Ana dili İngilizce olmayan coğrafyaları hedefleyen dijital platformları tasarlayabilmek için hedef yerel kültürün kullanıcılarına has ihtiyaçları iyi analiz etmek ve kavramak gerekiyor. Dil parametresiyle başlıyoruz.
Dünya nüfusunun büyük bölümü Güney ve Uzak Asya’da yaşıyor. Bu bölge aynı zamanda web nüfusunun da büyük bölümünü barındırıyor. Çin ve Hindistan’ın liderliğinde toplam beş ülke web topluluğun yarısından fazlasını temsil ediyor. Web’in hayatımıza ilk girdiği yıllarda topluluğun büyük bölümünü temsil eden Kuzey Amerika ve Kıta Avrupası bugün toplam kullanıcı sayılarıyla sözkonusu nüfusun 4’te 1’ini dahi oluşturmuyor. Amerikan internetinin sonu olarak da tanımlanan bu dönüşüm sürecinde, herkesin yaygınlıkla kullandığı popüler platformların geliştiricileri halen ağırlıkla Batı kökenli olsa da, aslında kullanıcıları ana dili İngilizce olmayan ve kendi içinde müthiş bir kültürel çeşitliliği barındıran ülkeler.
Nitekim oyunun bu düzlemde de tersine döndüğünü görüyoruz. Bugün bu bölgeler TikTok, Shein, Temu gibi platformları ve süper uygulamalarıyla Batı dünyasındaki dijital deneyimi domine eden oyunculara dönüşüyorlar -ki özellikle Amerika’nın bu durumu kabullenmekte zorlandığı ortada. TikTok etrafındaki tartışmaları hepimiz şaşkınlıkla izliyoruz. Kaldı ki bu uzak coğrafyalara yine kalabalık kullanıcıları barındıran Afrika, Ortadoğu ve Latin Amerika’yı eklediğimizde kültürel çeşitlilik çok daha geniş bir yelpazeyi temsil ediyor. Farklı dilleri konuşan, farklı inançlara ve geleneklere sahip geniş bir coğrafya.
Bu coğrafyaları hedefleyen dijital platformları tasarlayabilmek için hedef yerel kültürün kullanıcılarına has ihtiyaçları iyi analiz etmek ve kavramak gerekiyor. Derslerde sürekli verdiğim bir örnektir: Bugün İstanbul, özellikle MENA bölgesinde kullanılan platformların tasarım hatta yönetim merkezi olarak dikkat çekiyor.
Örnek vermek gerekirse işimiz Katar’da yemek teslimatı yapan bir platformu tasarlamak ve belki uzaktan yönetmek olabilir ancak bu, oturduğumuz yerden kotarabileceğimiz kolay bir iş değil. Öncelikle Katar’daki hâkim yemek kültürünü iyice kavramakla işe soyunup sonra yemeğin hazırlanması, doğru zamanda doğru şekilde sunulması, seçimi ve teslimat sürecine dair beklentiler gibi detaylara uzanan kapsamlı bir inceleme gerekiyor. Bu noktada kültürlerarası kullanıcı deneyimi önemli bir alt disiplin olarak öne çıkıyor. Kullanıcı deneyimi araştırmacılarının o ülkedeki yerel kullanıcılarla mümkünse kendi dilinde gerçekleştireceği çalışmalarla ihtiyaçları yerinde tespit etmesi gerek. Aksi halde mutlu müşterilere ulaşmak pek mümkün değil.
Aslında ilgili disiplin nitelikli kültürlerarası kullanıcı deneyimi tasarlayabilmek için gerekli süreçleri uzun yıllar önce tanımladı. Bu konuda başta e-ticaret olmak üzere belli alanlardaki büyük uluslararası markalar bu süreçleri içselleştirmiş durumda ancak Türkiye’den yurtdışına açılan dijital markalar için bunu söylemek zor. Bu noktada, birbirini tamamlayan iki süreçten bahsedebiliyoruz: “uluslararasılaştırma” ve “yerelleştirme”. “Uluslararasılaştırma” tasarlanan deneyimin taşıyıcısı olan bir arayüzü oluşturan unsurların kültürden bağımsız hale getirilmesi süreciyken, “yerelleştirme”, uluslararasılaştırma aşamasından geçmiş o arayüzün, belli bir hedef kültüre özel olarak yeniden tasarlanması sürecidir.
Çok daha basit bir ifadeyle, önce kültürden bağımsız “evrensel” unsurlara sahip ve herkese hitap eden bir “.com” sitesi tasarlayıp, sonra bunun yerel ihtiyaçlara hizmet eden “.com. tr, .co.uk, .co.jp” gibi versiyonlarını tasarlama işinden bahsediyoruz. Bu süreçlerin tasarım ve geliştirme akışına baştan entegrasyonunun, öngörülemeyen kültürel ihtiyaçlardan kaynaklanan maliyetleri minimize ettiğini söyleyebiliriz. Bu yüzden, ölçeklenebilir yerelleştirme kararlarının ve ilgili hazırlıkların baştan yapılması gerek. Ancak özellikle yerelleştirme süreci zor bir iş. Çeşitliliği kavramak için araştırmanın şart olduğunu söyledik. Çeşitlilikle kastımız nedir? Kültürden kültüre değişen temel yerelleştirme parametreleri olarak dil, yazım sistemleri, para birimleri, ağırlık ve ölçüler, takvim, adres gösterimleri ve estetik algı sayılabilir. Dil önemli bir bariyer. İngilizce “lingua franca” olarak öne çıksa da ileri seviyede İngilizce konuşabilen Nordik ülkeler dahi öncelikle kendi ana dilinde içerik görmek istiyor. Kuzey Avrupa içinde sınır komşuları arasında dahi ihtiyaçlar farklılaşabiliyor. Bugün web nüfusunun yüzde 85’ine ulaşabilmek için en az 10 dilde yayın yapmanız gerek ve bunlar İspanyolca, Japonca, Portekizce, Almanca, Rusça ve Fransızca gibi kendi arasında çevirisi zorlu diller.
LLM merkezli çeviri algoritmaları dinamik gerçek zamanlı çeviri konusunda elimizi kolaylaştırıyor ancak başka dertler sözkonusu. Örneğin ikonların altında bize eşlik eden o küçük ama kesinlikle gerekli etiketlerin karşılıkları farklı dillerde daha uzun veya kısa olabiliyor. Mesela, gerçekleştirdiğimiz bir işlemi iptal etmek için kullandığımız “Geri Al” komutu İngilizcede “Undo” iken, Flamancada “Ongedaan maken” ile ifade ediliyor. Türkçe “Tercihler”, İngilizce “Preferences” iken; Almancada “Bildschirmeinstellungen” olarak kullanılıyor. “Almanlarla Scrabble oynanmaz” boşuna söylenmiş bir laf olmasa gerek.
Fransızca metinler İngilizce metinlerden yaklaşık yüzde 20 daha uzunken, Japonca metinler ortalama yüzde 30-60 arası daha kısa. Bu noktada yapılması gereken, sürtünmesiz yerel deneyimler için bu bilgileri göz önünde bulundurmak ve uzun çeviriler için etiket alanlarında en az yüzde 30 genişleme marjı bırakmak.
Yerelleştirme sürecinde daha sadece dil parametresini konuştuk, gözünüz korkmasın, devam edeceğiz.
Kullanıcı adını ya da e-posta adresini gir. Sana bir e-posta göndereceğiz. Oradaki bağlantıya tıklayarak parolanı sıfırlayabilirsin.
Here you'll find all collections you've created before.