MediaCat

Polisi kazı, altından insan çıkar: Behzat Ç.

Behzat Ç., kanun namına olmanın çok ötesinde insaniyet namına ve “umudu kesme yurdundan” dercesine mücadeleye doludizgin devam ediyor.

Yapısal dilbilim ve göstergebilimin öncü ismi Ferdinand de Saussure’ün dilin yapısına ilişkin geliştirdiği tez, toplumsal ilişki ve farklılık tartışmaları açısından olduğu kadar, kültürel temsilleri (filmleri/dizileri) değerlendirirken de işlerliğe sokulabilir. Tezin özü, göstergelerin anlamının ne olduklarından çok ne olmadıkları temelinde belirginleştiğidir. Bir başka deyişle her şey, anlamını karşıtından hareketle ve ondan farkıyla kazanır.

Bu doğrultuda, bir kültürel temsil olarak Behzat Ç.’yi anlamlandırma yolunda yapılacak ilk iş, onun ne olduğundan önce ne olmadığı üzerinde durmaktır. Bu işe koyulduğumuzda yolumuz Kurtlar Vadisi’ne çıkar.

Behzat Ç. nedir sorusuna verilecek ilk cevap, onun Kurtlar Vadisi olmadığıdır.

Behzat Ç., Kurtlar Vadisi’nin antitezidir.

Kurtlar Vadisi, “statüko”ya her bakımdan selam dururken Behzat Ç., “statüko”ya sıkı bir resttir. Ona, “Ne ayaksın la sen” diye diklenen bir delişmen yürek, bir tos vuruştur.

***

Bu statüko karşıtı performansta en önemli husus, iktidar retoriğine hâkimiyettir. Behzat Ç. iktidarın retoriğine nüfuz ederek, onun pratiğine kafa tutmasıyla eşsizleşir.

Daha açık seçik anlatalım: Behzat Ç., erkekliğin kültürel gramerini kullanarak ataerkilliğin onanmasına; devletin-bürokrasinin gramerini kullanarak onların kutsanmasına; polisliğin gramerine nüfuz ederek de onun dokunulmazlığına karşı çıkan bir protest temsildir.

Bu doğrultuda Behzat Ç., hayallerimizin seyir defterinde ilk yer almaya başladığından beri, Cumartesi Anneleri’nin çırpınışlarının da yanında olmuştur, tesettürlü kadınların başını örtme hakkının da yanında olmuştur. F tipi cezaevi mahkûmlarının da yanında olmuştur, LGBTİ+ kimlik mazlumlarının da yanında olmuştur. KCK tutuklularının da yanında olmuştur, KHK mağdurlarının da yanında olmuştur. Alevilerin de yanında olmuştur, çocuğuna dinini seçme özgürlüğü vermek isteyenlerin de yanında olmuştur.

Behzat Ç., hep iyi ile kötünün, doğru ile yanlışın, şiddet ile şefkatin ara kesitinde, onların iç içeliği, karşılıklı akışkanlığında olmuştur.

***

İlaveten Behzat Ç., “İstanbul Dukalığı” karşısında “Başkent” Ankara’nın kıyıya itilmişliğine de güçlü bir itiraz olmuştur.

1980 sonrasında İstanbul, Özal’ın alaturka neoliberalizmi eşliğinde ticari, endüstriyel, finansal, medyatik, hatta akademik bir “pazar” olarak ülke sathında daha da acımasızca öne çıkartılıp özendirildi. Elbette bunun en büyük zararı, bugün gayet açık görüldüğü üzere, “Dersaadet”in kendisine dokunmuştur. Bu süreçte Ankara da “Resmiyet”le özdeş bir “Gri Şehir” diye pejoratifleştirildi. Bunda Ankara’dan İstanbul’a gitmiş olanlar da büyük pay sahibidir. Ankara’da yetişip İstanbul’a mal olmuş gazeteci, akademisyen ya da iş dünyasından pek çok kişi, en şehvetli Ankara düşmanı kesilmiş, bağrından çıktıkları şehri inkârdan gelmişlerdir.

