MediaCat Yaratıcılığın İzinde söyleşi serimizin son konuğu Mercan Dede.
Arkın Ilıcalı hayatı, müziği ve resmi katman katman yaşıyor. Neyin fısıldadıklarını Burning Man’in renkleriyle birleştiren, duymak isteyenler için müziğine sürpriz sesler yerleştiren, önyargısız dünyalara kulak veren Mercan Dede o. Hoşgörü dünyasının sırrı ise şu sözlerinde saklı: “Bizim müziklerimizde teklif var ısrar yok, isteyen istediği boyutta dinleyebilir.”
Tasavvuf derya, bizim algılama seviyemiz bir küçük fincan. O yüzden en yalın haliyle fincanın içinde gördüklerimi söyleyebilirim. Tüm soruların, cevapların, doğruların ve yanlışların dışarıda bir yerlerde değil, içimizde ve kalbimizde olduğunu; başka yerlerde, başka öğretilerde ve başka insanlarda bir şeyler aramak yerine, içimizde öylece bizi bekleyen, kendimizi, gerçekten özümüzdeki “ben”i aramak, bulmak, anlamak için kendi iç sesimizi dinlemek gerektiğini söylüyor. Bunu yaparken de sevgi, muhabbet, dostluk, hoşgörü ve içtenliğin; yolumuzdaki, yönümüzdeki ve elimizdeki pusula olmasını diliyor.
Ney aslında çok geniş bir kitleye hitap eden bir saz. Ney sazını duyup da etkilenmeyen çok az insana denk geldim. Ancak 20 yıl öncesine kadar daha ziyade inanç dünyası, Ramazan programları ve Türk filmlerinde Filiz Akın’ın babası öldüğünde arka planda çalınan müzik olarak algılanıp dinlendiği için din ve ölümle özdeşleştirilen bir saz olarak, daha dar bir kitleye hitap ediyordu. Oysa aynen tasavvufun özündeki tüm renkler ve tüm duygular gibi ney sazı da, sadece ölümü ve dini değil; yaşamı, sevgiyi, ayrılığı, muhabbeti, huzuru ve hüznü, yani hayatımızdaki tüm duyguları ifade eden bir saz. Bu anlamda ney son yıllarda, farklı müzik türlerinde çok daha geniş kitlelere -sadece Türkiye’de değil aynı zamanda yurtdışında da- ulaşmayı başardı ki bu da çok güzel bir gelişme.
Burning Man özellikle etnik öğeler içeren elektronik müziğin çok ilgi gördüğü bir yer. O yüzden buraya gelen kitle zaten özellikle etnik müziğe son derece açık bir kitle. Ayrıca ney, çölde gün batarken kırmızı, mavi ve mor bulutların dünyasıyla son derece güzel örtüşüyor.
Kanada ve özellikle Montreal’in beni etkileyen en önemli özelliği farklı kültürlere ev sahipliği etmesi. Aslında bu anlamda biraz da, çok farklı kültürleri barındıran Anadolu gibi.
Bence Türk dinleyicisi ile yurtdışındaki dinleyici arasındaki en önemli fark, bizim müziğimizdeki sesleri, sazları tanıyan ve bu kültüre az ya da çok aşina olan Türk dinleyicisinin sahip olduğu referanslara, yurtdışındaki dinleyicinin sahip olmaması. Ancak her şey gibi bunun getirdiği belli avantajlar da var. Yurtdışında bizim müziğimizi daha önyargısız, belli referans noktalarına sahip olmadığı için daha kalpten dinleyen bir kitle mevcut. Yani ney sesini duyduğunda “İstanbul için iftar vakti” bağlantısını kurmuyor. Bağlantısı çoğu zaman Doğu – Batı arasında değil, yukarısı ile aşağısı arasında oluyor.
Sanat özünde insanları kendilerine yaklaştıran bir kavram, evrensel bir dil. İnsanlar sanat üzerinden iletişime geçtiklerinde “biz” kavramına “ben”den çok daha yakın olabiliyorlar.
Dünya cennet olmak vaadiyle yaratılan bir yer olmadığı için bence insanlar aynı düzlemde herhangi bir platformda bulunamayacaklar; ancak buradaki güzellik her bireyin tek başına, yaşamak istediği hayatı seçme özgürlüğünü ve sorumluluğunu kabul etmesi. Kimi bölerek, keserek, kırarak yaşayacak; kimi de severek, sevdirerek, dikerek ve birleştirerek… İkinci seçimin yolunu seçenlerin hayatında sanat her zaman tüm disiplinleriyle onlara eşlik edecek.
