MediaCat

“Deneme yanılma sürecindeyiz”

Brand Week Istanbul’un bu yılki konuklarından Benedict Evans ile pandemide yükselecek alanları, ülkelerin uyum sağlama sürecindeki dinamiklerini ve tüketicinin teknolojiyle ilişkisini konuştuk.

“Deneme yanılma sürecindeyiz”

Siemens’in katkılarıyla Brand Week Istanbul’da ağırladığımız Mosaic Ventures Girişim Ortağı ve Teknoloji Analisti Benedict Evans, yaşadıklarımızı net değişimlerden ziyade salınımlara benzetiyor. Evans ile pandemide yükselecek alanları, ülkelerin uyum sağlama sürecindeki dinamiklerini ve tüketicinin teknolojiyle ilişkisini konuştuk. Evans’a göre bu süreçte bir önkabulle ilerlemek şart: “Her şeyi hızla değiştirmek gerçekten zor.”

Uzaktan çalışma, uzaktan eğitim, uzaktan sağlık hizmeti… Öncelikle bu sürecin gidişatına dair öngörünüz nedir?

Bu sorunun doğru cevabını tam olarak bilemeyeceğimizi düşünüyorum. Neticede pandeminin yarısındayız ve bir bu kadar daha yolumuz var. Yaşadıklarımız net değişimlerden ziyade salınımlara benziyor. Herkes evden çalışabilir mi yoksa herkesin ofiste olması şart mı? Her şey Zoom üzerinden halledilebilir mi yoksa insan teması mutlaka olmalı mı? Yanıtlar hâlâ kesin değil.

Kesin olarak söyleyebileceğimiz bir şey varsa o da şu olabilir: Her şeyin yaşanma hızı arttı. Altı aylık süre içinde 3-4 yılda gerçekleşebilecek e-ticaret adaptasyonlarının hatta daha genel olarak dijital dönüşümlerin yaşandığına tanıklık ettik.

Bir diğer kesinlik ise yaşananların zorunlu deneme yanılma süreçlerini getirmiş olması. Herkes henüz hazır olmadığı veya beklemediği şeyleri denemek durumunda kaldı. Bazıları işe yaradı, bazıları da yaramadı. Ancak şunu net biçimde öğrendik ki bir işi yapmanın tek bir yolu var dediğimiz her alanda alternatifler olabiliyormuş. İşe alım yapmadan önce adaylarla mutlaka birebir görüşmeniz gerektiğini mi düşünüyordunuz, ekip çalışması veya yaratıcılık isteyen işler için ekip üyelerinin mutlaka fiziksel olarak bir arada olmaları gerektiğini mi düşünüyordunuz… Bu düşüncelerin tamamı yıkıldı. Her şeyi Zoom’da veya bulut tabanlı bir şekilde yapmaya çalışıyoruz. Neleri birebir insan teması olacak şekilde devam ettirmemiz gerektiğini yine deneme yanılmayla tespit edeceğiz.

Sizin bu süreçle birlikte kırılan en büyük önyargınız ne oldu?

Bu bence çok açık. Herkes, görüntülü aramalar hakkında yepyeni bir düşünce biçimi geliştirmeye zorlandı. Birleşik Krallık’taki yayıncılık ve telekomünikasyon sektörlerinin düzenleyicisi konumundaki Ofcom’un yılın başında paylaştığı veriler, Birleşik Krallık’taki her 3 kişiden 1’inin haftada bir görüntülü arama yaptığını söylüyordu. Bu veri yaz aylarına geldiğimizde nüfusun yüzde 75’ine çıkmıştı. Herkes görüntülü arama yapmaya adeta mecbur hale geldi fakat bu, insanların artık yüz yüze gelmek istemedikleri anlamına da gelmiyor.

Sunumunuzda Netflix’in Birleşik Krallık’ın en büyük TV kanalı olduğunu hatta YouTube’un video izleme oranlarında Netflix’ten de yüksek paya sahip olduğunu, 2022’nin sonunda bulut tabanlı teknolojilerin kurumsal iş akışındaki payının yüzde 20’den 50’lere çıkacağından bahsettiniz. Büyüme yaşanan alanlara dair neler söyleyebilirsiniz?

Bu yılın başında dünyanın farklı ülkelerinde e-ticaretin toplam perakende cirosundaki payı yüzde 10 ila 20 oranında değişiyordu. Pandemiden sonra bunun yüzde 5 oranında arttığına tanıklık ettik. Bu belki de aynı büyüme hızıyla devam edecek bir trend.

E-ticarete adapte olmamış ülkeler vardı. Örneğin, Eurostat verileri İtalya’da geçtiğimiz yıl nüfusun yüzde 38’inin yalnızca bir defa online alışveriş yaptığını söylüyordu. Bu oran İngiltere, Hollanda ve İsveç’te yüzde 90 seviyesinde. Dolayısıyla İtalya’da birçok insanın e-ticareti ilk kez deneyimlediğini, bunun kendileri için ne ifade edebileceğini bu süreçle birlikte fark ettiklerini gördük. Elbette her ülke için farklı adaptasyon senaryoları söz konusu. Ülkeler arası uyum sağlama sürecindeki dinamiklerin farklılığına ilişkin eski bir şakayı anmak anlamlı olabilir: “Kıyamet koptuğunda Fransa’da olmak istersiniz, böylece yaşamak için beş yılınız daha olur.”

