Bir seçimden çok daha fazlası

ABD Başkanlık Seçimlerinin arifesinde karşımızdaki manzara şöyle: nefret üzerinden kitlelerini mobilize etmeye çalışan iki aday, seçmenin yüzde 55’inin siyasi mesaj görmek istemiyorum dediği dijital mecralara harcanan yaklaşık 5 milyar dolar, bu mecralarda yaşanan ve regülasyon ihtiyacı doğuran krizler… Tüm bu tartışmanın gölgesinde ise siyasi partilerin varlık sebeplerinin sorgulanmaya başlandığı bir gidişat var.

Bir seçimden çok daha fazlası

Pew Research Center’ın 2020 yazında paylaştığı veriler, ABD’de kullanıcıların yüzde 55’inin sosyal medya platformlarında siyasi mesajlarla karşılaşmaktan hoşnut olmadıklarını söylüyor. Aslında bu veri daha çok politikanın itibarıyla alakalı. İnsanlar itibar etmedikleri, hayatlarını iyileştirmek şöyle dursun daha da kötüleştirdiklerine inandıkları siyasetçileri mümkünse daha az görmek istiyorlar.

Yaratıcı endüstrinin acı kaybı
Necati Özkan, Siyasi Danışman & Öykü Dialogue International Ajans Başkanı

Dünyada çok az ülkede siyaset ve siyasetçinin itibarı kabul edilebilir seviyelerde. Bu durum pek çok kişide siyasi iletişime karşı sinizm veya nefrete varabilecek bir duyguduruma neden oluyor. Normal olan herkes, televizyon ekranında bir siyasetçiyle karşılaştığında kanal değiştirir. Bahsettiğimiz bu duygu yeni bir şey de değil, çok eskiden beri süregelen bir pratik.

Amerika’da seçim kampanyalarının başladığı en eski günlerde, seçmenle buluşmak için trenle ülkeyi eyalet eyalet gezen adayların tren katarına bir vagona bando ekletip, seçmenin ilgisini çekmek için bandonun yaptığı müziği kullanmaları (Bkz: bandwagon effect) tam olarak bu nedenleymiş zaten. O tarihten bu yana iki asırdan daha uzun bir zaman geçmesine rağmen seçmen davranışının aynı kaldığı ortaya çıkıyor. Yani insanlar politik mesajlara karşı dün olduğu gibi bugün de kalkan geliştirmiş durumdalar.

Pew Research Center verisinin tersten anlamı, Amerikan seçmenlerinin yüzde 45’inin sosyal medya aracılığıyla siyasi mesaj duymaya açık olması demektir. İşinin ehli bir iletişimci için çok değerli bir veri bu. Siyasi iletişimde dijital ve yaratıcı kaslara sahip her kampanya yöneticisi buradaki fırsatı doğru değerlendirecektir.

Tarihî rekor: Dijitale ayrılan pay 5 milyar dolar!

3 Kasım 2020’de yapılacak ABD Başkanlık Seçimleri için yürütülen kampanyalarda dijital mecraların aldığı pay siyasi iletişimin tarihinde yeni bir kilometre taşının geride bırakılacağını işaret ediyor. 5,2 milyar doları bulacağı hesaplanan başkanlık kampanyalarının yüzde 45-50’lik dilimi (kabaca 2,4-2,6 milyar dolar) dijital mecralarda kullanılmış olacak.

3 Kasım 2020’de başkanlık seçimlerinin yanı sıra Senato ve Temsilciler Meclisi yenileme seçimleri de yapılıyor. Bu seçimlerde yarışan adayların toplam harcamalarının ise 5,6 milyar dolara ulaşacağı hesaplanıyor.

Toplamda 10,8 milyar dolarlık bir bütçe kullanılacak olan 2020 Amerikan seçimleri, demokrasi tarihinin en pahalı kampanyası olarak kayıtlara geçecek. Dijitalde data odaklı kampanya yapabilme imkânlarının yükselmesi ve COVID-19 pandemisinin kısıtlamaları nedeniyle seçmene erişim yolunda, bu bütçenin 5 milyar dolarlık büyük bölümünün dijitale akacağı hesaplanıyor. Bu durum siyasi kampanya yönetiminde “yeni normal” demek olacak.

Bir seçimden çok daha fazlası

Hatırlayanlar olacaktır, Bill Clinton’ın 1996’daki yeniden seçim kampanyası o tarihe kadar yapılan en kapsamlı “e-mail marketing” kampanyası olarak adlandırılmıştı. 2008’de yapılan Obama’nın ilk seçim kampanyası tarihe ilk sosyal medya kampanyası olarak geçmişti. Yine Obama’nın 2012’deki yeniden seçim kampanyası literatüre ilk büyük veri kampanyası olarak girmişti. Trump’ın seçildiği 2016 kampanyası ise ilk “fake-news ve dezenformasyon” kampanyası gibi kavramlarla anılıyor.