Bence sorunuza en has ve öz cevap, çok değerli Hayrullah Sözen dostumuzun Nerdesin parçasında okuduğu şiirindeki bir dizede saklı: “Evvel tek idik şimdi bir olduk biz.”
Her parçada, belki 30 kanala yakın, doku sesleri dediğimiz sesler var. Bunlar çoğu zaman ya mahcup oldukları için saklanan ve çok nadiren ortaya çıkan ya da duyabilmeniz için özel ilgi ve alaka bekleyen sesler. Konserlerde bu sesleri çok az duyduğumuz için, daha ziyade o an yaratılan kolektif sinerjiden beslenirken; tek başına, kulaklığını takıp, gözlerin kapalı kendi dünyana dalarsan neredeyse aynı eserin bambaşka versiyonunu dinliyormuş gibi, başka bir kapıdan içeri girmen mümkün. Yani bizim müziklerimizde teklif var ısrar yok, isteyen istediği boyutta dinleyebilir.
Bu işin ilginç yanı çoğu insanın beni, müzik eğitimi olan bir müzisyen ve bunun yanında da hobi olarak resim yapan biri olarak görmesi. Doğru olansa tam tersi. Hiçbir müzik eğitimim yok, tamamen kendi halinde müzikle uğraşan biri oldum. Görsel sanatlar ise akademik eğitimim olan kısım. Kanada’da Concordia Üniversitesi’nde master yaptım; baskı, resim ve multimedia alanlarında eğitim aldım. Ardından bu üniversitede iki yıl baskı bölümünde ders verdim. Sonra Mercan Dede isminde havai bir adamın peşine düşüp bir süre ara verdik görsel sanatlara. Son yedi yıldır ise görsel sanatlar ve müziğin bir araya geldiği bir dönem. Son beş yılda kendimi müzisyenden ziyade multimedia alanında çalışan biri olarak görüyorum.
Yani her ikisi de benim hayatımda doğal olarak varlar, bu anlamda aslında çatı benim. Her iki disiplin de benim hayatımda birbirine ilham veriyor, birbirini besliyor ve tamamlıyor. Aslında Instagram hesabım bu buluşmanın ortaya çıkarttığı kısa/mini filmleri paylaştığım bir platform.
Ben sadece alt başlıkları koyuyorum ve sonra da kurda kuşa yem olmasın diye, üzerilerini seslerle, renklerle örtüyorum. Bu eserleri dinleyen ve izleyen insanların bir kısmı bu alt başlıkları görüyor, hissediyor, biliyor, fark ediyor ve açıyor. Diğerleri ıskalıyor ya da belki fazla ilgilenmiyor. Benim için her iki durum da eşit derecede güzel. Yani başlıkları açmak gibi, ne bakanın gözüne batacak kadar ön plana ne de yok olacak kadar arkaya koymak konusundaki denge hayli önemli.
Türkiye’de dinlenen müziklerimizi tarz ve sayı olarak, yurtdışında yapılıp çıkan müziklerimize mukayese ettiğimde Türkiye’de dinlenen, bilinen eserlerimin sayısı oran olarak çok küçük kalıyor. Ama bazen 10 yıl önce yaptığın bir film müziği bir anda meçhul bir sebepten tekrar gündeme gelebiliyor. Yani bazı eserlerin bazı yerlerde zamanının gelmesi lazım. Her bir sesin de bizler gibi bir kaderi var. Bazen de dönemeçli yollardan geçecekler menzile varmak için…
Burada daha ziyade Arkın var. Kendime en yakın olduğum versiyonum. 2019 başında başlamak üzere, hayatımın son iki yıllık döneminde olduğum “ben”e en yakın versiyonumun son iki yılda yaratmaya çalıştığı şey, daha elektronik aralıklı single’lar ve müzik videoları çıkartmak. Heyecanlı ve keyifli bir dönem. Değişim dönemi, tüm evrenin geçirdiği gibi. Çıkartmayı planladığım single ve remix’lerin her birini multimedia olarak düşünüyorum, o yüzden her birinin ilginç videoları olacak.
DJ’liğe tekrar biraz zaman ayırma sürecinde, aslında bunu bir multimedia show olarak sahnelemeyi düşünüyorum. Dünyanın her yanındaki başarılarını heyecanla takip ettiğimiz Ouchhh’daki sevgili dostlarımızla multimedia kazanında bir şeyler pişiriyoruz, yakında kokusu çıkar.
Fotoğraflar: Fethi Karaduman
Kullanıcı adını ya da e-posta adresini gir. Sana bir e-posta göndereceğiz. Oradaki bağlantıya tıklayarak parolanı sıfırlayabilirsin.
Here you'll find all collections you've created before.