Şirketler özelinde yaşanan değişime baktığımızda ise halihazırda yaşanan değişimlerin hız kazandığını görüyoruz. 1980 ve 90’larda bütün büyük şirketler kâğıttan ve anabilgisayarlardan kişisel bilgisayarlara, yazılımlara, Oracle ve SAP gibi hizmetlere geçiş yapmıştı. Ben yaşadıklarımızın benzer bir jenerasyon değişimi olduğunu düşünüyorum. Şimdi de makine öğrenmeye ve SaaS’a (Software as a Service) geçiliyor. Yaşananlar bu geçişi hızlandıracak.

Bir başka hız kazanımı da yeni birer iş yapma sahası olan platformlara doğru yaşanıyor. Örneğin büyük bir perakendeci, 20 senedir gayet memnun olduğu bir satış noktası sistemi kullanıyor. Bu perakendecinin bugün e-ticarete ve click&collect gibi uygulamalara geçmesi, mağaza içi müşteri deneyimini tasarlayabilmesi ve yönetebilmesi lazım. Ancak elindeki sistem buna izin vermediği için kendisine, “Acaba bu özellikleri mevcut sistemime mi eklemeliyim yoksa yepyeni bir platforma mı geçmeliyim?” sorularını soruyor.

Hızlı büyümenin zaman zaman şirketlerin aleyhine işlediği durumlara tanıklık ediyoruz. Siz bu süreçte hızla büyüyen şirketler için bir tehlike öngörüyor musunuz?

Markalar için etik değerlere dair ve kısa vadeli bazı soruların ortada olması gayet anlaşılır. Müşterilerinizin ihtiyaçlarını suistimal mi ediyorsunuz, onlara bu dönemde nasıl davranıyorsunuz, kendi çalışanlarınıza nasıl davranıyorsunuz… Büyük şirketlerde iş yapış biçimleri değiştiğinde bu tip sorular her zaman ortaya çıkar ve dönüp “bu ne anlama geliyor, hangi süreçleri engelliyor ya da bozuyor” diye sormanız gerekir.

Belki çok basit bir önerme ancak her şeyi hızla değiştirmek gerçekten zor. Bunu yaparken hiçbir şeyi kırıp dökmemeye çalışırsınız ancak bazı şeylerin kırılacağını baştan kabul etmek ve bununla nasıl başa çıkacağınızı düşünmek durumundasınız.

Son dönemde robot süpürgelerin çokça yaygınlaştığından bahsettiniz. Sizce bu durum daha birçok yeni teknoloji ürününün kitleselleşmesi anlamına gelebilir mi? Tüketicinin teknolojiye olan şüpheci yaklaşımında ne gibi değişiklikler gözlemliyorsunuz?

Bence hâlâ hazır olmayan bazı teknolojiler var. Artırılmış gerçeklik hâlâ ortada yok. Sanal gerçeklik (VR) ise hâlâ bir oyun platformu. Evlere kapandığımız dönemde de sanal gerçekliğe büyük bir ilgi artışı olduğunu görmedik. VR’a büyük ilgi artışı gördüğümüz oldu ancak o, karantinayla değil Facebook’un Oculus Quest 2’yu lanse etmesiyle alakalıydı.

Bu soruya bir de şu açıdan bakalım. Bundan 10-15 yıl önce internetin kullanılmaya başlanması, bilgisayarlar ve yazılımlar çok ilginç ve heyecan verici şeyler olmakla birlikte insanların büyük bölümü için hayatlarının önemli bir parçası değildi. Ancak bugün bu teknolojilerin hayatımızın ne kadar odağında olduğu ortada. Üstelik dünyanın birçok ülkesinde yaşayan sayısız insanın herhangi bir şeyi –kendileri için doğru deneyim tasarımıyla sunulduğunda- online olarak hatta akıllı telefonlarıyla yapmaya hazır olduğunu biliyoruz.

Hepimiz birer akıllı telefona, 3G ya da 4G bağlantılara sahibiz ve hepimiz bazı şeyleri yapmak için zaten hazırdık. Şimdi ise o şeyleri yapmamız kaçınılmaz. Bütün bunlar beş yıl kadar önce olsa böyle mi olurdu? Herkeste yüksek kaliteli kameralar olmadığı gibi kimimizde kamera bile yoktu.

Parolanı mı unuttun?

Kullanıcı adını ya da e-posta adresini gir. Sana bir e-posta göndereceğiz. Oradaki bağlantıya tıklayarak parolanı sıfırlayabilirsin.

Your password reset link appears to be invalid or expired.

Giriş

Gizlilik Politikası

Add to Collection

No Collections

Here you'll find all collections you've created before.