Yakın geçmişte Artı 1’de yayınlanmaya başlayan Her Şey programıyla ekranlara geri dönüş yapan Mirgün Cabas’la Doğuş Yayın Grubu’ndan ve Milliyet gazetesinden ayrılma süreçlerini, Fatih Altaylı polemiğini ve medyanın güncel kimlik bunalımlarını konuştuk.
MediaCat’in Mirgün Cabas’la yapılan bu söyleşiye de yer verdiği Mart sayısının çıkışını takiben, Artı 1 TV’de bazı gelişmeler oldu. Geçtiğimiz Cuma günü Can Dündar’ın kanalın yaşadığı mali sıkıntılara değinerek istifa etmesi gibi. Ancak, kanalın sahibi Altan Ertürk’ün kanalı kapatmak yerine çalışanlarına devretmeye karar vererek Türkiye’de bir ilke imza attığına dair iddialar söz konusu. Mirgün Cabas’la söyleşiyi gerçekleştirdiğimiz günlerde, bu olay henüz gerçekleşmediği için, söyleşinin bu bilgi dikkate alınarak okunmasını rica ederiz.
Doğrusu sebebi hakkında çok kesin bir bilgim yok. Fikret Bila, “yukarıdan yine baskı geliyor, senden bir fedakârlık isteyebilirim” dedi. Fedakârlık denince telifimi düşürmek gibi bir şeyden bahsettiğini düşündüm. “Ama daha değil, sonra konuşuruz, ben seni ararım” dedi. Sonraki hafta gazetenin yazı işleri müdüründen, yazılarıma son verildiğini öğrendim. Meğer fedakârlık dediği buymuş. Ben fedakârlık lafından, daha çok çalışmayı ya da daha az para almayı anlıyorum. Böyle kelime oyunlarıyla bir şeyin tebliğ edilir gibi yapılması ama tebliğ edilmemesi can sıkıcı bir şey. Fikret Bila sonra “ben sana söylememiş miydim” filan dedi. Derdim yazılarımın sonlanmış olması değil, böyle kaçak davranılması. Mesleğe Ankara’da stajyer muhabir olarak başladığım gün Milliyet’in Ankara bürosunda ilk tanıştığım gazeteci Fikret Bila’ydı. Derya Sazak’la birlikte başlatmışlardı beni büroya. 20 yıl sonra onunla bunu yaşamak canımı sıktı. İnsanlar zor durumda kaldıklarında, karşısındakine söyleyecek makul bir sözü olmadığı zaman böyle yan yollara sapabiliyorlar. Yaşadığımız bu.
Milliyet gazetesinin sahibi Erdoğan Demirören zor bir patron. Gazetecilerin işlerine de müdahale ediyor. Önce Derya Sazak’ın sonra Fikret Bila’nın gazeteyi yönetmede ciddi sorunlar yaşadığını biliyoruz. Demirören’in, gazetesinde yazıp televizyonlarda program yapanlarla ilgili hassasiyeti de var. Derya Sazak son kitabında bunları da anlatıyor. Yine de birkaç hafta öncesine kadar sorunuza “Yok canım, o kadar da değildir” derdim ama sanırım bir ilgisi var. Erdoğan Demirören, Can Dündar ve Tahir Özyurtseven’in Milliyet’ten ayrıldıktan sonra Artı 1’de başlamasının, kendisine karşı bir komplo olduğuna inanmaya başlamış. Gazetenin bazı yazarlarına “Konuk olarak çağrılırsanız, gitmeyin” bile denmiş. Bu ortamda sorduğunuz şey de mümkün tabii.
“İnsanlar sansürsüz, tarafsız, haber saklamayan bültenleri ve programları arıyorlar”
Yaptığımız şey gazetecilik, haber yayıncılığı; eleştirel olabilir ama amaç muhalefet değil. Sürdürülebilir mi? Bilmiyorum. Çalışanlar açısından sürdürülebilir. Önemli olan işveren açısından sürdürülebilir mi… Kanalın sahibi bunun mümkün olduğunu söylüyor. Biz işe başlamadan önce uzun görüşmeler yaptık, bize güvenceler verdi. Ama bunlar sözlü güvenceler, bir yaptırımı yok. Biz de ona güvenerek yayınlarımızı yapıyoruz. İzleyicinin dikkatini çekmek açısından da bunun sürdürülebilir olduğu görüldü. Çünkü başladığımız günden bu yana kanal büyük bir ivmeyle izleyiciye ulaşmayı sürdürüyor. Önce teknik olarak eriştiği alan arttı. Yayın platformları, uydu, vs. gibi. Sonra da eriştiği insan sayısı arttı. Hala da artıyor. Özellikle de içinden geçtiğimiz kritik dönemde insanlar sansürsüz, tarafsız, izleyicilerden haber saklamayan bültenleri ve kanaat oluşturmalarına yardımcı olabilecek programları arıyorlar. Bunu da buldular. Bu ortamda çok kıymetli bir şey ve izleyicinin de buna sahip çıktığını görüyoruz.
