Gezegenin en naif, en cömert ve en doyumsuz kaynağının hikâyesi sona yaklaşıyor. Suyun hikâyesi, aynı zamanda bir mesele artık. Geçtiğimiz yıl Finish’in meseleyi sahiplenmesi ve onun hikâyeciliğini üstlenen Taner Ölmez sayesinde tehlike çanları ile mutlu son ihtimalleri arasında yapabileceklerimizi öğrendik.
Küçük dünyalarımızın sorunları ile büyük Dünya’mızın sorunları arasında bir yerlerdeyiz. Bu çarpışma noktasında kimimiz duruyor kimimiz daha iyisini umuyor kimimiz ise bir kurtarıcı bekliyor. Gezegenin en naif, en cömert ve en doyumsuz kaynağının hikâyesi sona yaklaşıyor. Suyun hikâyesi, aynı zamanda bir mesele artık.
Geçtiğimiz yıl Finish’in meseleyi sahiplenmesi ve onun hikâyeciliğini üstlenen Taner Ölmez sayesinde tehlike çanları ile mutlu son ihtimalleri arasında yapabileceklerimizi öğrendik… ve sorduk: Yoksunluk nedir? Beklediğimiz mi, mahkûm olduğumuz mu yoksa müdahale etme şansımızın olduğu mu? Zihinlerimizi bir çöle atsak, suyun değerini daha mı iyi anlarız?
Öncelikle ben işimi yapıyorum ve bir oyuncu olarak televizyon dizisinde oynuyorum. Her şey bir yana kendimi iyi hissediyorum. Neden dersen, birilerine iyi geldiğimi düşünüyorum. Sadece televizyon dizisi çekmek değil; başka başka insanlara dokunduğumu, belki birilerinin hayatını değiştirdiğimi, birilerine ilkyardım dersi verdiğimi hissediyorum. Alt beyinlere birkaç sinyal verdiğime, göz ucuyla izleyene bile mutlaka bir mesaj gönderebildiğime inanıyorum. Böyle bir şeyin içinde olmak bana çok iyi geliyor. Böyle işlerin çoğalmasına faydamız olduğunu da düşünüyorum.
Çok farklı ailelerle, insanlarla tanıştım, tanışıyorum. Bir gün 45-50 yaşlarında bir abi yanımdan koşarak geçti, sonra geri geldi. “Kardeşim ben niye koşuyorum, biliyor musun” dedi. “Niye abi” dedim. “Benim 11 yaşında otizmli bir kızım var, dün sizin diziyi izledim, sonra dayanamayıp tekrarı izledim, o yüzden işe geç kaldım” dedi. Dizinin ilk bölümünün yayınlanmasından sonraki sabahtı. Beni prodüksiyondan almaya gelen arkadaşım dışında daha kimseyle görüşmemiştim. Böyle bir şeyi yaşamak bana çok enteresan geldi, birkaç gün etkisinden çıkamadım.
Ben hayatı akışına bırakarak yaşıyorum, kafamda çok net planlar yok. Mucize Doktor işinin bana gelmesi için evrene mesaj yolladım. En azından şöyle bir çabam oldu, gelen her işe girmedim. Durdum, okudum, bekledim, dinlendim, spor yaptım. Ruhen ve fiziken sağlıklı kalmaya çalıştım. Sonra birgün telefonum çaldı. Böyle bir iş var dediler. Okudum ve dedim ki, bu işi düşünenden Allah razı olsun. Okuduğum herhangi bir hikâyeden fazlası vardı burada. Sosyal sorumluluk projesi tadında bir şeydi. Olursa çok güzel olur dedim ve çalışmaya başladım. Her şey süreçte gelişti. Bu iş çok izlendi, sonrasında ne yaparım diye bir düşüncem olmadı.
Yine akışına bırakıyorum. Ben müzik yapıyorum zaten, belki birgün Mucize Doktor geldiği gibi yine telefonum çalacak ve ben bir şeyden çok etkileneceğim. Ne olacak bilmiyorum, belki bir müzikal belki bir drama belki bir film ya da dans tiyatrosu…
Mucize Doktor’dan önce de bir şeyler yaptım. Medcezir’de oynadım, çok popülerdi. Dediğim gibi sonra bekledim ve özel bir şey olmasını istedim. Müzik çalışmaları yaptım, dublajlar yaptım ama yine de doğru şeyi bekledim. Benim olayım 100 metre değil, ben uzun ama yavaş koşuyorum. Nefesimi doğru kullanmam lazım. Öğrenmenin ve kendini geliştirmenin yaşı yok, özellikle de bizim meslekte…
Ben Mucize Doktor’la değil de 45 yaşında X bir diziyle de bahsettiğin eşikten atlayabilirdim. Bunun önümü görebileceğim bir formülü yok. Kendime tek söylediğim, sağlıklı kal Taner. Ruhen, zihnen, bedenen sağlıklı kal. Sen bu tempoyla gitmeye devam et, birgün bir yerde doğru kişiyle ve doğru işle buluşacaksın.
