Olasılıksız, Empati, Oz ve Mobius’un yazarı Adam Fawer ile bir aradayız. Kader ve özgür irade arasındaki ince çizgi üzerine kafa yorarken bu sorgulamaların yazım pratiklerine nasıl yansıdığını da konuştuk.
Adam Fawer’ı Adam Fawer yapan şey; olasılık teorisi, insan zihni ve telepati, zamanın döngüselliği gibi konuları felsefi bir temele dayandırarak okurları kader, özgür irade gibi konularda düşünmeye sevk etmek desek yeridir. Bu yaklaşımın ardındaki hikâye veya ilham nedir?
Altı yaşındayken ciddi bir hastalık geçirdim ve sol gözümdeki görme yetisini tamamen, sağ gözümdekinin ise büyük bir kısmını kaybettim. Doktorlar bunun nedenini asla bulamadı. Bu benim için hayat boyu süren bir gizem oldu. Görme engelli olmak, dünyanın bana nasıl göründüğünü (kelimenin tam anlamıyla) ve dünyanın beni nasıl gördüğünü etkiledi. Hayatımı derinden değiştirdi ve her gün değiştirmeye devam ediyor.
Eğer böyle bir şey başıma gelmemiş olsaydı, nasıl biri olurdum asla bilemeyeceğim. Daha mutlu biri mi olurdum, yoksa yine aynı mı kalırdım? Yine aynı kadınla mı evlenirdim? İki oğlum olur muydu? Yazar olur muydum? Bunların cevabını hiçbir zaman öğrenemeyeceğim. Ama bu sorular hayatım boyunca peşimi bırakmadı. Yazdığım her şeyde bu soruların izini bulmak mümkün çünkü sürekli şunu sorguluyorum: Olduğum kişi olmak kaderimde mi yazılıydı, yoksa ben mi seçtim? Kader ve özgür irade meselesi de işte buradan çıkıyor. Yazdığım her şeyde bu soruların izleri var; çünkü aslında hep şunu sorguluyorum: Benim bu kişi olmam kader miydi yoksa kendi seçimlerimin sonucu mu? Zaman yolculuğu, olasılık ya da telepati gibi diğer kavramlarsa, kendimi anlamaya çalışırken başvurmayı sevdiğim eğlenceli bilimkurgu pencereleri.
Teorileri kurgunun içine yerleştirirken, okuru yormayacak bir denge tutturmak kolay olmasa gerek…
Yazma sürecimde Stephen King’in Yazma Sanatı kitabını referans aldım. King orada her gün yazmamızı ve geriye dönüp bakmamamızı öneriyor. Bir kitabın ilk taslağını bitirdiğinizde, onu bir çekmeceye koyup bir süre unutmalısınız. Öyle ki, kelimelerin çoğunu hatırlamayacak hâle gelene kadar bekleyin; işte o zaman düzenlemeye geçmenin zamanı gelmiş demektir. Ben de tam olarak bunu yapıyorum.
Kuramsal bölümleri düzenlerken iki şeye özellikle dikkat ediyorum; anlaşılır olmaları ve çok ağır ya da zor okunur olmamaları. Teoriler insanları düşündürmek için var ama her zaman hikâyeye ve karakterlere hizmet etmeyebilir. Kimse fizik kitabı okumak istemez; bu yüzden bilimsel bölümleri mümkün olduğunca dengeli tutuyorum. Çoğu okur gibi ben de bir an önce hikâyeye dönmek isterim. Hem benim için hem de hayranlarım için bu mükemmel bir denge.
Bir söyleşinizde, “İyi bir yazım için Tanrı’yı oynamamak gerekir” diyorsunuz. Sizce nedir iyi yazmanın sırrı?
Tanrı rolü oynamamakla kastettiğim şey şu: Karakterlerin, istemeyecekleri bir şeyi yapmalarını sağlayamazsınız. Karakterler mantıksız şeyler yaptığında bu okuru rahatsız eder. Bu yüzden karakterlerin, kendi doğrularına göre hareket etmeleri önemlidir. Bunu başarmak için, okurun empati kurabileceği, kendine özgü ahlaki kodları olan üç boyutlu karakterler yaratmanız gerekir. Ben şöyle düşünüyorum: Tarih, kötü adam olarak görülen erkeklerle dolu. Ama eminim ki onların çok azı kendini kötü adam olarak görmüştür. Yaptıklarına dair sebepleri vardı ve bu sebepler onlara doğru geliyordu. Karakterlerimi tasarlarken bunu aklımda tutarım; çünkü okur, özellikle de antagonistle empati kurabilirse, o zaman ortaya okunmaya değer bir hikâye çıkar.