Eskiden iki ya da üç açı vardı. Şimdi buna en azından bir açı daha eklenmiş oldu, özellikle son siyasi kavganın ardından. Eskiden cemaat medyasıyla hükümeti koşulsuz destekleyen medya aynı sesi çıkarırken şimdi onlar da kendi aralarında ikiye ayrıldılar. Ama özünde aynı medya düzeni devam ediyor aslına bakarsanız. O medya düzenini de siyasi iktidar belirliyor. Medyayı satın almalarla, telefonlarla, mitinglerde ya da özel görüşmelerde fırçalarla, tehditlerle nasıl yönlendirdikleri, son birkaç haftada sır olmaktan çıktı.
Ben NTV’de Her Şey programını yaparken programım yayından kaldırıldı. Başka pek çok ismin yaptığı programlarla birlikte. Bunun içinde Çiğdem Anad, Can Dündar, Ruşen Çakır, Banu Güven de vardı. Ve NTV’nin artık başka bir kimliğe bürüneceği söylendi. O arada, kanalın yaz ekranında, motosikletli bir seyahat programı yapmam gündeme geldi. Televizyona devam etmiş olmak için değil ama fikri sevdiğim ve zevkle yaptığım için kabul ettim. Başlarken de kısa süreli bir işti ve orada da kaldı zaten.
Hayır, benim için yok. Bir işi yapmaya karar verene kadar çok tartıyorum ama sorumluluğu aldıktan sonra, içerik içime sinmişse konunun ne olduğu önemli değil.
“NTV’yi özlenen eski haline biz getirmiştik”
Kimin ne düşündüğünü bilmiyorum. Bildiğim şu: NTV’yi özlenen eski haline biz getirmiştik. Kanal Gezi’de bir hayal kırıklığı yaratıp kapısına insanlar dayandıysa, bu bizim 15 yıl boyunca orada yarattığımız alışkanlık, güven ve beklenti yüzündendi. Kimse umursamadığı bir şey yüzünden hayal kırıklığı yaşamaz. Protestocuların kapıya dayandıkları gün bile, artık fiilen NTV’de iş yapmamama rağmen, aşağı inip bu durumdan kanalı nasıl çıkarırız, insanların beklentilerini nasıl karşılarız diye uğraştım. Ben gruptan ayrılma kararını Gezi’yle birlikte verdim. Gezi’yle birlikte grup kasvetli bir hal aldı. İşiniz haberle ilgili olsun ya da olmasın, mutsuzluğun elle tutulur hale geldiği bir yer oldu. O yüzden tereddütte kalmadan ayrıldım oradan.
O programda Altaylı, benim haberi bıraktıktan sonra, motosikletle gezi programı yaptığımı, GQ’nun başına geçtiğimi söyledi. Evet, öyle yaptım. Bu konuda söyleyeceklerimi de daha o yayın tamamlanmadan Twitter’dan söyledim. Kanalda haber içerikli herhangi bir program yapamayacağım ortaya çıktı. Ben de sanki habercilik yapıyormuş gibi davranıp kendimi ve izleyiciyi kandırmaktansa başka alana geçtim. Gezi’yle birlikte Doğuş Grubu’yla o kadar ayrı düştük ki, tereddütsüz o işlerden de ayrıldım. Bunun “ama sen de…” diye bana suçlama olarak dönmesi terbiyesizce. Fatih aynı sebeplerle yayın yönetmenliğini bırakıp Ciner Medya’da otomobil programı yapsa, bugünkünden daha mı az saygıdeğer biri olacaktı? Fatih Altaylı’nın içine düştüğü durumdan başkalarının omzuna basarak çıkmaya çalışması yakışıksız.
Bu yaşananların sınavda kopya çekmekten ya da çapkınlık yapmaktan farkı yok. Yakalanmadığın sürece her şey süper, çok şahane. “Her şeyi, herkesi şahane idare ediyorum, amma da fırlamayım” diyorsun… Ama yakalandıysan da ellerini kaldırıp teslim olacaksın. “Ama o da yaptı, bu da yaptı” diye başkalarını suçlamayı bırakıp sonuçlarına katlanacaksın. Biz hükümetin kime ne yaptığını zaten iyi biliyoruz. Bilmediğimiz, gazete yöneticilerinin baskı karşısında ne yaptığıydı. Bu olayda da onu gördük. Bu çıkış bir eleştiri midir yoksa olan bitenin her iki taraf açısından meşrulaştırılması mı, zamanla göreceğiz… Eleştiri sayılması için biraz kendiliğinden olması lazım sanki… Mecburiyetten değil.
