Özellikle Endüstri Devrimi’nden bu yana iki buçuk asrı aşkın zamandır insan, makinelerle bir “ölümsüz aşk” ilişkisi içinde. Bu süreçte teknoloji başlangıçta doğanın üstesinden gelmek için kullanıldı. Ama şimdilerde teknoloji, insanın üstesinden gelme yolunda kullanılmakta.
Kültür insanın ikinci doğasıdır.1 Ama kültür, aynı zamanda insanın “birincil” doğasıdır. İnsanın birinci doğası diğer tüm canlı varlıklar için olduğu gibi biyolojiktir. Canlı/biyolojik doğanın yarattıklarına karşılık insanın yarattığı maddi-manevi her şey2 olan kültür, insanı bir bakıma “canlı-üstü” varlık haline getirir. Böylece kültür, insan yaşam akışında aslî/birincil hale gelerek biyolojik doğa karşısında öncelik kazanır.
Kültürün insan yaşantısındaki birincilliğine geçmişten bugüne pek çok örnek kaydetmek mümkün olmakla birlikte an itibarıyla en belirgin ve kritik iki sonuç üzerinde durulabilir: Geleceğe dönük ufkumuzda en çok öne çıkan, artık hemen herkesin dilinde ve düşlemindeki yapay zekâyı kültüre borçluyuz. Aynı şekilde, geleceğe dönük olarak yine düşüncelerimize ve düşlerimize kâbus gibi çökmüş küresel iklim kıyametini de kültüre borçluyuz.
2024’ten 2025’e yeni bir yılın başlangıcında, geleceğe yönelik kültür başlığı altında yapmayı hedeflediğimiz değerlendirmenin önünü bu çerçevede açmaya çalışalım.
Şu ara yeni kitabı Nexus’la gündemde olan tarihçi Yuval Noah Harari, 2016’da yayımlanmış “Homo Deus: Yarının Kısa Bir Tarihi” adlı çoksatarında insanın 21’inci yüzyılda tanrı mertebesine ulaşacağı öngörüsünde bulunmuştu. Özetlemek gerekirse Harari insanlığın uzun varoluş serüveninde büyük mücadele verdiği üç temel sorunun, “kıtlık, salgın ve savaş”ın artık aşıldığını öne sürmekteydi. İnsanlığın başat yeni sorunları ise ölümsüzlük, mutluluk ve (kitaba da adını verdiği üzere) “tanrılaşma” idi. Ona göre 21’inci yüzyılda yaşlanmayı geciktirme ve ölümü yenme yolunda da; yaşarken mutluluk seviyesini her koşulda yükseltme yolunda da; robotlar, siborglar, androidlerle tanrı mertebesine ulaşma yolunda da büyük mesafe katedilmişti. Biyokimyasal, biyoteknolojik ve biyomühendislik doğrultulu çalışmalarla doğal seçilimi “terbiye eden” bir insanlık çıkmıştı ortaya. Buradan da bir üst aşamaya, Homo Sapiens’ten “Homo Deus”a geçilmesi yakındı. “Bu nedenle,” diyordu Harari, “yeni insanın gündeminde birçok alt başlıkla beraber tek bir başlık var esasında: Tanrı mertebesine yükselmek”.3
Harari bunları yazdıktan dört yıl sonra Covid-19 salgını patladı. Ardından iki yıl geçti, Rusya’nın Ukrayna’yı kan gölüne çeviren savaşı patladı. Bir yıl sonra da İsrail’in Hamas’ın saldırısını fırsat bilerek Gazze’yi harabeye çevirdiği, şu ana kadar 50 bine yakın insanı katlettiği savaş patladı. Açlık da dahil, Harari’nin bitti dediği bütün sorunlar apaçık ortadaydı.
