Ruhunu arayan bir hikâye: Türkiye’de caz

Türkiye’de caz, yalnızca bir müzik türü değil; festival alanlarından sahnelere, markaların iletişim stratejilerine ve dinleyicilerin deneyimlerine uzanan kültürel bir yolculuk.

Dünyanın pek çok yerinde caz hâlâ “niş” bir müzik türü olarak görülürken Türkiye’de bir festival kültürü yarattı. İstanbul’dan Urla’ya, Eskişehir’den Bozcaada’ya kadar uzanan geniş bir coğrafyada her yıl düzenlenen caz festivalleri, binlerce insanı bir araya getiriyor. Büyük kentlerde biletleri günler öncesinden tükenen organizasyonlar kadar, küçük kasabalarda deniz kokusuyla iç içe gerçekleşen samimi konserler de var. Sözkonusu tablo, cazın Türkiye’de nasıl bu kadar güçlü bir karşılık bulduğunu düşündürüyor.

Cazın Türkiye’deki bu yaygın ilgisini açıklamak için önce cazın doğasına bakmak gerekiyor. Caz; doğaçlamaya, özgürlüğe ve farklı kültürlerle etkileşime en açık müzik türlerinden biri: Anadolu ezgileriyle buluştuğunda dinleyiciye hem tanıdık hem de yepyeni bir deneyim sunabiliyor. Bugün birçok yerli müzisyen, bağlamayı, neyi ya da halk müziği motiflerini caz armonileriyle bir araya getirerek kendine has bir sahne dili kuruyor. Bu sentez bazıları için cazın evrenselliğini daha da derinleştiren bir köprü olarak görülürken, bazı dinleyiciler cazın özünden uzaklaştığını ve sadece yüzeysel bir birleşim yaratıldığını düşünüyor. Dolayısıyla Türkiye caz sahnesinin hâlâ bir kimlik arayışında olup olmadığı sorusu giderek daha fazla tartışılıyor.

Son yıllarda caz festivallerinin haritası da genişledi. İstanbul Caz Festivali ve Akbank Caz Festivali gibi köklü etkinlikler, uluslararası yıldızları ağırlayarak cazın kalbi olmayı sürdürürken, daha küçük ölçekli festivaller cazı farklı şehirlerin ruhuyla harmanlıyor. Urla Caz Festivali, Bozcaada Caz Festivali ve Eskişehir Caz Festivali gibi yerel organizasyonlar, sadece müzik sunmakla kalmıyor, aynı zamanda bulundukları bölgenin kültürel dokusunu yansıtarak cazı farklı bir bağlama taşıyor. Bir yanda tarihi İstanbul mekanlarında dünya çapında isimlerin sahne aldığı, ışıklar ve kalabalıklarla dolu büyük konserler, diğer yanda bir sahil kasabasında gün batımına eşlik eden caz melodileri… İşte bu çeşitlilik de, caz festivallerinin Türkiye’de nasıl çok katmanlı bir deneyim sunduğunun en net göstergelerinden biri.

Tartışılan pazarlama teknikleri

Öte yandan festivallerin bu kadar büyük kitlelere ulaşmasında iyi bir pazarlama stratejisinin rolü yadsınamaz. Sosyal medyada yürütülen yaratıcı kampanyalar, gençleri hedefleyen yenilikçi iletişim yöntemleri ve markalarla yapılan iş birlikleri sayesinde caz, geçmişteki gibi yalnızca belli bir kesimin erişebildiği elit bir etkinlik olmaktan çıkıp daha geniş bir toplumsal karşılık buluyor. Sponsorluklar bu noktada yalnızca finansal bir destek değil, festivalin hikâyesinin bir parçası haline geliyor. Sarar Group Yönetim Kurulu Üyesi Sara Sarar, cazın marka iletişim stratejilerine nasıl yansıdığını şöyle anlatıyor: “Caz sınır tanımayan, özgür ve evrensel bir müzik. Cazın tarihi boyunca temsil ettiği özgünlüğü ve sofistike tarzı moda ile birleştiriyoruz. ‘Caz Şıklığını İyi Taşıyoruz’ sloganımızı Türkiye’nin değerli caz sanatçılarını destekleyerek marka iletişim stratejimize yansıtıyoruz.”