ABD başta olmak üzere dünyanın hemen her demokrasisinde seçimlerin sonucunu yüzde 10’luk bir seçmen kaymasının belirlediği herkesin bildiği bir gerçek. Bu yüzden karar değiştirmeye hazır o yüzde 10’luk kümeye erişmek ve o kümeyi mesaj bombardımanına tabi tutmak seçim kampanyalarının özünü oluşturur.

Hal böyle olunca Pew Research Center verisinde sosyal medyadan siyasi içerik görmeye karşı negatif bir tutum içinde olmayan yüzde 45’lik seçmen kümesine erişmek için bütçe kullanmak son derece stratejik oluyor. Zamanla “dijital de olsa mı acaba” dediğimiz kampanya dönemlerinden, bugün, “önce dijital” dediğimiz bir döneme gelmiş olduk. Muhtemeldir ki çok uzak olmayan bir gelecekte “sadece dijital” diyeceğimiz kampanyalar yapacağız.

Siyasi iletişimdeki yukarıda saydığımız dönüm noktaları ticari iletişime ilham kaynağı olduğundan, pek çok markanın bütçe planlamasında da “önce dijital” veya “sadece dijital” örneklerini daha çok göreceğiz demektir.

Platformların demokrasiyle imtihanı

Peki, demokrasilerin geleceği için dijitalin yükselişi ne anlam ifade ediyor? Dijital yükseldikçe demokrasiler de yükseliyor mu?

2000’lerin başlangıcında sosyal medya platformlarının doğuşu ve yükselişi, dünya entelektüelleri özellikle de siyasi iletişimle uğraşan uzmanlar arasında demokrasinin yükselişi ve global olarak genişlemesi için büyük bir eşik olarak görülmüştü. Sosyal medyanın önemli rol oynadığı dünya çapındaki birçok türbülans (Arap Baharı’ndan Occupy Wall Street’e, Turuncu Devrimlerden Tahrir’e ve hatta Gezi hareketine) sektördeki insanlarca bu yüzden içtenlikle alkışlandı.

Düzen partilerinden umudunu kesmiş sıradan insanlar, özgürlük ve dijitalin sağladığı imkânlarla demokrasinin yeni bir evresini inşa edeceklerdi… Sesini yönetime duyurmak isteyen sistem dışı kalmış insanlar artık kendilerini özgürce ifade edebileceklerdi… Demokrasi ilerleyecek, insanlar yönetime katılacak ve dünya daha iyi bir yer olacaktı…

Birer demokrasi kahramanı gibi itibar kazanan sosyal medya platformlarının imkânları, muktedirlerin ve kurulu düzen güçlerinin huzurunu derhal kaçırdı. İktidarlarına karşı büyük bir tehdit olarak algıladıkları sosyal medya platformlarında kendi paralı ordularını kurmaya karar verdiler. Üstelik bunu hantal devlet yapılarından beklenmeyecek bir hızla yaptılar. Parası ve organize gücü olmayan sıradan insanın karşısına iktidarın istihbarat desteğini de yanına almış paralı büyük dijital ordularını çıkardılar. Dünyanın her yanında bu orantısız güç mücadelesinin sonuçlarını kısa sürede görmeye başladık.

2015’te Latin Amerikan ülkelerinden birinde iktidar partisi lehine kampanya yaparken yasal sınırları çiğnediği için tutuklanan bir dijital kampanya yöneticisinin hikâyesi duyuldu önce. Başlangıçta bu hikâye sıradan tekil bir “kötü adam” hikayesi gibiydi. Arkasından 2016 Trump ve Brexit kampanyalarından organize manipülasyon hikâyeleri ortaya döküldü. Derken, Rusya’nın yabancı ülkelerde seçimleri etkilemek üzere kurduğu bot fabrikalarının haberlerine şahit olduk.

İktidarların ve devletlerin sosyal medya platformlarını demokrasileri tahrip edecek bir silah gibi kullandıklarının ifşa olduğu en önemli vaka Cambridge Analytica vakasıydı.

İktidarların ve devletlerin sosyal medya platformlarını demokrasileri tahrip edecek bir silah gibi kullandıklarının ifşa olduğu en önemli vaka Cambridge Analytica vakasıydı. Sosyal medyanın demokratik kurumları ve değerleri geliştirmek bir yana, insanları manipüle etmek adına ne kadar tehlikeli kullanılabileceğini gösteren bu vaka, dijital dünyada regülasyon ihtiyacını ortaya koydu. Çünkü dijital platformlar algoritmaların yarattığı yankı odaları, toplumsal kutuplaşma ve ayrışmanın derinleşmesine hizmet ediyordu.

