VMLY&R Stratejik Planlama Grup Yöneticisi Selin Naz Aktaş’tan coronavirus sonrası yaşam kehanetleri.
Herkesin canlı yayın yaptığı bugünlerde kendisine “canlı düşün” izni veren VMLY&R Stratejik Planlama Grup Yöneticisi Selin Naz Aktaş deneyim ve sezgilerinden hareketle coronavirus sonrası yaşama dair kehanetlerini derledi.
Bir değişimin içinde olduğumuzu söyleyen ancak değişeceğimize inanmayan Aktaş; “Değişenlerimiz olacaktır ama değişenlerin toplumun kalanını etkileyecek kadar örgütlenebileceklerini hatta buna gerek duyacaklarını sanmıyorum. Kendimizi kandırmayalım, kozamızı seviyoruz” diyor.
“Tşk.” ile biten e-postaların yerini “Sağlıkla kalın”a bıraktığı bugünlerde aklınızdan neler geçiyor?
Benim aklım çok dolu. Ofisteyken genelde gün içinde işler yetişir mi, gün biterken akşam ne yesem diye düşünüyordum. Şikayetçi de değildim.
Şimdi ev ofis oldu. Güzel oldu. Pijamam ve dağınık saçlarımla kendimi değil işimi ciddiye alıyorum.
Öte yandan bir stratejist için kabus sayılabilecek bir dönem bu. Bir belirsizlik şöleni, hangi kameraya el sallıyoruz festivali. Eminim, şu anda her stratejistin masaüstünde ismi Corona, COVID-19 ya da Pandemi olan, içi yüzlerce “güncel” araştırma, rapor, sunumla dolup taşan bir klasörü vardır. Hatta sabah kahvelerimiz bitmeden daha da güncelleri geliyor…
Hal böyleyken, incelenecek bu kadar çok “güncel” materyal; bir yandan sorumlusu olduğumuz, tüm dikkatimizi hak eden işlerimiz, markalarımız varken, çok istemekle birlikte sizlere o raporların yönetici özetlerinde okuduklarınızdan fazlasını söyleyemem. Çünkü henüz üzerlerinde etraflıca düşünecek zamanım olmadı.
Ekonomi iyiye gitmeyecek -sürpriiiiz-, sosyal dayanışma bir trende dönüşüyor, Türkiye’de insanlar savaş modunda, sağlık teknolojilerine yatırım artacak, tedarik zinciri kırıldı, Nisan 2020 ortası itibarıyla “balkon masası” ifadesinin Google aramaları arttı, duygusal finansı doğru anlamak lazım, uçtan uca dijitalleşmenin ucundan kim tutacak, evde çalışıyorsunuz diye bütün gün pijamayla oturmayın…
Güncel verileri etraflıca düşünemedim ama şöyle bir kehanetim var: İnsan öyle kolay kolay değişmez. Bizim işimiz de insanı anlamak, en derinine inebilmek. Dolayısıyla raporların hepsini henüz ezberleyemediğim için endişeli değilim. Çünkü zaten, yeleğinin cebinde kuruyemiş olmadan sokağa çıkmayan dedeler gibi, cebimde Jung, Freud, Chomsky, Le Guin, Camus ve nicelerinin cümleleriyle yaşıyorum.
Bu yüzden, madem herkes canlı yayın yapıyor, ben de kendime canlı düşün izni veriyorum. Bilgi birikimim ve sezgilerime dayanarak kehanetlerimi derledim. Bunları eşe dosta da anlatabilirdim, ama “Ben demiştim” diyeceğim gün geldiğinde kanıtım olmazdı.
Bir değişimin bizatihi içindeyiz. Uzakta bir yerlerde bir savaş var ve biz Twitter’dan takip ediyoruz gibi bir şey değil yaşadığımız. Dolayısıyla değişim de dışarıda başlayıp bizi ansızın yakalamayacak. Değişeceksek biz değişeceğiz. Ben değişeceğimize pek inanmıyorum. Değişenlerimiz olacaktır ama değişenlerin toplumun kalanını etkileyecek kadar örgütlenebileceklerini hatta buna gerek duyacaklarını sanmıyorum. Kendimizi kandırmayalım, kozamızı seviyoruz…
Hepimiz iki kere “İyi ki doğdun” şarkısı söyleyip, tam 20 saniye en iyi sabunlarla ellerimizi yıkayıp, 14 kuralın polisliğini yapaduralım, UNICEF dünya nüfusunun yüzde 40’ının elini yıkayacak suyu ve sabunu, 900 milyon okul çağındaki çocuğun eğitim aldığı kurumlarda lavabo olmadığını açıkladı.