Caz sahnesinin önemli isimlerinden Ferit Odman ise festivallerin Türkiye’deki caz yolculuğuna katkısını vurgularken kendi yaklaşımını şu sözlerle ifade ediyor: “Caz festivalleri Türkiye’de kültürel bir kimlik arayışının yansımasıdır. Caz, Türkiye’de hâlâ gelişen ve kendi izleyici profilini oluşturan bir müzik. Eğitimli, meraklı ve sofistike bir kitleyle, özellikle gençlerle buluşma fırsatını veren festivaller ve marka iş birlikleri bu yolculuğa anlamlı bir katkı sağlıyor. Her performansımda takım elbise giymek ve caz şıklığını sahneme yansıtmak, sanatıma duyduğum saygının bir ifadesi.”

Bir denge meselesi

Ne var ki her festival cazın kendisini temsil etmiyor. Bazı etkinlikler “caz festivali” adıyla düzenlenmesine rağmen sahnede caz yerine pop, rock ya da elektronik müzik öne çıkıyor. Bu durum da cazın bir tür olarak değil, yalnızca bir marka imgesi olarak kullanıldığı ve caz müziğinin ikinci plana itildiği eleştirilerini beraberinde getiriyor.

Sonuç olarak caz festivallerinin geleceği tamamen bir denge meselesine dayanıyor. Bilet fiyatlarının giderek yükselmesi, büyük sponsorların program içeriklerine yön vermesi ve popüler isimlerin cazın önüne geçmesi, türün özünü korumayı her geçen gün daha zor hale getiriyor. Ancak bu yatırımlar ve destekler olmadan festivallerin ayakta kalması da neredeyse imkânsız görünüyor.

Caz festivalleri bugün artık yalnızca müzik dinleme deneyimi sunmuyor; bir yaşam biçimini, bir kültürel etkileşim alanını temsil ediyor. Türkiye’de caz, bir yandan geçmişle bağ kurmaya çalışırken, diğer yandan geleceğe dair yeni bir kimlik inşa ediyor. Kimi zaman yerel ezgilerle, kimi zaman büyük markaların desteğiyle, kimi zaman da küçük bir sahil kasabasındaki içten bir konserle şekillenen arayış, cazın Türkiye’deki serüvenine yön veriyor.

Türkiye’de caz müziğinin yansımalarıyla ilgili görüşlerini Besteci ve İcracı Prof. Mehmet Ali Sanlıkol ile Caz Müzisyeni ve Eğitmen Sibel Köse, şu şekilde değerlendiriyor:

“Caz, zaman içinde fevkalade sofistike bir sanatsal içeriğe büründü”