İki buçuk sene önce programlar yayından kaldırılırken, GQ dergisi için lisans anlaşması yapıldığı söylendi, bu derginin başına geçmek isteyip istemediğim soruldu. Ben de kabul ettim. Dergiyi beğeniyordum ve çıkarmak istiyordum. Sonuçta işin özü içerik üretmek. Yıllarca içerik ürettim ve ürettiğim içerik de yalnızca siyasetten ve haberin ciddi konularından ibaret olmadı. Bunu dergiye taşıyabileceğim düşünüldü, yanlış da olmadığı görüldü. Sonuçta dergi iyi bir şekilde ortaya çıktı, diğer edisyonlar arasında da çok iyi bir yer tuttu. Yayıncısının da lisans verenin de mutlu olduğu bir ürün çıktı ortaya.
“Televizyonda kendimi sudaki balık gibi hissediyorum”
Üçü de hoşuma gitti aslında, üçünün de birbirini besleyen tarafları var. Dergi biraz daha rahat, yeni şeyler öğrendiğim bir alan oldu. Aslına bakılırsa televizyona biraz mesafe koymamı ve orayı özlememi sağladığı için de hoşuma gitti. Yayıncılıkta uluslararası bir tecrübe edinmemi sağladı. Çok iyi konular işledik ve okumaktan zevk alacağım şeyleri bir yayıncı olarak okura sunmuş oldum; o çok tatmin edici bir şeydi. Dolayısıyla hayatımda çok özel ve zevk aldığım bir dönem olarak kalacak. Yazılı basını ise seviyorum. Gazetelere ve gazeteciliğe çok önem veriyorum. Yazarlık da başka bir gündem algısı yaratıyor. O algı, yani gündeme sürekli, ‘ne yazsam’ diye bakmak insanı diri tutan bir şey. Ama en iyi yaptığın iş ne diye sorarsanız o da televizyon yapımcılığı ve sunuculuğu. Orada kendimi sudaki balık gibi hissediyorum.
Aslında hem sıcak hem de uzun vadeli gündeme bakarak bir denge tutturmaya çalışıyoruz. Programda o günün meselelerini konuşuyoruz ama siyasete ya da ciddi dediğimiz konulara takılıp kalmayıp gündemi oluşturan daha farklı alanlardan kişileri yayına almaya çalışıyoruz. Zaten programın adı, içeriğini de anlatıyor. Ama her şeyi konuşacağız diye çok uygunsuz zamanlarda uygunsuz konular da konuşmuyoruz elbette.
Bütün o senelerden ve o programlardan süzülmüş gelmiş bir program formatıydı. Benim gerek format, gerek içerik olarak en rahat ettiğim ve daha da ömrü olan bir formattı. O yüzden de onu devam ettirmek çok mantıklıydı. Oradan hareket ettik. Bir de tabii izleyicinin karşısına yeniden çıkarken insanların bildiği bir isim ve formatla çıkmak da bize biraz zaman kazandıracaktı.
“Uzay üssüne benzeyen stüdyolardan uzaylılara yayın yapılıyor”
Uzay üssüne benzeyen televizyon stüdyoları ve yayın imkânlarını da gördüm. Ama o uzay üssünden uzaylılara yayın yapıldığı için, ne kadar iyi stüdyolarda yayın yapıldığının aslında hiçbir önemi olmadığını da hep birlikte gördük. Daha mütevazı imkânlarla ama iyi içerikle yapılan yayının ne kadar çok kişiye ulaştığını ve ses getirdiğini de artık biliyoruz. Önemli olan izleyicinin içerik beklentisini karşılamaksa; bunun için asgari şekilsel koşulları karşıladığınızda bu işin alıcısı da oluyor. Halk TV’nin bir apartman dairesinden bütün Gezi sürecini nasıl yayınladığını hatırlayın. NTV de bundan 20 sene önce yayına başladığı zaman şimdiki uzay üssüne benzeyen stüdyolara sahip değildi. 8 katlı binada, sefer tası gibi üst üste konulmuş katlarda aşağı yukarı koşuşturulan derme çatma koşullarda başlamıştı. Sonrasında irrasyonel yatırımlarla bir lunaparka çevrildi. Baktığınız zaman çok ışıklı, çok albenili, ama hangi yayıncılık anlayışının daha saygıdeğer olduğunu da siz söyleyin.
Kullanıcı adını ya da e-posta adresini gir. Sana bir e-posta göndereceğiz. Oradaki bağlantıya tıklayarak parolanı sıfırlayabilirsin.
Here you'll find all collections you've created before.