Regülasyon dile kolay

Sosyal medya platformlarının regülasyonu meselesi can alıcı bir ihtiyaç olarak ortaya çıksa da bu meselenin çözümü hayli netameli. Çünkü ucu ifade özgürlüklerine dokunuyor. Ne yazık ki kısa sürede dünyanın bu konuya bir çözüm bulabilmesi mümkün görünmüyor.

Bazı evrensel prensipler belirlense bile tüm dünyada geçerli olabilecek “fit for all” bir regülasyon ihtimali oldukça zayıf. Her bir ülke için yerel uygulama ve yorum gerektiren terzi işi karar bir yol bulunabilir. Eninde sonunda insanlık bir çözüm üretmek zorunda çünkü siyasi iletişimde trol ve bot ordularının varlığı ve etkisi demokrasinin geleceği adına büyük tehdit.

Bugün için siyasi ve sosyal kampanyalardan büyük bütçe alan sosyal medya platformları en azından bir “etik kod” ilan etmek durumunda. Demokrasi için bir umutken, demokrasileri tehdit eden bir silaha dönüşen platformların zaman geçirilmeden bu konuda zorlanmaları şart. Mesele şu ki bunları yaptırabilecek ne global bir irade ne de otorite söz konusu.

Siyasi partiler var olmaya devam edebilecek mi?

Dijital platformlardaki tüm bu gelişmeler siyasi partilerin gelecekte var olup olmayacaklarına dair yeni ve yükselen bir tartışmayı da beraberinde getirdi. Bilindiği üzere siyasi partiler toplumsal ihtiyaçların sonucunda doğmuş örgütlerdi. Emmanuel Macron ve Volodimir Zelenski benzeri partisiz bazı siyasetçilerin son dönemde müesses nizam partilerine karşı seçim kazanmaları, siyasi partilerin merkezinde olduğu “bildiğimiz siyasetin sonu” olarak değerlendirilebilir miydi?

Modern anlamdaki ilk siyasi parti örgütlenmeleri 18’inci yüzyıl sonlarında görüldü. Artan nüfusla birlikte adayların her seçmene erişmesi imkânsız hale gelince, aday adına sahada bunu yapacak canvassing (propaganda) ekiplerine ihtiyaç doğdu. Böylelikle adayın temsil ettiği fikirlerin kapıdan kapıya seçmene anlatılması ve seçmen kümelerinin ikna edilmesi için partiler kuruldu. Partiler, hemen her önemli yerleşim biriminde örgütlenerek doğrudan ve kişisel propaganda yapan kalıcı yapılara dönüştüler. Bir müddet sonra da siyasi partiler demokrasilerin varlığı ve sürdürülebilir başarısı için olmazsa olmaz “daimi organizmalara” dönüştü.

Bir diğer ifadeyle siyasi partiler gerçekten de birer taban hareketi olarak kuruldular ve demokrasilerin geliştirilmesine yardım ettiler. Hatta süreç içinde siyasi partiler birer demokrasi bekçisi haline geldiler. Hem kendi ideolojik amaçlarına hem de demokratik değerlere uygun olmayan adayları bünyelerine kabul etmeyen, sonuçta da anti-demokrat adayların yönetim kademelerine yükselmesine engel olan sağlam ve muteber bekçiler oldular.

Ne yazık ki bugün yükselen popülizm sürecinde siyasi partilerin dejenerasyonu, onların demokrasi bekçiliği sıfatını kaybetmelerini beraberinde getirdi

Ne yazık ki bugün yükselen popülizm sürecinde siyasi partilerin dejenerasyonu, onların demokrasi bekçiliği sıfatını kaybetmelerini beraberinde getirdi. Yeryüzündeki en köklü demokrasilerde bile siyasi partiler bu eski ve önemli misyonlarını yitirmeye başladılar. Demokratik değerlerle ilgisi olmayan Trump gibi isimler önce parti içinde ardından da devletin yönetim kademelerinde tüm bariyerleri aşarak yükselebildiler. İşte günümüzün en kritik tartışması bu nedenle başladı.

Bugün tek bir odadan, tek bir kampanya merkezinden dijital ve mobil olarak ülkedeki her bir seçmene erişebilecek teknik donanıma sahip isek hâlâ daimi ve pahalı bir saha örgütüne ihtiyaç var mı? Üstelik demokrasinin bekçiliğini yapmak yerine bizzat demokrasileri tahrip eden yapılara dönüşecekse siyasi partiler hangi toplumsal ihtiyacın karşılığı olarak ayakta kalmaya devam edebilecekler?