1930’lu yıllarda ABD’de en popüler müzik türü iken caz müziğinin zamanla tüm dünyada “niş” bir müzik türü halini aldığına hiç şüphe yok. Hatta bu yüzden caz müziğinin bu müziğin ana vatanı olan ABD müzik sektöründeki piyasa payının dahi yüzde 1’in altında olduğunu belirtmeliyim! Ayrıca yine ABD’de caz kulüplerinin de geçtiğimiz 10-15 sene içerisinde sık sık kapanması, bu müziği iyice akademiye taşıdı. Elbette ABD’de de hâlâ caz festivalleri var ama Türkiye’deki gün geçtikçe sayısı artan caz festivalleri ile ABD’deki festivallerin sayısı eşit bile olabilir. İşin doğrusu ben de Türkiye’deki irili ufaklı caz festivallerini duydukça epeyce şaşırıyordum ancak kanımca bu durum, tuhaf bir şekilde, kısmen ABD hariç tüm dünyada var olan ve bir süredir de devam eden bir trend’in parçası. Nitekim Avrupa ve Türkiye’de caz festivallerinde “caz” kelimesi tam olarak bu müzik tarzının çeşitlerini kapsamıyor. Bu festivallerde “caz” kelimesi altında başka müzik türleri de yer alıyor. Ben bu durumu geçmişte epeyce eleştiriyordum ama artık eleştirmek yerine duruma daha bilimsel bakıp analitik yaklaşmaya çalışıyorum. Kanımca bu yaklaşımın ana sorunu zaman içinde büyük caz yıldızlarının konserlerinin git gide değer kaybetmesi oldu. Ancak bir kısım caz müzisyeni de avangart ve sanatsal duruşlara ağırlık vererek ister istemez bilhassa “yaz festivali” konsepti içinde seyirci ile bağ kurmakta zorluk yaşadı. Dolayısıyla, en azından iki taraflı bir değişimin sonuçlarından bahsetmek mümkün. Türkiye’de halk gerçek anlamda caz müziğine ilgi gösteriyor mu? Cevabı için cazın müzik piyasasında ne kadar pazar payı olduğuna bakmak lazım. Yani Türkiye’de insanlar hakikaten caz dinliyor mu? Ama kuşkusuz Türkiye’de caz Anadolu ezgileriyle ve makamla buluştuğunda dinleyici için daha çekici oluyor. Zaten caz gibi zaman içinde fevkalade sofistike bir sanatsal içeriğe bürünmüş bir müziğin genel anlamda dinleyici ile yerel tınılar babında ilişki kurabilmesini de yadırgamamak lazım.

“Caz, daha çok samimi kulüp ortamlarında izleyiciyle buluşan bir tür”

Caz müziğini tanımlayan esprili yaklaşımlar (“Caz müzisyenleri tarafından çalınan müzik” ya da “Radyo ve televizyonda yayınlanmayan müzik”) bu türe dair bakış açısını vurguluyor. Caz, yapısı gereği gelişen ve diğer türlerden beslenen geniş bir yelpaze. Festivallere artan ilgi sevindirici; bu etkinlikler kültürel olduğu kadar sosyal bir işleve de sahip. Louis Armstrong’un dediği gibi, isimlerden çok müziğin kalitesine odaklanmak daha doğru.

Ülkemizde cazın geleceği adına ümit veren en önemli gelişme, gençlerin bu müziğe duyduğu ilgi ve kendilerini geliştirebilecekleri eğitim ortamlarındaki artış. Ancak cazın asıl mutfağı olan kulüplerin durumu ne yazık ki iç açıcı değil. Caz, büyük salonlardan çok, samimi kulüp ortamlarında izleyiciyle buluşan bir tür. Tecrübeli müzisyenlerin yeni işlerini sundukları ve gençlerin tecrübe kazandıkları bu işletmeler, cazın olmazsa olmazı.

Büyük şehirlerdeki kulüp sayısının azlığı ve bu mekânların metrekare-gelir/gider dengesi gibi kriterler, kültürel politikalar ve doğal afetler karşısında yaşadığı zorluklar, izleyiciye de müzisyenlere de yansıyor.

Öte yandan cazı evrensel bir dil olarak gördüğüm için kimlik arayışının sadece yerel ifadeyle yakalanması gerekliliğine katılmıyorum. Elbette kendi kültürünü cazla harmanlayanlara saygım sonsuz ancak bunun için hem caza hem de geleneksel ögelere hakimiyet gerekiyor. Türkiye’de caz müziği dendiğinde farklı yaklaşımlar söz konusu; hepsinin ortak bir dil konuştuğunu iddia etmek zor. Ülkemiz, coğrafyası gibi çok sesliliği ile güzel ve bunun müziğe yansıyan her örneği değerli. Umarım hem icracıların hem de dinleyicilerin bir araya gelip eserleri paylaşmasına imkân sağlayan ortamlar çoğalır.

İlgili İçerikler

Add to Collection

No Collections

Here you'll find all collections you've created before.