Bugün geldiğimiz noktada reklamcılık ilgiyi, havayı dijital pazarlama, yazılım, gaming gibi ekosistemlere kaptırmış görünüyor. Ama enseyi karartmaya gerek yok. Hâlâ harika, meraklı, çizgidışı gençler sektörü tercih ediyorlar. Üstelik artık çok para var diye değil, bu işi sevdikleri için.
Ben üniversitede öğrenciyken en popüler üç meslek bankacılık/finans, borsa ve reklamcılıktı. Özal sonrası hızla liberalleşen piyasalar, yabancı yatırımcıların girişi bu konuda yetişmiş insan gücünün ve üniversitelerde ilgili bölümlerin sınırlı oluşu genç mezun adayları için hızlı bir yükseliş ve geniş maddi ve sosyal olanaklar anlamına geliyordu. Benim için ise özellikle reklamcılık yasak elma gibiydi.
Düzenli okuyucuların bildikleri üzere üniversite yıllarımda Boğaziçi Üniversitesi Oyuncuları’nda aktif olarak tiyatro yapıyordum ve asıl okulum tiyatro, ikincil ilgim ekonomi bölümü gibiydi. BÜO’dan yetişen Celil Oker, Ezel Akay, Aygen Tezcan, Kerem Kurdoğlu, Aykut Altın ve daha birçokları tiyatroya devam etmemiş ve hızla büyüyen reklam sektörüne katılmışlardı. Bülent Somay ve arkadaşları ise akademi, sanat ve kültür faaliyetlerine devam etseler de tiyatroyu bırakmışlardı. “Biz” öyle yapmayacaktık ve ne olursa olsun bir kumpanya olarak devam edecektik. Ben yapamadım ama inatla devam eden arkadaşlarım var, örneğin sahibinden.com’un bu ay belki birçoğunuzun gözlerini yaşartan Babalar Günü filminin oyuncusu sevgili Cüneyt Yalaz, Tiyatro Boğaziçi’nde harika işler yapmaya devam ediyor. Moda Sahnesi’nde Kemal Aydoğan’ın sahneye koyduğu Şirreti Evcilleştirmek çok başarılı ve sahne arkadaşım Uluç Esen yine olağanüstü. Yakalarsanız Faust’unu da izleyin.
Sektöre girme konusunda ilk eğilimim yönetmenlerinden olduğum bir oyunun gala gecesinde, sonradan Bilgi Üniversitesi Marka Okulu’nda aynı anda ders verme şansına sahip olduğum sevgili Celil Oker ile yaptığım sohbette ortaya çıktı sanırım.
Celil Hoca sektörü yeni bırakmıştı ve artık sadece yazarlık yapacaktı. Oyunu eksikleri olsa da beğenmişti, kurgu önerisi ve yönetmenlik dışında afiş tasarımını da yapmam hoşuna gitmişti, bugünden bakınca galiba biraz da torpil geçmişti. O günden sonra yavaş yavaş kendime itiraf etmeden sektöre girme ihtimalini zihnimin bir tarafında tutmaya başlamıştım.
Tabii siz 30 yaşından sonra reklamcı olmaya karar verirseniz kırmızı halılarla karşılanmıyorsunuz. Öncelikle 2000’ler ile 1990’lar epey farklıydı. İşgücü piyasası 1994 kriziyle sağlam bir darbe almıştı. Teklifler arasından en iyisini seçen Boğaziçi mezunları o sene farklı bir muameleyle karşılaşmışlardı.
MediaCat’ten yazar, okuldan bölüm arkadaşım Nüzhet Algüneş ile orta sahada “Oğlum iş yok!” temalı bir sohbet yaptığımızı hatırlıyorum.
Deprem ve ardından gelen 2001 krizi ise sektörün kârlılığını büyük ölçüde azaltmıştı. Komisyonlar her gün düşüyor, daha az insanla daha çok iş yapmak elzem hale geliyordu. Evet, o zamandan beri böyle. Ancak sürümden hâlâ iyi gelir elde edilebiliyordu. Kriz sonrasında ucuzlayan medya fiyatları akıllı satın alma yapan birçok yerli yatırımcıyı marka inşasına yöneltti. Terlikçiler, pencereciler, borucular, halıcılar, yatakçılar, mobilyacılar, makarnacılar… ihracatta belirli bir büyüklüğe ulaşıp iç pazarda markalaşmak isteyenler, sektöre taze kan oldular.
İşte bu ahval ve şerait içinde, sonradan TBWA’e dönüşen Select-BDDP’de yönetici olan ve o dönem birkaç kez beni davet eden sevgili dostum Meltem Gürler sayesinde TBWA’den eski patronu Levent Kavuzlu ile kurdukları Fikir Merkezi’nde sektöre geç bir giriş yaptım…
Bugün geldiğimiz noktada reklamcılık, yazının girişinde bahsettiğim ilgiyi, havayı dijital pazarlama, yazılım, gaming… ekosistemlerine kaptırmış görünüyor. 2017-2020 arası Deeper’da çalışmaya başlayan arkadaşlarımızın neredeyse tamamı şu anda yurtdışında kariyerlerine devam ediyorlar. Bu yıl aramıza katılacaklar da muhtemelen 2-3 sene sonra aynı yolu izleyecekler. Bugünün reklamcıları ise bir yandan güzel işler yaparken diğer yandan sendikalaşarak temel haklarını koruyabilmek, ortalama bir kamu memuru kadar maaş alıp uzun çalışma saatlerini düzenleyebilmek derdinde.
Ama enseyi karartmaya gerek yok. Hâlâ harika, meraklı, çizgidışı gençler sektörü tercih ediyorlar. Üstelik artık çok para var diye değil, bu işi sevdikleri için. Kardeş şirket blab her sene stajyer kampı düzenliyor ve önce stajyerleri sonra da ekip arkadaşlarını buradan çıkartıyor. Hemen her sene ben de onlara eğitim veriyorum, workshop’lar yapıyorum. Mesela bu sene Young Lions finalistlerinden Sıla Savaş’ı bu kamplardan birinde tanımıştım. Şimdi birlikte sunum hazırlıyoruz, strateji yazıyoruz… Ne mutlu! Seçim sürecinde onlarca genç arkadaşımın gönüllü olarak görev aldığını, geleceğine sahip çıktığını gördüm. Sizi bilmem ama ben bu kuşağı belki de kendi kuşağımdan daha çok seviyorum.
Sevgili Levent Kömür dün Yaşar Kemal’in Binboğalar Efsanesi’nden bir alıntı yapmış. “Umutsuz olmayın, umutsuzluk kötüdür, beladır. Umutsuzluk diri, canlı, soluk alan insana yakışmaz. Umutsuzluk ancak ölülere mahsustur… Çünkü yaşam umutsuzluktan umut üretmektir. İnsan umutsuzluktan umut üreterek bugüne kadar gelmiştir.”
Güzel ve yaratıcı insanların toplandığı bu sektörde nice 30 yıllara, umutla!
Kullanıcı adını ya da e-posta adresini gir. Sana bir e-posta göndereceğiz. Oradaki bağlantıya tıklayarak parolanı sıfırlayabilirsin.
Here you'll find all collections you've created before.