Canlandıranlar Derneği Başkanı Berat İlk, festival öncesi sorularımızı yanıtladı.
Teknolojik gelişmelere paralel olarak ürün kalitesi ve üretim hızı giderek artan animasyonlar reklam dünyasının vazgeçilmezleri arasında yerini çoktan aldı. Peki, animasyonu sektörün diğer yapımlarından ayıran özellikler neler? Türkiye animasyon yapımcılığında hangi seviyede, nereye doğru gidiyor? Tüm bu soruların cevaplarını 24 Nisan Çarşamba günü başlayacak olan Canlandıranlar Festivali öncesi, Canlandıranlar Derneği Başkanı Berat İlk’ten aldık.
2008 yılında Bilgi Üniversitesi’nde, öğrencilere yönelik film atölyeleri düzenlemeye başladım. 2010’da Avrupa Kültür Başkenti projesi hayat bulunca programı herkese açmak istedim. İlk başta yalnızca Bilgi öğrencilerinin katılımı söz konusuydu, 2010’da aldığımız kararla birlikte, Bahçeşehir, Mimar Sinan, Eskişehir Anadolu gibi üniversitelerin yanı sıra Anima, Dirty Cheap Creative gibi şirketler de dahil oldular projeye.
Yapmaya çalıştığım şey basit aslında. Bir Eskişehir Çizgi Film mezunu olarak, ‘film yapmak isteyenlere, bu alanda çalışmak isteyenlere tecrübelerimle nasıl faydalı olabilirim?’ düşüncesiyle çalışıyorum. Türkiye’de canlandırma sinemasının çok fazla sorunu var aslında. Bunların başında da istihdam geliyor. Birçok insana ihtiyacımız var bu alanda faaliyet gösterecek. Biraz da bu nedenle doğdu Canlandıranlar.
Derneğimiz animasyon alanında faaliyet gösteren herkese açık. Akademisyen, senarist, karakter tasarımcısı, animatör ya da bir reklam firmasında çalışan olabilirsiniz. Alanla ilgili olduktan sonra hangi işi yaptığınız önemli değil. Fakat şöyle bir durum var ki derneğimiz bir hayli yeni ve pek de yapamıyoruz duyurusunu. Biraz da bu yüzden şu anda ticari kimliğe sahip üyemiz yok. Üyelerimiz genellikle canlandırma sanatçısı ya da amatörleri.
Çok heyecanlıyız. Çok fazla çalışıyoruz ve tarih artık iyice yaklaştı. 24-28 Nisan arası İstanbul Modern’de film gösterimlerimiz olacak. 26’sında ise Reklamcılar Derneği’nde Proday olacak. 16 – 19 Mayıs’ta da Ankara’da Kore Kültür Derneği’nde tekrarlayacağız.
Festival’i Yetenek Kampı’nda yapılan filmler doğurdu demek doğru olur. Konuğumuz Nelson Shin’in yaptığı filmleri, bizler için seçtiği filmleri izleyip kendisinin know-how’ını paylaşma imkanı bulacağız. Festivalimizin odak noktası bu. Ki Nelson animatörlükten başlayıp CEO’luğa giden, yakın bir zamana kadar ASIFA’nın başkanlığını yapmış olan bir isim. Bu yüzden biz de çok heyecan duyuyoruz.
ASIFA Türkiye’yi kurmam da Shin sayesinde olmuştu. “Madem aynı işi yapıyoruz, sen de bir dernek kursana” demişti bana. Ben de tıpkı ASIFA gibi kâr amacı gütmeyen Canlandıranlar’ı böyle kurdum. Festivali de bu şekilde oluşturmaya başladık açıkçası.
Festivalde bütün film gösterimleri ücretsiz. Nelson’ın Pembe Panter’lerini, Transformers’ını ve Kore seçkisini izleyeceğiz. Nelson yaptı, Nelson seçti şeklinde ayırdığımız filmlerin dışında, hem yeni hem eski kuşak yerli canlandırma yönetmenlerinin işlerini görmek de mümkün olacak. Bir de Melih Güneş’in Rusya’da bulduğu Nazım Hikmet filmleri var, onların da iznini aldık göstermek üzere.
Bu festivalde biz profesyonellere ve sektöre odaklanalım istedik. Festivaldeki diğer tüm etkinliklerin aksine, Proday ücretli. Proday’e 1000 TL’lik ücreti ödeyen tüm şirketler katılabiliyor. Bu şirketler daha sonra sektörün dikkatine sunulmak üzere hazırlayacağımız (hem dijital hem de basılı) katalogda yer alma hakkına sahip oluyor. Bu da söz ettiğimiz ücrete dahil. Proday’de bir de çok önemli konumuz var. “Animasyon diziler, Türki dizilerinin uluslararası başarılarını yakalayabilir mi?” sorusunu tartışacağımız bir oturum gerçekleştirilecek. TRT Çocuk kanalından Sevilay Bozdemir, YEKON Başkanı Yiğit Şardan, M6 CEO’su Mehmet Altıoklar, Anima İstanbul’dan Mehmet Kurtuluş ve görsel efekt uzmanı Çoşku Özdemir bu oturumda konuşmacı olarak yer alacak. Günün sonunda da bir nevi podyum düzenleyip sektördeki isimlerin portfolyolarını sektördeki diğer isimlere gösterme imkanını sağlamış olacağız. Kısaca Proday’in programı bu.
