Taş Devri’nde mağara duvarlarına yaptıkları resimlerin yanı başına el izlerini yapıştırarak imza atanlar belki de ilk meşhurlardı. Dolayısıyla insanlık tarihinin en erken evrelerinden yakın zamanlara dek şöhretler, az ya da çok hep var olagelmiştir.
“Ben bilinmeyen gizli bir hazine idim, bilinmeyi sevdim/istedim, bilinmem için mahlûkatı yarattım.”
İslam kaynaklarında hadis olduğu da rivayet edilen1 yukarıdaki ifadeye bakılırsa, şöhret arzusunun belirdiği ilk varlık Allah’tır. O, kâinatı ve onun içinde mahlukatı yaratarak “tanınan-bilinen” olmuştur. Şöhret de budur: Kayda değer sayıda insan tarafından bilinen, tanınan, izlenen (takip edilen) biri olmak.2
Arapça “şhr” kökünden çıkış bulan şöhret sözcüğü, “belirme”, “öne çıkma”, “tanınma” anlamlarına gelir. Aynı köke dayalı “meşhur” da bilinen-tanınan demek. Gerçi yukarıda aktarılan sözde “bilinme” karşılığı geçen sözcük meşhur değil “mâruf”tur ama bu sözcüğün çerçevesi içinde de “meşhur”, “tanınmış”, “ünlü” anlamları bulunmaktadır.
O halde denilebilir ki insanın şöhret arzusu, tutkusu, isteği yaratılışından olduğu kadar yaratıcısından da gelmektedir.
İnsanda böyle bir heves olmakla birlikte şöhret, çağlar boyunca gayet sınırlı çerçevede, sadece birilerine mahsus mahiyette, en önemlisi yetenek ve yetkinlikle bağlaşık olarak ayırt edilir. Taş Devri’nde mağara duvarlarına yaptıkları resimlerin yanı başına el izlerini yapıştırarak imza atanlar belki de ilk meşhurlardı. Dolayısıyla insanlık tarihinin en erken evrelerinden yakın zamanlara dek şöhretler, az ya da çok hep var olagelmiştir. Ama meşhurluk halinin, insanlığı tümüyle kapsamına alacak şekilde bir kitlesel hedef ve hevese dönüşmesi sözkonusu değildi. Çünkü böylesi bir hedef ve hevesi imkân dahiline sokabilecek bir tekno-ekonomik düzey mevcut değildi.
İçinde bulunduğumuz zamanı önceki zamanlardan ayıran kritik nokta budur. 2000’lerin başından itibaren “Meşhuriyet Çağı” olarak tanımlamayı ısrarla sürdürdüğüm şimdiki zaman, şöhret arzusu, tutkusu, çabası, çırpınması, yırtınmasının hemen herkeste zuhuru ile karakterize olur. Toplumsal-kültürel açıdan Mevlâna Rumi’nin malum “Gel, ne olursan ol, yine gel” sözünden ilhamla şöyle bir çağrıya herkesi davet eden bir tarihsel moment’tir bu:
Ol, ne olursan ol, ama illa ki meşhur ol!..
Böylesi bir durumun sökün etmesi, yukarıda kaydettiğim gibi, Yeni Milenyum’a adım atılmasıyla eşzamanlıdır. Aşağıda bunu daha da temellendireceğim. Fakat benim için en kritik veri, 2001-2002 dönümünde Londra’da Noel zamanı İngiliz ITV televizyonunda izlediğim bir programdan çıkış bulmuştur. “Britanya’nın En Parlak Çocuğu” (Britain’s Brainiest Kid) adlı o bilgi-yarışma programında finale kalan 24 çocuğa yarışma öncesi kendilerini tanıtırlarken, büyüyünce ne olmak istedikleri de soruldu. Doktor, mimar, mühendis, vb. bilindik yanıtlar vardı ama yeni dünya haliyle uyarlı “top model”, “pop star”, “sporcu”, “televizyon sunucusu” gibi seçenekler daha revaçtaydı. Yine de hiçbir yanıt, o demir leblebi gibi soruların hepsinin hakkından gelerek yarışmayı birinci tamamlayan 12 yaşındaki Laura Hibbert’ınki kadar şaşırtıcı ve sarsıcı değildi.