Sizce, heyecanla buluşmak istediğimiz “yeni düzende” bu insanların suyu sabunu olabilecek mi? Dünya ilk kez küresel bir kriz yaşamıyor, savaşlar, salgınlar oldu ve olacak. 1980’li yıllardan beri delik deşik ettiğimiz refah devleti iki dünya savaşının peşine kuruldu. Mutlak bir eşitlik getirmese de görece tarihin en eşit toplumlarını yarattı. Benzer bir etki görebilmek için, hepimize görev düşüyor. Albert Camus der ki; “Hatırlamak için yavaşlar, unutmak için hızlanırız”. Bizden olmayanlarla daha da hızlı ayrışmamak için unutmamayı, yavaşlayarak daha iyi bir dünya kurmaya katkı sağlamayı başarabilmeyi diliyorum.
Virüs, banka hesabı ya da ten rengi ayırmıyor. Üstelik, yine kim olduğu fark etmeksizin, yakalanan herkes yalnız ölüyor. Bu gerçek bize diyor ki: “Kim olduğun önemli değil, eğer kimsesiz gibi ölmek istemiyorsan, başkalarını iyi etmekten sorumlusun.” Haliyle, başkalarını koruyup gözetme motivasyonumuz arşda. Aşı bulunana kadar küresel salgınla savaşmak için en güçlü silahımız küresel vicdan gibi görünüyor. Hangi ülkede olduğun fark etmez. Evinde kalacaksın ki komşun yaşasın. İhtiyacından fazlasını almayacaksın ki başkasına da kalsın.
Şu anda hayatta kalmak için her zamankinden daha etkili hale gelen vicdanımız bir çoğumuzda “Dünya eskisinden çok daha güzel olacak, bencillik sona erecek, toplum değişecek, herkes daha az tüketecek, bu yıkımdan güller açacak” pozitifliğini doğurdu. Pozitif olmak güzel ama gerçekçi olmak daha güzel. Gerçekçi olalım, içten davranalım, bizden olmayanlara da gözümüzü kulağımızı açalım, ne yapacaksak samimiyetle yapalım ki kalıcı olsun.
Türkiye 2019’u bitirirken işsizlik oranında dünya dördüncüsüydü. Salgına 4,5 milyon işsizle yakalandı. Bu oranın ve dolayısıyla gelir dağılımındaki dengesizliğin salgın sonrası hızla artacağını az çok tahmin edebiliriz. Haliyle kimi çocukları aç kalmasın diye, kimi yurtdışı seyahatleri sekteye uğramasın diye -ki bence herkesin arzusu kendisi için kıymetlidir, bir hiyerarşiye sokmamak gerekir- işsiz kalmaktan korkuyor. Bu tespitten yola çıkarak,
insanların diş, cilt, göz gibi dışarıya dönük ve “sağlıklı olmanın” imgesi sayılan uzuvlarına çok daha fazla özen göstereceğini şimdiden söylemek isabetsiz olmaz. Çünkü “hâlâ tercih edilebilir olmak için”, her şeye rağmen yıkılmadığımızı göstermek isteyeceğiz. Neticede düşenin dostu olmaz. O noktada sosyal statümüz, en güvenilir can simidine dönüşecek. Derininde güce duyulan ama yüzeyde ilgilisine atfedilen saygıyı, en sağlıklı olan, en sağlıklı yaşayan görecek.
Bertrand Russell iktidar aşkını şöyle tanımlar: “İnsanoğlunun en güçlü güdülerinden biri olmasına karşın hiç de eşit dağıtılmamıştır ve rahatlık aşkı, zevk aşkı hatta bazen onaylanmak aşkıyla sınırlanmıştır. Önemlilikleri bir rastlantıdan ibaret olan kişilerin belirgin niteliğidir.” Bu salgının geldiğini görememek, hazırlıksız yakalanmak kendi öneminden emin olanlarımızı derinden sarstı. Bu nasıl onların başına gelebilirdi? 2020 ne biçim bir yıldı? Muktedir, iktidarı sorgulandığında ne yapar?
Önemini acilen onaylatmak ister. Peki bu acele onayı kimde arar? En kolay alabileceği adreste. “Söylemesi benden, inanması senden” diyarında. Mistisizm, falcılık, müneccimlik, astroloji… Yapay zekâlı “beni yaşamda ne bekliyor, neleri daha iyi yapmalıyım” simülasyonları, öngörü sağlayacak her türlü hizmet ve aracın hızla yükseldiğine tanık olacağız. Herkes bir ucundan tarot öğrensin, geleceğin mesleği falcılık.
