yılan kılığına girmiş Lilit olduğu öne sürülür. Onun erkek avcısı, yeni-doğmuş bebek katili, hamile kadın düşmanı bir “gece canavarı” olarak anılır olması bütün bu sürecin sonucudur. Artık her yer ve zamanda, farklı toplum ve kültürlerde sürüm ya da türevleri vardır. Anadolu halk kültüründeki “Alkızı/Alkarısı” itikadı da Lilit’ten izleri bol miktarda taşır.

Yılan kılığında Lilit, Havva’ya yasak meyveyi yedirirken (Tasvir)

Lilit’in harcanışı

İşin doğrusu Lilit, ataerkilliğe isyanın adıdır. O yüzden bugün feminizmin tarihten, mitolojiden, inanç örüntülerinden süzülüp gelen güçlü bir simgesidir o. Öyle ki ABD’de Lilith adlı bir Yahudi-feminist dergi, 1970’lerden bu yana yayımlanmakta.

Bu çerçeveden hareketle, ilk sezondaki zengin ekofeminist çağrışımlarla uyarlı şekilde ikinci sezonunda (doğayı temsilen) Şahmaran’ın yanına (feminizmi temsilen) Lilit’i oturtmuş diziden “homosantrizm” (insan-merkezcilik) karşısında “ekosantrik” (çevre-merkezci) bir akışla kanatlanıp uçması beklenmez mi, beklenir. Hayır, böyle olmuyor. Tamam, Şahmaran’ın kardeşi olarak sunulan Lilit, ablasının insan(lık) karşısında safdil iyimserliğinin aksine, insanın nankör-hain-zararlı bir tür olarak frenlenmesi, olmuyorsa imhası görüşüyle ayırt edilmekte (ki bir bakıma bu, “ekoterörizm” temsili bile sayılabilir). Gel gelelim bölümler boyunca ve özellikle finalde Lilit’in harcandığına tanık oluyoruz. Şahmaran, “doğanın kanseri” olduğu ve yeryüzüne ölümü indirdiği artık aşikâr olan insandan hâlâ umudu kesmeme telkini eşliğinde, kendisine insandan hiçbir halt olmayacağını bas bas bağıran Lilit’i içinden güçbela çıktığı kör karanlık kuyuya gerisin geri gönderiyor. Dünyayı da insanın insafına, daha doğrusu insafa gelmesine, inanılmaz bir safdillikle bırakıyor:

“İnsan ya tüketecek dünyayı öfkesiyle; saldıracak önüne gelene hırsla; bitmek bilmeyen bir iştahla… Ya da öğrenecek sonunda sevmeyi, teslim olmayı, dünyayla bir akmayı… Bense bekleyeceğim ey İnsan, doğru olanı seçmeni bekleyeceğim. Hatırla beni ey İnsan! Senin için can verdiğimi unutma. Umudum sendedir.”

Böylece dizi, ilk sezonda zihinlerde yarattığı ekofeminist çağrışımları kuvvetlice üfürüp, gayet konformist ve ataerkil statüko karşısında “hanım hanımcık” çizgide, insanın hışmına da adeta Mona Lisa gülücüğü takınarak bize veda ediyor.

Marlar/yılanlardan geriye kalan ne mi bu finalde?

“Bana dokunmayan yılan bir yaşasın” sözü!..

Parolanı mı unuttun?

Kullanıcı adını ya da e-posta adresini gir. Sana bir e-posta göndereceğiz. Oradaki bağlantıya tıklayarak parolanı sıfırlayabilirsin.

Your password reset link appears to be invalid or expired.

Giriş

Gizlilik Politikası

Add to Collection

No Collections

Here you'll find all collections you've created before.