Laura, büyüyünce “meşhur olmak” istemekteydi.3
Durum netti. 12 yaşındaki çocuk lafı hiç dolandırmadan, çocuktan al haberi deyişini doğrularcasına 21’inci yüzyılın genelgeçer insanlık halinin ne olacağını bildiriyordu. Yetişkinlerin hiç cesaret edemeyeceği bir saflık, içtenlik ve açıklıkla hem de… Çünkü aslında yetişkinler de aynı yolun yolcusuydu. İster doktor ister mühendis ister mimar ister avukat ister bürokrat ister sermayedar ister bilim insanı ister ilahiyatçı ister deprem uzmanı ister finans danışmanı, ne olursanız olun, eğer meşhur olamıyorsanız olmuyordu. Meslek sahibi olmak da mesleğinde başarılı olmak da yetmiyor, ille meşhur olmak gerekiyordu.
Meşhuriyet Çağı buydu: Şöhretin bir insani varoluş kaidesi, koşulu, kuralı haline gelmesi… Bir bakıma da Andy Warhol’un ta 1968’de sarf ettiği “Herkes bir gün 15 dakikalığına şöhret olacak” sözünün hayata geçmiş “gibi göründüğü” bir insanlık durumunun karşılığı…
Amerikalı sosyolog Karen Sternheimer, meşhurluk çığırının daha önce hiçbir dönemde olmadığı ölçüde herkese açık hale gelmesiyle, “realite televizyon, YouTube, MySpace ve genelde İnternet’in gelişi” arasında bağ kurar.4 Gerçekten, Meşhuriyet Çağı’nın şafağının, “realite televizyon” denilen yarışma-şov programlarının tam anlamıyla patlama yaptığı 2000’ler başında söktüğü rahatlıkla söylenebilir. Bu tür programların elbette önceki onyıllara giden bir tarihi vardır ama seyir endüstrisinde başat hale gelmeleri yüzyıl dönümüdür.5
“Survivor” bu bakımdan en karakteristik, şahika ve alametifarika bir örnek olarak zikredilebilir. Kökeni İsveç yapımı “Robinson” (1997) olmakla birlikte ABD’de 2000 yazında yayına girdikten sonra dünyanın her tarafına yerli sürümleriyle yayıldı. Bizde de Acun Ilıcalı, 1990’larda başladığı televizüel sunuculuk performansında “Firarda Acun” olmaktan 2000’ler başında “Survivor Acun” olmaya onunla evrildi. Giderek de bu ülkede bir “sanal şöhret” operatörü, moderatörü, prodüktörüne dönüşmeye doğru seçkinleşti.
Sıradan insana şöhret vaadinin başladığı nokta burasıdır ve artık “sade vatandaş”, otel girişlerinden sokaklara yüz metrelerce yayılan realite-yarışma adaylık, daha doğrusu şöhret kuyruklarındadır.6 Mecralar hızla çoğalır: “BBG”, “Popstar”, “Ben Evleniyorum”dan başlayarak “Gelinim Olur musun?”, “Fear Factor”, “Survivor”, “Yetenek Sizsiniz”, “O Ses Türkiye”, “Bugün Ne Giysem”, “MasterChef”, vd. realite şov-yarışma programları… Ayrıca, artık çok daha aktif bir görüntü ve görünme evreni olarak hayatın akışına damga vuran YouTube, Instagram, TikTok gibi dijital sosyal medya platformları… Buralarda herkes görünerek var olma derdinde, adeta “Şöhret uğruna ya Rab!” nida ve niyazlarıyla koşuşturmaktadır.
Ancak elbette işin içinde bir “iş” vardır.