İlginçtir, İsrail’in Gazze’ye saldırmasının ardından Harari, daha önce yazdıklarına adeta reddiye düzercesine ortalıkta oldu. Savaşın dehşetinden, barış umutlarının nasıl çok uzakta kalıp serapa dönüştüğünden dem vurmaktaydı artık… Homo Deus’ta, “Üçüncü iyi habere gelince, savaşların da sonu yakın. Birçok bölgede savaşlar hiç olmadığı kadar seyrekleşti. Görünen o ki artık şeker, baruttan daha tehlikeli” diye yazan kalemi, şimdi Washington Post’ta, “Nükleer savaş teorik olarak belki 24 saat içinde başlayabilir” diye yazmaktaydı.
Harari’nin yedi yıl önce yazdıklarını neredeyse tepetaklak eden 2023 sözlerine ve satırlarına bakıp onun Homo Deus’tan sonra “Homo Demonus” başlıklı bir yeni çalışmaya imza atmasını beklemek çok mu fantastik olur, bilemiyorum!..
Latince “deus”, tanrı ve kutsallık anlamı taşıyan, Antik Yunan’daki tanrıların tanrısı Zeus ile aynı kökten bir sözcük. Bununla ikili karşıtlık içinde yine Yunanca “daemon”dan çıkış bulan ve “Şeytan” anlamına gelen sözcük ise “demon”. Bu sözcükten “demonus”u türeterek, daha doğrusu uydurarak, Homo Deus’la uyaklı mahiyette ama ona karşı eleştirel bir yaklaşımla “Homo Demonus”u öneriyoruz. İnsanın tanrılaşmaktan çok şeytanlaşma yolunda ilerlediğini düşündüren veri, olgu ve gözlemleri işaret maksadıyla yapıyoruz bunu. “Kâr-büyüme-kalkınma” zehrini zihinlere zerk etmiş bir ekonomi-politik işleyişle yol alan insanlığın bütün o endüstriyel, elektronik, biyoteknolojik dönüşümleri “Tanrı”ya değil “Şeytan”a yakın ve yatkın bir motivasyonla değerlendirdiğini vurgulamak için.4
Özellikle Endüstri Devrimi’nden bu yana iki buçuk asrı aşkın zamandır insan, makinelerle bir “ölümsüz aşk” ilişkisi içinde. Bu süreçte teknoloji başlangıçta doğanın üstesinden gelmek için kullanıldı. Ama şimdilerde teknoloji, insanın üstesinden gelme yolunda kullanılmakta. Bu aşamayı “teknopoli”, yani teknolojinin totaliterleşmesi ya da tanrılaşması olarak tarif etmek de mümkün.5
Bir tarafta insandan daha randımanlı ve üstün çalışan makineler, doğal insan zekâsını aşkın yapay zekâ robot, android, humanoidler var. Bunların, evet, hayatı kolaylaştırmaya hatta güzelleştirmeye dönük kullanımları sözkonusu. Mesela kaybettiğiniz bir yakınınızın beynini taratıp dijital kopyasını yükleterek aynı görünüm, davranış ve mizaçla onu android halinde yanı başınızda, üstelik artık ölümsüz olarak bulabilirsiniz. Yani teknoloji, yani (artık büyük harfle yazmak gerek!) “Makine” sayesinde yeni ve daha gelişkin insan sürümü olarak “Homo Sapiens 2.0”a merhaba diyebilirsiniz.6 Aynı doğrultuda, endüstriyel üretim sürecinde hem kalite ve randımanı artıracak hem enerji tasarrufu sağlayıp maliyetleri azaltacak “siber-fiziksel” sistemleri devreye sokarak “Endüstri 4.0” aşamasının heyecanını da duyabilirsiniz.
