Savaş bir eğlence!

Gösterinin gerçeğin tahtına oturduğu Meşhuriyet Çağı’nda her şey gibi savaş da yalnızca seyirlik, eğlencelik ve “özçekimsel” bir malzeme artık.

The Economist dergisinin 14-20 Haziran 2025 tarihli sayısında ilginç bir karikatür yer aldı. Karşımızda görkemli bir askeri üniforma içinde adeta Napolyon’la Mussolini kırması bir edayla elinde kitap, rap rap yürüyen Trump çizimi var. Eldeki kitabın başlığı, “Otokratın Oyun-Kitabı”. Arka planda da o bilindik kılık-kıyafetleriyle ABD’nin iki köklü-tarihsel simgesi olan Sam Amca ile Özgürlük Heykeli’nin çizimleri diyaloğa sokulmuş. “Sam Amca”, “Trump”a şaşkın şaşkın bakarak “Özgürlük Heykeli”ne soruyor, “Bu kıyafet de nereden çıktı?” diye… “Özgürlük Heykeli”nin cevabı şu: “Belki Los Angeles onun kostüm provasıdır.”

Otokrat-komedyen Trump

13 Haziran’da İsrail’in İran’a saldırmasıyla başlayıp ABD’nin İran’ın nükleer tesislerini bombalamasıyla katmerlenen ve ardından yıldırım hızıyla ateşkesle noktalanan iki haftalık süreçte Donald Trump’ın performansının mahiyetini bu karikatürden daha özlü yansıtacak bir yorum herhalde kolay kolay bulunamaz! Gerçi dergi, İsrail saldırısının başladığı gün çoktan baskıya gitmiş sayısındaki o karikatürü Los Angeles’ta yaşanan ve Trump’ın orduyu devreye soktuğu olaylara yorum olarak sunmakta. Ama onu, Trump’ın İran karşısında İsrail’e destek verdiği süreçte yapıp ettiklerine bakarak değerlendirmek de mümkün.

İki hafta boyunca herkes düşen bomba ve füzeleri, taş taş üstünde kalmayan yerleşmeleri, ölen-yaralanan insanları izlerken bir yandan da Trump’ın bol heyecan, gizem ve karmaşa saçan sözlerine-gönderilerine maruz kaldı. Bir baktık, İran’ın dini lideri Hamaney’e, “Yerini biliyoruz, bak ha ona göre, akıllı ol!” demeye getiren mesajlar çaktı. Bir baktık, İran’a, “Oğlum bak, git, gelirsem fena olur!” meali babalandı. Yine İran’a, “Koşulsuz Teslim” diye büyük harflerle gayet fantastik ve jenerik bir ihtar-mesaj gönderdi. Bunu, ABD’nin savaşa dahil olup olmayacağına dair müthiş muğlaklık yaratan, “Saldırıp saldırmayacağımı bilmiyorum” demeye getiren gönderileri izledi. “Kararım iki hafta alır” demişken, şak, kırmızı halıda yürüyüp B2’lerin bomba yağdırdığını açıkladı. Müteakiben, “İran bitti-tükendi” demesiyle “Her iki tarafı ateşkese ikna ettim” şeklinde İran’ın hâlâ varoluş sergilediğini teyit eden mesajı atması an meselesi oldu. Sonra, ateşkese uymadılar diye İran ve İsrail’e kızdığını belirtip her iki tarafa da “fak-fuk” çekti. En son, bu yazı kaleme alınırken, B2 bombardıman uçaklarının görüntülerini “İran’ı Bombala” şarkısı eşliğinde paylaştığı gayet “spektaküler” mesajıyla tüy dikmekteydi.

Bu haliyle karşımızda devlet başkanı olduğu kadar sosyal medya fenomeni de olan bir karakter var.

Siyasetçi olduğu kadar şovmen olduğu da söylenebilecek biri var.

