Mayıs ayında “izlenmesi gerekenler” konulu makalemde yer verdiğim Shōgun, Emmy’leri bir kılıç darbesiyle ikiye yararcasına rekor ödül topladı. Bu başarısı, derinlemesine bir makaleyi kesinlikle hak ediyor.
1980’lerde Türkiye’de izleyicileri ekran başına kilitleyen ve yurdum insanının diline “efendi toranaga” ve “anjin san” gibi lafları dolayan bu kült yapım, yıllar sonra Disney+ ile geri döndü ve yine fırtınalar estiriyor. Peki, bu yeni uyarlamanın başarısının sırrı ne? Gelin Shōgun’ın büyüsünü, Rotten Tomatoes’daki 106 yorumu Kimola Cognitive ile kalitatif bir araştırmaya dönüştürdüğüm çıktılar ışığında beraber analiz edelim.
Yorumlar genel olarak eserin sürükleyici dünya inşasını, çarpıcı görsellerini ve güç, ihanet ve ölüm üzerine kültürel bakış açılarının işlendiği karmaşık temaları ustalıkla bir araya getirme becerisini övüyor. Mini dizi, zaman zaman bazı anlatım unsurlarıyla “şimdi yavaşça o telefonu yere bırak ve dikkatini ekrana ver” mesajı verse de, detaylara gösterdiği özen ve politik entrikaları sayesinde izleyiciyi kendine bağlıyor. Aşk hikâyesi gibi belirli unsurlarla ilgili bazı eleştirilere rağmen, “Shōgun” aksiyon, dram ve duygusal derinliği, ustalıkla işlenmiş bir anlatıyla harmanlayarak sunmayı başarıyor.
Daha ilk sahneden itibaren “Bu yapımın bütçesi ne kadardır acaba?” dedirten Shōgun, sanatsal hırslarına gururla yenik düşerek izleyicisini 16. yüzyıl Japonya’sının canlı ve gösterişli mekânlarında bir yolculuğa çıkartıyor. Dizideki her bir sahne zengin, otantik ve sürükleyici bir anlatıma katkıda bulunuyor. Hele konu kostüm tasarımına gelince “Bir kimonoya bu kadar detay koymasalar da olurdu” diyenlere prodüksiyon, “Kimono bir sanattır arkadaşım!” diyerek karşı çıkıyor.
İlginçlik bu ya, bütün bu atmosferik işler dizi çekimlerinin başlangıcı pandemiye denk geldiğinden dolayı Kanada’nın batısındaki Vancouver Adası’nda inşa edilen -Japonya’dan daha Japonya- bir sette yaşanıyor.
Tüm bunların yanı sıra dizide görsel şölene dahil olmayan tek şey samurayların adanmışlığını simgeleyen saç stilleri! İnsana “İlhan Mansız topuzu nere, kel aynak modeli üstü açık cabrio saç şekli nere” dedirtiyor.
Shōgun sadece bir görsel şölen değil, karakterleriyle de büyülüyor. Mariko ve Toranaga gibi karakterler, derinlikleri ve karmaşık ilişkileriyle adeta ekrana yapışmamızı sağlıyor. Mariko’nun zekâsı ve cesareti mi dersiniz, yoksa Toranaga’nın politik manevraları mı?
Bölümden bölüme şahit olduğumuz şahane karakter gelişimi dizinin yorumları arasında en çok öne çıkan noktalardan biri.
Diğer yandan batı medeniyetinden Japonya’ya sürüklenen ve oyuncunun tipi itibarıyla “atanamamış Tom Hardy” hissi veren John Blackthorne karakteri, aslen bir kitap olan Shōgun’ın yazarı James Clavel’in okuyuculara kendilerini özdeşleştirmeleri için sunduğu bir çift yabancı gözü temsil ediyor. Shōgun bu ve daha nice karakterlerini sadakat, fedakârlık ve aşk gibi evrensel temalarla bezeyerek, hepimizin içindeki küçük samurayı uyandırmayı başarıyor.
Yeni Shōgun uyarlaması hakkındaki yorumlar, kültürel özgünlüğe güçlü bir vurgu yapıldığını ortaya koyuyor. Dizi, siyasi karmaşıklığı kültürel inceliklerle dengeleyerek hem Japon tarihine hem de günümüz izleyicisine hitap eden sürükleyici bir deneyim sunmayı amaçlıyor. Yorumlar, uyarlamanın orijinal hikâyedeki romantizmi korurken kültürel fetişizme düşmekten kaçındığını ve izleyicileri feodal Japonya’nın zengin dokusunu daha derinlemesine keşfetmeye teşvik ettiğini belirtiyor.
Tüm bunları destekleyen unsurların başında prodüksiyon ekibinin hatrı sayılır bir kısmını Japonların oluşturması yatıyor. Üstüne üstlük Toranaga’ya hayat veren Hiroyuki Sanada hem ülkesi Japonya’da hem de dünyada son derece saygı uyandıran ve beraber oynamak için can atılan bir başrol, -ki dizideki birkaç oyuncu röportajlarında bunu dillendiriyor.
Tüm bu saygınlık alışverişi sonucunda “batılılaşmış samuray” tiplerinden çok uzak, gerçek Japon geleneklerini ve değerlerini anlatan bir Shōgun çıkıyor karşımıza. Bu da, “Vay be, adamlar o dönem ne yaşıyormuş!” dedirtip, izleyiciyi Wikipedia sayfalarında uzun bir yolculuğa çıkarabiliyor.
Misal ben… Şu saç şekli olayını baya araştırdım. Şimdi taktı konuya diyeceksiniz ama olacak iş değil.
Dizinin başarısındaki en önemli unsurlardan biri de, karakterlerin karmaşık siyasi oyunlar ve kişisel çatışmalar arasında ustalıkla gezinmesi. “Game of Thrones gibi mi yani?” dediğinizi duyar gibiyim. Eh, ejderha yok ama Toranaga’nın zekice hamleleri ve sürprizlerle dolu politik manevralarıyla diziyi izlerken en az bir Westeros kadar entrikaya doyacaksınız, orası kesin!
Kim derdi ki, 16. yüzyıl Japonya’sında geçen bir hikâye, günümüz izleyicisini bu kadar ekrana kilitleyebilir? Hem eski dostlarına bir selam çakıyor hem de yeni izleyicilere “Merhaba, ben Shōgun, sizinle tanıştığımıza memnun oldum” diyor.
Yani, özetle: Kılıçlar kınından çıkarken, samuray ruhu ekrana taşınıyor ve biz de bir samuray olup kılıç sallamak istiyoruz! Ama tabii ki, sadece diziyi izleyip Japon kültürünün büyüsüne kapılmak bile yeterli. Shōgun’un başarısı, bu epik masalı bir kez daha izleyiciye etkileyici bir şekilde sunabilmesinde yatıyor. Eğer henüz bu yolculuğa çıkmadıysanız, kılıcınızı kuşanın ve Japonya’nın mistik topraklarına adım atın. Ve unutmayın: 18 Emmy, tam tamına 18!
Set fotoğraflarını keşfetmek için: fxnetworks.com/shows/shogun/viewers-guide/bts-gallery
Kullanıcı adını ya da e-posta adresini gir. Sana bir e-posta göndereceğiz. Oradaki bağlantıya tıklayarak parolanı sıfırlayabilirsin.
Here you'll find all collections you've created before.