Reklam yapan birçok üyemiz var. Kurucu ortaklarından olduğum Anima’dan örneğin. Reklamla her zaman organik bir bağımız var. Canlandıranlar’ın filmlerinin müziklerini Jingle House’dan Ömer Ahunbay yapar örneğin. İkilinin ilişkisinde ise sanılanın aksine daha sıkı bir ilişki var. Animasyonun reklamdaki varlığı aslında 1930’lardan itibaren sürüyor. Animasyon tarihine baktığımızda zaman içerisinde çeşitli projelerin istenildiğini görseniz de üretim bandının sürekli aktif olduğu sahanın reklam olduğunu görebilirsiniz.
Animasyon limited ve full şeklinde iki ana başlığa ayrılır. Limited kısmında adından anlaşılabileceği üzere sınırlı işler giriyor, televizyonlarda gördüklerimiz gibi örneğin. Bunlar her anlamda sınırlı, süre ve masraf bakımından da tabii. Full olanlara örnek ise vizyonda gördüğümüz Disney vb. işler. Saniyede 25 yerine 30 karenin ve dolayısıyla daha yumuşak hareketlerin olduğu bir tür bu.
Türler için özetle şunu söylemek lazım; animasyon gördüğü her şeyi malzemeye çevirme, ürün sürecine katma potansiyeline sahip. Bu yüzden de birçok tekniği var.
Malum ikisi de film işi. O yüzden senaryoya bakmak gerekiyor. Bir de tabii animasyonun kendine ait dili büyük bir fark getiriyor. Japonların filmlerinde görürsünüz, ağlarken göz yaşları fıskiyeden çıkarcasına dökülür, bir karakter şaşırınca çenesi düşer, dili sarkar vs. Bu farklı dil animasyonu daha zengin kılıyor bence.
“Animasyonun kendine ait dili büyük bir fark getiriyor”
Bir de prodüksiyon tarafı var bu işi. Örneğin Mars’ta geçen bir hikâyeniz var. Siz bu mekanı gerçek öğeler aracılığıyla sunmak niyetindeyseniz bunun size maliyeti, aynı mekanı çizmek ya da bilgisayar ekranında oluşturmaktan çok daha yüksek olacaktır.
Reklam konusunda şöyle bir dezavantajı var animasyonun: süreç çok uzun. Hayli zaman gerektiren ve pahalı da bir iş aslına bakarsanız. Ancak aldığınız sonuç mükemmel oluyor, özellikle bilgisayar canlandırmasının popülerliğini de düşünürseniz, bugün neden birçok markanın animasyonu ciddiye aldığını anlayabiliyorsunuz. Üstelik reel bir prodüksiyonun üretim bandında karşılaşabileceğiniz sorunların birçoğunu yaşama riskiniz animasyonda söz konusu değil.
Açıkçası şu ara televizyon izlemeye pek fırsat bulamıyorum. O yüzden pek kolay yanıt verebileceğim bir soru değil bu. Eğer tüm zamanları soruyorsanız, Anima’da olduğum dönemde yaptığımız Dalin civcivleri derim. Onun hala çok iyi olduğunu, beğenildiğini düşünüyorum.
Bu soru biraz büyük bir soru. Bizim bir Pixarımız yok, ama baktığımız zaman o ülkelerde olan birçok şey yok, daha Pixar’a gelmeden. Arada büyük bir kültür farkı var. Bu iş başka bir alt yapı, sosyo-kültürel durum gerektiriyor. Bu şekilde bir kıyaslama yaptığımızda da yok listesinin çok kabardığını görüyoruz. Ancak şundan son derece eminim, animasyon konusunda kısa zamanda büyük bir patlama olacak. TRT Çocuk’un ortaya çıkışı, Nickelodeon gibi kanalların buraya gelmesi önemli belirtiler bu noktada. Aynı zamanda yeni yürürlüğe giren, yerli yapımların desteklenmesini onaylayan yasa da buna bir örnek. Bu gelişmeler üretimin artmasını sağlayacaktır. Diyeceğim, bizim bir eksiğimiz yok, yalnızca zamana ihtiyacımız var.
Kullanıcı adını ya da e-posta adresini gir. Sana bir e-posta göndereceğiz. Oradaki bağlantıya tıklayarak parolanı sıfırlayabilirsin.
Here you'll find all collections you've created before.