Beyaz Saray’da meskûn ve ABD ordusunun başkomutanı olduğu kadar Hollywood’un B-sınıfı filmlerine yakışır kıvamda; tıpkı karikatürdeki gibi, elindeki senaryoyu ezberleyip “otokratçılık” oynamaya hevesli bir komedyen var.

Gel gelelim mesele şu ki bu sıraladığımız, “öyle olduğu kadar böyle” şeklindeki benzetmeler bir anormallik olmaktan çok, dünyamızın tekno-kültürel akışıyla uyarlı bir “normal”e, diğer deyişle olması gerekene işaret ediyor. Gösterinin, eğlencenin ve görünmenin iç içe geçtiği “Meşhuriyet Çağı” dünyasında başka türlü siyaset de siyasetçi de olmuyor.

Daha vahimi, böyle bir dünyada siyaset ve başka her şey nasıl oluyorsa savaş da öyle oluyor.

Söylediğimizi temellendirmeye önce siyasetten başlayıp, savaşla devam edelim!..

“Siyaset, şovdur”

Bu sayfalarda ha bire yazıyorum, “Ronald’ın koynundan çıkmıştır Donald” diye ya, şu “ahir zaman”da nasıl siyasetçi olunabileceği yolunda da Trump’ın rehberi Reagan’dır. Çünkü siyasetin aynen “show-business” gibi olduğunu söyleyen odur.1

Seçmenin esasen seyirci olduğu bir çağda siyasetçinin de akla değil göze hitap eden, düşünceye değil algıya seslenen, ilkeyle değil imgeyle öne çıkan bir figür olması gerekti ve Reagan bu doğrultuda 1980’de Hollywood’dan Beyaz Saray’a yürümüştür. Ondan yaklaşık 40 yıl sonra sahne alan Trump ise bir “aktör” olarak Reagan’ın ayağa düşmüş versiyonu sayılabilir. Ama dünyada da zaten bu bakımdan bir “kalite” arayışı kaldığı söylenemez. Herkesin seyretme ve kendini seyrettirme derdinde olduğu “Görünüyorum, o halde varım” dünyasında zaten “oyuncu” olmayan yok. Böyle bir dünyada ABD’nin payına başkan olarak düşen de Trump, hepsi bu.

Bu şekilde siyasetin şov, siyasetçinin de şovmen, hatta komedyen olarak alımlanmasının dikkatli gözlemci ve kuramcılar tarafından 1980’lerden itibaren altının kalınca çizilmeye başladığını görüyoruz. 1990’lardan itibaren ise aynı sebep ve etkenlerden dolayı savaştan da seyirlik bir “eğlence kaynağı” olarak söz edilebilir aşamaya gelindi.

Üç bomba attık, seyrine baktık!

Fransız sosyolog Jean Baudrillard’ın Birinci Körfez Savaşı (1991) için sarf ettiği “Körfez savaşı gerçekleşmedi” sözü unutulmazdır.2 Dünyada Soğuk Savaş’ın bitişi sonrasında “Tarihin Sonu” zırvaları karşısında yeryüzü için çanların daha yeni çalmaya başladığını düşündüren bu savaş, tarihin ilk medyatikleştirilmiş savaşı da sayılabilir. Elbette önceki savaşlarda da dönemin teknolojik kapasitesiyle uyarlı mahiyette yazılı, sözlü ya da görsel medya vardı. Şu farkla ki bütün o savaşlarda medya bir araçken ilk kez Körfez Savaşı ile savaşın medya için araçsallaştığı bir evreye geçilmiştir.