Eğer yaşamaya devam edeceklerse siyasi partilerin çıkış noktaları olan kapıdan kapıya pazarlama yerine, dijital pazarlama yapısına dönüştürülmeleri mümkün mü? Mevcut halleriyle devam etmek mi şekil değiştirmek mi yoksa yok olmak mı? Tüm bunlar henüz cevabı olmayan sorular…

Trump mı kazanır, Biden mı?

Tüm bu tartışmaların gölgesinde gerçekleşecek ABD Başkanlık Seçimlerinde ne olabilir? Kim kazanır; Trump mı, Biden mı? Eylül sonunda Uluslararası Siyasi Danışmanlar Derneği’nin (IAPC) yönetim kurulu toplantısında, çoğu ABD’li olan kurul üyelerine hangi adayın kazanacağına dair bir bahis oynamayı önerdim. Ondan önce de kampanyalarda stratejik olarak gördüğüm bir tuhaflığa değindim: “Bence 3 Kasım başkanlık kampanyalarında adayların pozisyonlarında stratejik bir tuhaflık var. Seçimler aşk ve nefret duygularının yarıştığı süreçlerdir. Bir aday nefreti temsil ediyorsa, diğeri aşkı temsil etmelidir. Oysa 3 Kasım için yarışan iki adayın ikisi birden nefreti temsil ediyor. İkisinin dili de bunu kanıtlıyor. Biden ‘Trump’ın yeniden seçilmesini istemiyorsan bana oy ver’ derken; Trump ‘Uykucu Joe’nun seçilmesini istemiyorsan bana oy ver’ diyor… Yani ortada sevgiyi veya umudu temsil eden bir aday yok. Nefrete karşı nefret konumlandırması, sonuçta düşük katılım demektir. İki adayın birden aynı stratejiyi kullanması sizce tuhaf ve yanlış değil mi?” diyerek Amerikalı meslektaşlarımı bahse davet ettim.

Ama onlar bahse girmek yerine “Mesele kimin kazanacağından çok, seçimin sonucu bu sene alınır mı alınmaz mı meselesi” diye cevap verdiler.

O zaman aklıma bu yaz okuduğum bir kitapta öğrendiklerim geldi. How Democracies Die kitabının yazarları Steven Levitsky ve Daniel Ziblatt, verilerle Cumhuriyetçi Parti’nin 30 yıldan uzun bir süredir ABD seçmen demografisindeki değişime karşı nasıl bir sistem kurgusu içinde olduğunu örneklerle anlatıyorlar. Anlaşıldığı kadarıyla Cumhuriyetçi Parti, eline geçen her fırsatta, eyalet eyalet seçim bölgelerinde ve seçmen kayıt mekanizmalarında ince ayarlar yaparak (Bkz: Gerrymandering), oyları düşse dahi seçim kazanacak bir sistem inşa ediyor.

Bir seçimden çok daha fazlası

Kampanya boyunca Donald Trump’tan duyduğumuz “Bu seçim sistemi hileli”, “Mektupla oy kullanarak bize karşı hile yapıyorlar”, “Oylarımızı yine çalacaklar”, “Seçimi kaybedersem kabul etmem”, “Bu seçimin yenilenmesi gerekebilir” gibi ifadeler, asla mevcut Amerikan başkanının tutarsız, absürt laflarından yeni örnekler değil. Maksat seçmenlerin olası mağlubiyet için mobilizasyonu. Trump, sosyal medyada kendisine inanmaya hazır bir kitlenin var olduğunu bildiği için temelsiz iddialarla onları kışkırtmak istiyor ve doğrusu başarıyor da. Bu seçimde katılım düştükçe, Trump’ın şansı artacak çünkü.

Özetle, Trump’ın iktidara gelmesiyle özgür dünyanın liderliğinden uzaklaşmış olan ABD, 3 Kasım’la birlikte tehlikeli bir dönemece doğru ilerliyor. Dünyadaki diğer pek çok popülist siyasetçinin olduğu gibi Trump’ın da önceliği ülkede demokrasi ve adaleti sağlamak yerine ne pahasına olursa olsun gücü elinde tutmak!

Toplumsal kutuplaşma derinleştikçe, kırılganlaşan Amerikan demokrasisinin istikrarını yitireceği bir sürecin eşiğindeyiz. 3 Kasım, ABD’de birkaç ay sürecek riskli bir belirsizlik döneminin başlangıcı olabilir. Umarız kazanan sağduyulu olur.

İlgili İçerikler

Parolanı mı unuttun?

Kullanıcı adını ya da e-posta adresini gir. Sana bir e-posta göndereceğiz. Oradaki bağlantıya tıklayarak parolanı sıfırlayabilirsin.

Your password reset link appears to be invalid or expired.

Giriş

Gizlilik Politikası

Add to Collection

No Collections

Here you'll find all collections you've created before.