Ama diğer taraftan bu 2.0’ların, 4.0’ların mevcut doğal-biyolojik-organik haliyle insanı sıfırlayan bir gidişatın önünü açma riski taşıdığını da görmezden gelemezsiniz. Metaverse, ChatGTP, GROK, DeepFake vd. hem düşünsel hem düşsel hem de fiziksel bağlamda insanı insan olmaktan çıkaran pratikler hatta tehditler olarak da karşımızda. Ayrıca her düzey ve düzlemde, iktidar yolunda savaşlar, çatışmalar, katliamlarda aynı “siber-fiziksel” imkânların, akıllı makinelerin, teknolojik hilelerin alabildiğine işlerliğe sokulduğu da sanırım herkesin malumu. Bütün bunların bedelinin sadece insanlığa değil, canlı-cansız, organik-inorganik tüm bileşenleriyle doğal çevreye çıktığı da…
Demek ki teknoloji ile “ölümsüz aşk” bir yandan insana ölümsüzlüğü vaat ederken diğer yandan alabildiğine ölümcül mahiyette yeryüzüne ölüm indirme tehlikesini ihtiva etmekte. İnsanı Home Deus kılmak kadar Homo Demonus’a dönüştürme olasılığını da üstelik çok daha büyük ölçüde içinde barındırmakta.
Zoolog Desmond Morris 1967’de yayımlanmış Çıplak Maymun adlı eserinin insanı maymun olarak değerlendiren vurgusu nedeniyle yarattığı kitlesel feveran karşısında kulaklara küpe mahiyette şunları söylemişti:
“İnsan maymunun geleceği, onun yeniden bir ‘hayvanî tevazu’ [animal humility] kazanabilme yeteneğine bağlı. Bu demek değildir ki insan, vizyonunu kaybetmek zorunda. Hayır bu, insanın kendi sınırlılıklarını kabul etmesi ve dünyanın çok küçük bir yer olduğunu bilmesi demek. Bir şekilde, özel olarak ‘korunan’ bir canlı türü olduğumuz tasavvurundan vazgeçmemiz lâzım. Herhangi bir canlı türü gibi biz de kolaylıkla yok olabiliriz. Bizi koruyacak tek şey, kendimize şu soruyu sormak: İnsanı, bir geri dönülemez nokta olan uçurumun kıyısına gelmeden önce, daha ne kadar uzağa itebiliriz?”7
Morris’in söylemek istediği, yazımızın başında değindiğimiz o ikinci ama birincilleşmiş doğamız olan kültürü, biyolojik birinci doğamız, bir başka deyişle doğal çevre ile barışık bir işleyiş içine sokma önerisi olarak da okunabilir. Elbette bu, çok ciddi bir “bilinç dönüşümü” gerektirmekte: İnsan-merkezci teknopoliden çevre-merkezci teknolojiye bir dönüşüm…
Doğanın kültüre öncelikli olmasını sağlayan bir dönüşüm…
İnsanın kendi iyiliği ve geleceği için kültürel doğasını “birincil” olmaktan çıkararak bile isteye ikincilleştirmeyi benimseyeceği bir dönüşüm…
Ve yapay zekâyı hayvanî tevazu ile dengeleyecek bir dönüşüm.
1- R. J. Brym, New Society: Sociology for the 21st Century, 1997, s. 29.
2- Marx’tan akt. B. Güvenç, İnsan ve Kültür, 1972, s. 97.
3- Y. N. Harari, Homo Deus: Yarının Kısa Bir Tarihi (Çev. P. N. Taneli), 2016, s. 59.
4- T. Atay. Homo Demonus Üzerine Antropolojik Serzenişler. 2022.
5- N. Postman, Teknopoli (Çev. M. E. Yılmaz), 2004, s. 57, 79.
6- T. Atay, Görünüyorum O Halde Varım, 2021, s. 273-4.
7- D. Morris’le söyleşi, Monkeys, Apes & Man (Belgesel-Film) içinde, National Geographic, 1971.
Kullanıcı adını ya da e-posta adresini gir. Sana bir e-posta göndereceğiz. Oradaki bağlantıya tıklayarak parolanı sıfırlayabilirsin.
Here you'll find all collections you've created before.