Kaçış mı dönüş mü, ne derseniz. Doğa, hayatımın temel parçası. Gittiğimiz yer de geldiğimiz yer de aynı, toprak. Yılın bazı dönemlerinde toprağa basmam lazım, yoksa insanlıktan çıkarım. Aslında bu kaçış isteği kendimi bildim bileli vardı. Hatta bir arkadaşımla, üniversite ikinci sınıfta Şile’den çıkıp Gürcistan sınırına kadar 21 gün boyunca dolaşmıştık. Hayatımda unutamadığım tatillerden biriydi. Artvin’de bir yaylaya çıktık, Karagöl’e gittik. “Ben burayı biliyorum” dedim. Takvimlerden, kartpostallardan gördüğümüz yerlerle aynıydı. O yüzden illa Norveç’e gitmeye gerek yok. İnanılmaz manzaralar var hayatımızda. Bakabilsek, değerini bilebilsek keşke.
Ozon deliniyor, küresel ısınma var, mevsimler birbirine girdi. Bunların hepsini biliyordum elbette ama bu kadar yakından deneyimlememiştim. Suya muhtaçlığımızı, dünyada su savaşları yapıldığını, suyun altından daha değerli olduğunu, birbirlerinin suyunu kesen ülkeler olduğunu biliyordum ama yine de olayın ciddiyetinden bu kadar haberdar değildim. Suyun hikâyesini öğrendim. Önümüzde duran felaketi, bu zamana kadar anlamamışım belki de… Çok büyük bir sorunumuz var. Bu sorunla yüzleştikten sonra da hayatımda birçok şey değişti.
Bence bizi bir araya getiren şey kader. Finish’in nasıl karşıma çıktığını bilmiyorum ama onlara sadece teşekkür edebilirim. Böyle bir işe baş koydukları, Kuyucuk ya da başka bir yeri canlandırmaya çalıştıkları, çevre halkı bilinçlendirdikleri, buna mesai harcadıkları için… Bakıyorum, su tasarrufu diye didiniyorlar. Suyun değerini ve gelecekte bizi neyin beklediğini müfredata sokmalıydık. Üniversiteye giriş sınavlarında soru bile olmalıydı. Her şey bu noktaya gelmeden önlemler alınmalıydı aslında ama neresinden bu farkındalığı yakalar ve harekete geçersek o kadar şansımız olur.
Ben bu işbirliği sayesinde daha önce hiç duymadığım ve maalesef ki hiç de araştırmadığım bilgilere sahip oldum. Hem de öyle bilgiler ki aslında gündelik hayatımızın parçaları. Mesela normal duş süremizden beş dakika az duş yaptığımızda, ayda iki ton su tasarrufu sağlanıyor. Bulaşıklar mesela… Bizde bir âdet var ya, makineye koymadan önce sudan geçirmek… Her seferinde fazladan 57 litre su harcamak demekmiş. Su tasarrufunu sağlayabilmek adına bunun gibi çok önemli tüyolar var. Herkes azıcık özen gösterse Dünya daha yaşanır bir hale gelecek.
Çok şey var. Öğrenmek isteyen herkes 25 Litre belgeselini izlemeli. Biraz önce bahsettiğim, aslında küçük ama büyük sonuçlar doğuran bu hareketlerle elimden geldiğince su tasarrufuna katkı sağlamaya çalışıyorum.
yarininsuyu.com sitesine girdim mesela. Su ayak izini ölçen, Türkiye’nin su durumunu gösteren, su hakkında hemen hemen her konuda bilgi veren bir site. Testi yaptığımda su ayak izimin hiç de sandığım kadar az olmadığını gördüm. Bence herkesin girmesi ve gerçekleri kendi gözüyle görmesi gerek.
Kuyucuk’taki reklam çekimi sırasında anlatılanlar da ayrı bir konu. Kuyucuk Gölü aslında bir kuş cenneti, 230’dan fazla kuş türünün yuvası. Oraya gittiğimde bildiğiniz dümdüz bir çorak alandı. Bir zamanlar hayatın olduğu bir yerde hiç hareket olmaması çok üzücü. Biz evlerde muslukları kapattığımız sürece Kuyucuk ve diğer ihtiyacı olan göllerin suyunu kurtarmak elimizde.
Mucize Doktor’daki çalışmamız da bunun bir yansıması aslında. Türkiye’de ilk kez bir marka iki diziyi bir amaç için bir araya getirdi bildiğim kadarıyla. İzleyiciye verilen mesajlarda dizide canlandırdığım Ali Vefa karakterinin özellikleri kadar benim yaşadığım deneyimin de büyük etkisi var.
Tema/Söyleşi: Tuğba Dülger Özöğretmen * Fotoğraf: Deniz Özgün * Styling: Yasemin Eke * Styling Asistanı: Merve Güreş * Makyaj: Nilay Yağmurlu * Saç: Mete Katipoğlu * Prodüksiyon: Asitane Yapım
Kullanıcı adını ya da e-posta adresini gir. Sana bir e-posta göndereceğiz. Oradaki bağlantıya tıklayarak parolanı sıfırlayabilirsin.
Here you'll find all collections you've created before.