Kuşkusuz savaş savaştır ama insanlık için lânet olan savaşın günümüzde medya için “nimet” olduğunu düşündüren bir “keyfiyet” de sözkonusudur. Baudrilard’ın vurgusu, savaşı medyadan takip eden (“seyreden”) kitlelerin bütün bildiğinin propaganda görüntülerinden ibaret olduğu üzerineydi. Televizüel medyanın daha önce hiçbir savaşta olmadığı ölçüde, saldıran tarafa “iliştirilmiş” şekilde ve “canlı yayın”la sürece dahli, gerçekte olan ile seçici ve yanlı bir motivasyonla gerçekte ne olduğuna dair “gösterilen”in ayırt edilmesini imkânsızlaştırıyordu. Buna bağlı olarak “olayların medyatik kapsamı, yani haber sunumu (coverage)”, diyordu Baudrillard, “bir örtü ya da kılıf (cover) olmaktan başka bir şey değil ve sonuç da aldanım ve aptallığın boğucu atmosferidir”.3

Dolayısıyla “Körfez Savaşı” diye kitlelere sunulan, bir kurgu, Baudrillard’ın sosyal bilim literatürüne hediye ettiği terimle “simülasyon”, yani gerçek olmayan bir şeyin gerçekmiş gibi gösterilmesi idi. Ayrıca yürürlükteki yeni “tekno-kültürel-ideolojik” bağlamla uyarlı olarak kitleler de artık savaşın dehşetini ve yarattığı acıları duyumsamak yerine, onun seyrinin büyüsüne kapılıp, deyiş yerindeyse zevkine varır olmuşlardı. Savaşta bombalar patlar, evler yanıp yıkılır, insanlar yaralanıp ölürken, ekranların karşısında tam anlamıyla “Üç mum yaktık//Seyrine baktık” durumu sözkonusuydu. Kimse savaş adı altındaki bu “dizi”yi izlerken içkisinden-yemeğinden, çipsinden-çekirdeğinden vazgeçmiyordu. Adeta Bush ve Saddam’a hazırlatılmış bir “gösteri”, medya tarafından sahneye konulmaktaydı.4

Baudrillard’ın savı ve sözü o gün bugündür dolaşımda. Bizzat ben, Rusya’nın Ukrayna Savaşı üzerine onu ve sözünü yad eden bir yazı kaleme aldım.5 Aynı sav, İsrail’in Gazze’ye yönelik katliamcı saldırganlığı dolayımıyla da işlerliğe sokuldu.6 Ve elbette şu ara İsrail-ABD-İran savaş üçgeninde de onu ve savını anımsamamak olanaksız. Savaşın “simülatif” (gerçeğimsi) sunumu doludizgin devam etmekte ve artık “gösteri”ye yeni teknolojik “zenginlik” ile kitleler de sadece seyirci olmaktan öte “oyuncu” olarak katılmakta. Algı net: Savaş, şovun bir parçası ve şov da her koşulda devam etmeli. Dolayısıyla şovun devamına herkes katkı vermeli; İran’a bomba yağarken, İsrail’e füzeler düşerken, gökte havai fişek gösterisi varmışçasına kulüplerde dans edip özçekim (selfie) yapan gençler örneğinde olduğu gibi…

Sonuçta, gösterinin gerçeğin tahtına oturduğu Meşhuriyet Çağı’nda her şey gibi savaş da yalnızca seyirlik, eğlencelik ve “özçekimsel” bir malzeme artık. Bu “gösteri”ye uygun düşer şekilde de ne kadar gerçek ne kadar kurgu, ne kadar sahici ne kadar sahte ve ne kadar ürkütücü ne kadar güldürücü olduğu anlaşılamayan Trump gibi bir figür, “başrol” olarak karşımızda.


1 – Akt. N. Postman, Televizyon: Öldüren Eğlence (Çev. O. Akınhay), 1994, s. 138.
2 – J. Baudrillard, The Gulf War Did Not Take Place (İng. Çev. P. Patton), 1995.
3 – Baudrillard, a.y., s. 68.
4- O. Adanır, “Sonsöz”, J. Baudrillard: Sessiz Yığınların Gölgesinde ya da Toplumsalın Sonu (Çev. O. Adanır) içinde, 1991, s. 64.
5 – T. Atay, “Medya, haberin müstehcenlik-ahlaksızlık aşamasıdır”, Gazete Pencere, 12 Mart 2022.
6 – N. Aytuna’dan akt. K. Solmaz, “Are the Gaza dead becoming another post to scroll across?”, trtworld.com, 2023.

İlgili İçerikler