Karakterlerin kendi yollarını çizmesi, hikâyeyi yazarken size zorluklar veya şaşırtıcı sürprizler getiriyor mu?
Evet, çoğu zaman oldukça sinir bozucu şekillerde. Genellikle hikâyenin nasıl başladığını ve nasıl bitmesini istediğimi biliyorum fakat karakterlerimi istediğim şeyi yapmaya yönlendirmek zor oluyor. Bunu başarmak için ya yaratıcı çözümler bulmam ya da karakterin kendisini değiştirerek, onun yapmak istediği şeyle benim istediğim şeyi aynı hâle getirmem gerekiyor. Yani yazma süreci, bir kaya parçasından bir heykel yontmaya benziyor. İçindeki figürü ortaya çıkarmak için parça parça oymak zorundasınız.
Son kitabınız Mobius, Olasılıksız ile benzer temalar taşıyor. Siz onu “Olasılıksız’a bir yanıt” olarak değerlendiriyorsunuz. Mobius hangi boşluğu doldurdu?
Bu gerçekten zor bir soru. Boşlukları doldurduğunu sanmıyorum; daha çok kader ve özgür irade sorularına farklı bir bakış açısından yaklaşıyorum diyebilirim. Pek çok açıdan, bunlar aynı madalyonun iki yüzü gibi. Bu da mantıklı, çünkü her kitabı yazdığımda hayatımın farklı bir dönemindeydim; aynı kişi olmama rağmen bakış açılarım büyük ölçüde değişmişti. İkisi arasında favorim Mobius, çünkü yaşam deneyimlerimin daha fazlasını kapsıyor ve daha zengin bir dokuyu ortaya çıkarıyor.
Start-up dünyası olasılıklar, riskler ve stratejilerle ilerliyor ve Mobius’ta bu dünyanın zorluklarına da değiniyorsunuz. Sizce bu belirsizlik ve riskler, iş dünyasındaki bireyin kendi kaderi ve özgür iradesi üzerinde etki yaratır mı? Genç girişimcilere veya kariyerlerinin başındaki okurlara bu konuda ne gibi tavsiyeler verirsiniz?
Hayattaki hiçbir şeyin, birinin kaderini etkilemediğini çünkü her şeyin önceden belirlendiğini düşünebilirsiniz. Ancak bunun özgür iradeyi nasıl etkilediği tamamen farklı bir meseledir. Mesela girişimcilik dünyasında çalışan biri, departmanının ne kadar iyi işlediği üzerinde büyük bir etkiye sahip olabilir ama şirketin başarılı olup olmayacağını etkileme gücü sınırlıdır; çünkü bu sonuçlar yarı yarıya üst düzey birkaç liderin kararlarıyla, yarı yarıya da saf şansla belirlenir.
Tavsiyeme gelince: Asla fazla rahat olmamalısınız. Eğer rahatsanız, kendinizi zorlamıyorsunuz demektir. Kendinizi geliştirmek için yapabileceğiniz en iyi şey, yönetebileceğinizi düşündüğünüzden daha fazla sorumluluk almaktır. Olasılıksız’ı yazmaya başladığımda, daha önce bir araştırma raporundan uzun herhangi bir şey yazmamıştım. Bunu başarabileceğimi düşünmüyordum ama denemem gerektiğini biliyordum. Ne kadar zor olacağını önceden bilseydim, belki hiç başlamazdım ama başladığım için çok mutluyum. Yeni bir kariyere başlamanın güzel yanı da bu: Bilmediklerinizi bilmezsiniz ve bu harika bir şeydir, çünkü imkânsızı başarmanın tek yolu budur. Yani kendinize inanın, özellikle de işler zorlaştığında. Bol şans.
Here you'll find all collections you've created before.