Dün ve bugün arasında zengin bir miras

“Coca-Cola’nın geçmişine dalarak, ilham alıyoruz. İster bir kampanya ister bir grafik olsun, bu, işlerimizi kolaylaştıran bir şey. Çünkü sürekli olarak ‘Şimdi ne tasarlamalıyız?’ ya da ‘Acaba nasıl görünmeli?’ gibi şeyler düşünmek zorunda değiliz” diyor Damian Mycroft. Bu, aynı zamanda gündelik yaşamın dinamikleriyle bağ kurabilmenin bir yolu. Geçmişten beslenerek bugün için üretmenin…

Endüstriyel tasarım ve kullanıcı deneyiminin daha entegre hale gelmesi işinizi nasıl değiştirdi?

Aslında bu entegrasyonun tam anlamıyla gerçekleştiğini söyleyemem. Ürünlere odaklı çok sayıda tasarım ekibine sahibiz. Kullanıcı deneyimi daha çok uygulama dünyasının oyuncağı. Facebook ve Instagram gibi platformlar deneyim tasarımcılarını büyük oranda kendilerine çekiyor.

Bugün endüstriyel tasarımın daha çok total bir kullanıcı deneyimine odaklandığını söyleyebilirim. Ürüne olan sevgileri sona ermedi çünkü baktığınızda, güzel bir üründen aldığınız duygunun hâlâ kullanıcı deneyiminin bir parçası olduğunu söylemek mümkün. Bizim öğrendiğimiz şey şu; kullanıcı arayüzü arada bir köprü görevi görüyor. Her 10 arayüz tasarımcısından dokuzu bugün ya bir bilgisayar ya da bir telefon ekranında çalışıyor. Yani kullanıcı deneyiminin, bir ürünün totaline odaklı şekilde çalıştığını görmek pek alışıldık bir vaka değil. Ancak zamanla gelişiyor diyebilirim.

Birlikte çalıştığınız ekipler ve partnerler de zamanla değişiyor, öyle değil mi?

Büyük şeylerden biri elbette tasarım odaklı düşünme. Endüstriyel tasarımcılar -büyük ihtimalle UX tasarımcıları da- önce insana odaklıdır. Yaptıklarımızla diğer insanları nasıl daha mutlu edebiliriz? Deneyim kalitesini nasıl daha fazla yükseltiriz? Bizim için tasarım odaklı düşünme yeni bir şey değil, var olan iş yapış biçimimiz de bu zaten. Ancak çalıştığımız insanların tasarıma daha yakın hale geldiğini söyleyebilirim.

Coca-Cola bu zamana dek çalıştığım en iyi kültüre sahip yerlerden biri. İnsanlar her zaman için diğerlerinin ne düşündüğüne saygı gösterir. Eğer bir tasarımcı olarak bir mühendisin düşünce yapısına son derece yabancı bir şey söylersem zaman ayırır, fikirlerini paylaşır ve üzerine düşünürler. Pazarlamayla da aynı şeyi yaparız. Coca-Cola’da ekipler, birlikte çok iyi çalışırlar. Bu yüzden daha önce tasarımcı olarak karşımıza çıkan bariyerlerin, Coca-Cola’da daha aza indirgendiğini söyleyebilirim.

Söylediğiniz gibi Coca-Cola zengin bir kültürel mirasa sahip. Bu sizin, yeni ve gündelik deneyimler yaratmanız için zorluk yaratmıyor mu?

Şu var ki, bizler kesinlikle Coca-Cola’nın geçmişine dalarak, oradan ilham alıyoruz. İster bir kampanya ister bir grafik olsun, bu işlerimizi kolaylaştıran bir şey. Çünkü sürekli olarak “Şimdi ne tasarlamalıyız?” ya da “Acaba nasıl görünmeli?” gibi şeyler düşünmek zorunda değiliz. Zengin bir mirasa sahibiz ve ne şekilde esneyebileceğimizi, üzerine neler inşa edebileceğimizi biliyoruz.

Coca-Cola’yı bir “lifestyle” marka olarak adlandırıyorsunuz. Coca-Cola, gündelik yaşam dinamikleriyle olan bağlarını nasıl sürekli hale getiriyor?

Bu da sahip olduğumuz mirasla alakalı. Bir Coca-Cola tişörtü giydiğinizde, kendinizi bir hareketin ya da 50’lerin veya 80’lerin parçası gibi hissedebilirsiniz. Birçok insanın, üzerinde logo bulunan şeyler giymesinin sebebi de budur. Bana kalırsa bizim tasarım ekibi olarak en büyük meydan okumamız, bu iyi niyetle satış arasında köprü kurabilmek.

Ürününü tüketmeseniz de, o markanın ürettiği kültürü tüketiyorsunuz.

Kesinlikle. İşte o kültür ve satış arasındaki bağı kurabilmek önemli olan. Bunu başarabilmek için dijital tarafta iyi işler çıkarıyoruz. Aynı zamanda World Without Waste kampanyamız da bahsettiğiniz “lifestyle” marka olma vizyonunun bir parçası.