Şöhret vaadi, bir yanılsamadan ibarettir. Hakikatte olansa muazzam bir ekonomik çarkın dönmesi, ticari-endüstriyel işleyiş doğrultusunda “arzu sömürüsü” yapılarak kâr ve kazanç elde edilmesidir. Ek olarak, bir ideolojik güdümlemeden, “yanlış bilinç” üretiminden de dem vurulabilir. İtalyan sosyolog Francesco Alberoni’nin deyişiyle, “ekonomik iktidar seçkinlerinin kültürel üretimi” olarak meşhurluk, insanların gerçeklikten fanteziye kaçışını sağlayan ve gerçek hayatta sömürülmeleri üzerine düşünmelerini engelleyen bir işleve sahiptir. Bu süreçte insanlara hem yukarı doğru (sefaletten servete) bir mobilizasyonun mümkün olduğu sanısı (hatta “sanrısı”) hem de eşitsizliğin “sınıfsal” işleyişten ziyade bireysel yetersizlik ve başarısızlıklardan kaynaklandığı inancı aşılanır.7
Sözün özü, medya teknolojileri ve eğlence endüstrisi güdümünde varlık bulan görsel kültür ikliminde şöhret, başta değindiğimiz şekilde yaratana özgü bir hususiyet olmaktan çıkıp sıradana yönelik bir vaat oldu. Ama bu, ters yönde, daha doğrusu paradoksal şekilde şöhretin sıradanlaşmasını beraberinde getirdi. Herkesin 15 dakikalığına şöhret olabildiği yerde şöhretin anlamı, değeri, önemi kalmadı. “Her canlı şöhreti tadacaktır” mottosuna dayalı Meşhuriyet Çağı’nda şöhret, ne bir statü ne de prestij işaret eder şekilde aleladeleşti.
İngiliz siyaset felsefecisi ve yazar John Gray’in keskin diliyle noktalayalım:
“Bu yanılsamalar karnavalında şöhretler, medyadaki rekabet mantığıyla yaratılan ve mekanik biçimde tüketilen, mantar gibi biten kişisel tatminin çekici ama içi boş metalarıdır. Doğası gereği geçici olan günümüz ünlüleri para ile özel hayatın değiş tokuşundan oluşurlar. Bu, sürekli taciz altında zavallı bir varoluştur. Medyanın arzularına tabi bir yaşamın özgür olarak nitelendirilmesi pek kolay değildir. Herkesin on beş dakika boyunca ünlü olma şansı taşıdığını içeren demokratik yaşam felsefesi, kandırmacadan ibarettir. Chris Evans’ın çok yazılan gözlemi gibi, zirveye çıktığınızda orada hiçbir şeyin olmadığını görürsünüz.”8
1- İ. H. Aydın, “Kenz-i Mahfî”, TDV İslam Ansiklopedisi, Cilt: 25, 2002.
2- K. Sternheimer, Celebrity Culture and the American Dream: Stardom and Social Mobility, 2011, s. 2.
3- T. Atay, Yaşasın Meşhuriyet Çağı! – Popüler Kültürden Kitle Kültürüne Türkiye İzlenimleri, 2004, s. 19.
4- Sternheimer, s. 2.
5- Detaylar için bkz. “Reality Television, Wikipedia, the free encyclopedia”.
6- T. Atay, “Şöhret Virüsü Ülkeyi Sardı”, Görünüyorum, O Halde Varım: Meşhuriyet Çağı’nda Kültür ve İnsan içinde, 2017.
7- Sterheimer, s.3-6.
8- J. Gray, Yeniden Gösteri Toplumuna Dönüş”, Küresel Yanılgılar (Çev. Z. Koltukçuoğlu) içinde, 2006, s. 207.
Kullanıcı adını ya da e-posta adresini gir. Sana bir e-posta göndereceğiz. Oradaki bağlantıya tıklayarak parolanı sıfırlayabilirsin.
Here you'll find all collections you've created before.