Behzat Ç., aslını inkâr eden bu haramzadelere “Saçma sapan konuşmayın la” diye ayar verip Ankara’ya sahip çıkan bir tavır olarak da değerlendirilse, yeridir!..

***

2010’da doğuş bulup üç sezon ana akım ekranlarda fırtına gibi esen Behzat Ç., giderek iktidar cenderesine giren o ekranlarda daha fazla yapabileceği bir şey olmayınca 2013 Mayıs’ında “Ne haliniz varsa görün la” diyerek köşesine çekildi. Ardından Gezi “patladı”. Sonra Türkiye kanlı ve karanlık bir siyasi iklimin içerisine savruldu. Ta ki toplum, muhafazakârı moderni, dindarı laiki, Türk’ü Kürt’ü, milliyetçisi sosyalistiyle İstanbul’da 23 Haziran 2019 yerel tekrar-seçiminde kararlıca yeter diyerek, dinbazlığı beka stratejisi yapmış iktidarı hezimete uğratana kadar…

Bu şekilde bir parça umuda yelken açan toplumda Behzat Ç. de o umudu iyice mayalamak istercesine, hanidir çekildiği köşeden çıkıp “Nerde kalmıştık la” diyerek seyrimize yeniden düştü. İktidar her yerdeyse direniş de her yerde diye düşündüren, kanun-düzenin haksızlık-hukuksuzlukla bağını deşifre eden ve suçun, adalet arayışından da çıkış bulabileceğini vurgulayan bir akışla…

***

Tabii aradan geçen yıllarda seyir endüstrisi bünyesinde köprülerin altından çok su akmış, tüm dünya gibi Türkiye de “dijital yeni-normal”in yörüngesine girmişti. Zaten tamamen iktidar güdümündeki televizüel medyada nefes alması dahi mümkün olmayan Behzat Ç.: Bir Ankara Polisiyesi de dördüncü sezonunu bir dijital platformda seyre sundu. Sonra aynı platformda, Çekiç ve Gül: Bir Behzat Ç. Hikâyesi (2022) gösterime girdi ve şu ara o, ikinci sezonuyla hâlâ dolaşımda.

Seyri televizyondan dijitale değişmiş olsa da Behzat Ç. dün neredeyse bugün de orada. Tumanını torunu yaşında çocuklara çözen dini kisveye bürünmüş sapık tacizcilerin karşısında o var. Kendini eşref-i mahlukat sayıp, kedileri-köpekleri katleden, dolayısıyla aslında “esfel-i safilin” (sefillerin en sefili) olanlar karşısında da o var. Toprağı betona boğan, ormanı otoyola dönüştüren “ihale-rantiye-şantiye Müslümanlığı” karşısında yine o var.

Yüz akı hukukçumuz Faruk Erem’in unutulmaz sözünü ete-kemiğe bürüyerek, “Suçluyu kazı, altından insan çıkar” diyecek cesaret onda. Emniyet bürokrasisini tüm kirleriyle ifşa ederken, onun bünyesinde psikolojileri alabildiğine tarumar olmuşlara empatiyle yaklaşıp, “Polisi de kazı, altından inim inim inleyen insan çıkar” vurgusunda bulunacak feraset de onda…

Sözün özü Behzat Ç., kanun namına olmanın çok ötesinde insaniyet namına ve “umudu kesme yurdundan” dercesine mücadeleye doludizgin devam ediyor.

Bu mücadele “Bir Ankara Polisiyesi” olmaktan “Bir Ankara Belediyesi” olmaya evrilecek mi, yakında öğreneceğiz.

Parolanı mı unuttun?

Kullanıcı adını ya da e-posta adresini gir. Sana bir e-posta göndereceğiz. Oradaki bağlantıya tıklayarak parolanı sıfırlayabilirsin.

Your password reset link appears to be invalid or expired.

Giriş

Gizlilik Politikası

Add to Collection

No Collections

Here you'll find all collections you've created before.