“Herkes virüs taşıyor olabilir, herkes benim için bir tehdit” hali içimize işledi, kolay kolay çıkmaz. Güvenlik sistemleri, uçtan uca alınan hizmetlerde sağlık entegrasyonuna dair beklentiler -kredi çekerken siz ve aileniz için en kapsamlı sağlık sigortasını da beraberinde almak istemez misiniz- korunaklı yaşam alanlarına taşınma eğilimi, hızla kaçmayı / kendini savunmayı sağlayacak somut araçlar ve maalesef bireysel silahlanma gündemimizde bol yer kaplayacağa benziyor.
Bunların kalıcılaşacağını söyleyemeyiz. Ne de olsa er ya da geç COVID-19 dünün haberi olacak. Biz dünün haberlerini, magazin değeri yoksa, sevmeyiz.
Vietnam Savaşı (1965) dünyaya hippileri armağan etti, 12 Eylül Darbesi Türkiye’ye arabeski. COVID-19 salgınının da benzer bir etki yaratması tesadüf olmaz. Peki buradan nasıl bir akım doğar? Bu soruya etraflıca yanıt vermeye yetecek veriye sahip değilim ama görünen o ki odağında teknoloji ve farklı ilişkilenme biçimleri olacak. Aileyi yeniden inşa edeceğiz. Herkes birbirinin ailesi oldu, şimdi hepimiz akrabayken ve kimse akrabalarını sevmezken bakalım nasıl gruplanacağız?
Biz Türkiyeliler, kültürel alışkanlıklarımız gereği kötü giden olaylarda sorumluluğu çoğunlukla kaderimize yükleriz. Haliyle kaygıyı yönetmekte zorlanan herkes eteğine yapışacak bir mutlak güç arayacak. Konda literatürüyle Endişeli Modern olarak tanımladığımız ve şahsımı da kapsayan ekonomik olarak kötünün iyisi diyebileceğimiz topluluk için modern tarikatların (Oshocular vb.) yaygınlaşmasını bekleyebiliriz.
Ömrümüzden günler, aylar çalınıyor. Biz ki en büyük düşmanımız ölüm, en büyük arzumuz ölümsüzlük haliyle daha uzun yaşamak için check-up’lara, psikologlara, yaramız neredeyse onu iyileştirecek uzmanlara koşacağız ya da çevremizden o kadar çok duyacağız ki “Dur ben de gideyim, eksik kalmayayım” diyeceğiz. Böyle böyle uyumlanacağız “yeni normal”e.
Finansal anlamda daha az müsterih kesimlerde tezahürünün bu kadar birey odaklı olacağını öngörmek naiflik olur. Onlar, aşağı mahalledekiler, kendini önemsiz olduğuna çoktan ikna etmiş olanlar. TikTok’ta beyaz ışıkta çektiği dans videolarını görüp sosyal medyada “Ayyy çok çirkinler, TikTok yasaklansın” diyen Instagramcılara karşı dünyanın en eğlenceli başkaldırısına imza atıyorlar. İşte onlar -malumu ilam edeceğim- ekonomik çöküntüyü dibine kadar hissedecekler. Haliyle pandemi teğet geçince sağduyusunu, birlik beraberlik aşkını hızlıca terk edenleri suçlayacaklar. Bu suçlamalar bir örgütlenmeye dönüşür mü, dönüşürse kim nasıl kümelenir onu da siyaset bilimcilere, sosyologlara sormak gerek.
Sevgili Ursula K. Le Guin Yerdeniz Büyücüsü’nde der ki: “Duymak için, sessizlik gerekir.” Eğer gerçekten dünya değişsin istiyorsak, duymalıyız. Dolayısıyla, susmalıyız. Biz aksine gevezeleştik. Kendimden başlayarak herkesi daha iyi bir dünya için susmaya davet ediyorum.
Kaynaklar:
https://data.oecd.org/unemp/unemployment-rate.htm
https://www.unicef.org/press-releases/fact-sheet-handwashing-soap-critical-fight-against-coronavirus-out-reach-billions
https://www.ntv.com.tr/galeri/dunya/abdde-corona-virus-salgini-silah-satislarini-artirdi,xQdQEfqUsEWe2UliITag-w
Albert Camus, Veba
Ursula Le Guin, Yerdeniz Büyücüsü
Bertnard Russel, İktidar
Kullanıcı adını ya da e-posta adresini gir. Sana bir e-posta göndereceğiz. Oradaki bağlantıya tıklayarak parolanı sıfırlayabilirsin.
Here you'll find all collections you've created before.