Acun, 2000’ler dönümünden itibaren hayatımıza damga vuran MESH Çağı’nın bu ülkede gerçekleşmiş rüyası oldu. Bunu sağlayan, aynı dönemde, yani 2000’lerin başından itibaren medyatik ufkumuzda beliren realite-şov-yarışma formatı üzerinde onun adeta rezidans kurmasıdır.
Yıllar önce bir programda Orhan Boran ve Halit Kıvanç’a hâlihazırda en beğendikleri sunucunun kim olduğu soruldu. Türkiye’de sunuculuk ve sohbet dendiğinde herhalde hepimizin aklına ilk gelecek bu iki üstat isim, hiç tereddütsüz aynı kişiyi işaret etti: Acun Ilıcalı.
Bu bir bakıma onların kendi tahtlarına kimi uygun gördüklerinin de işaretiydi. İki ustanın tercihlerine elbette kimsenin itirazı olamaz. Ancak üzerinde durulması gereken, “sosyolojik” bir başka yönü var bu tercihin…
Gerek Orhan Boran’ın gerekse Halit Kıvanç’ın şöhretlerinin zirvesinde oldukları zamanda hayatımızdaki yerlerini bir hatırlayın. Bir de Acun Ilıcalı’nın bugün hayatımızdaki yerine bakın! Aradaki fark, bize bu topraklarda popüler kültür, medya ve eğlence endüstrisinin hayatın akışında nasıl merkezî ve baskın hale geldiğine dair bir radikal dönüşümü netleştirme imkânını en çarpıcı şekilde verir.
Boran ve Kıvanç, Cumhuriyet Türkiye’sinde 1950’lerin sonundan yakın zamanlara kadar uzun süre karşımızda oldular. Ancak seçkinleştikleri asıl döneme dikkat ettiğimizde onlar ve Acun Ilıcalı arasında şöyle bir karşılaştırmada bulunmak yanlış olmaz: Orhan Boran ve Halit Kıvanç, esasen bizim “Radyo Günleri”mizin idolleriydi. Acun Ilıcalı ise sadece televizyon değil, ondan öte bizim “tele-dijital” günlerimizin idolü.
Boran ve Kıvanç’ın hayatımızda eşsizce yer tuttukları zaman, bizim kitlesel iletişim itibarıyla sadece radyolu bir hayatla yetindiğimiz mütevazı yıllardı. Acun ise, “sektörel” dille konuşacak olursak küresel dünyamızın akışında kültürel-ekonomik anlamda asli etmen olmuş “MESH” (Media-Entertainment-Show) endüstrisinin hükmünün bu topraklardaki icracısı. O yüzden Boran ve Kıvanç, birer “sunucu-çalışan” idiler. Acun ise bir “sunucu-patron”.
MESH Çağı’nın gerçekleşmiş rüyası
Karşılaştırmanın sosyo-ekonomik yönünü de ihmal etmeyelim! Boran ve Kıvanç, Türkiye’de “kır”ın demografik ve kültürel taarruzundan nispeten azade bir şehirli (burjuva) toplumsallığın beğeni ve beklentisine, radyodan televizyona açılan yelpazede karşılık gelen bir performans sergilediler. Muhtemelen konuşma tekniğindeki ustalık, seyri daim kılan sürükleyici bir üslup, sevimli bir dinamizm gibi özellikleri doğrultusunda Acun’un sunuculuk performansını değerlendirip onu kendilerine ardıl sayarken de bu “altyapı”dan hareket etmekteydiler.
Biz ise Acun’u, onların hayran olduğu bu performansını kırın kenti fethettiği bir “varoş iktidarı”nda lümpen beğeni ve beklentilere açarak medya patronluğuna yükselmiş halde izliyoruz. Böylesi, Boran ve Kıvanç açısından bir rüya bile olmazdı.
Ama Acun, 2000’ler dönümünden itibaren hayatımıza damga vuran “MESH Çağı”nın bu ülkede gerçekleşmiş rüyası oldu. Bunu sağlayan, aynı dönemde, yani 2000’lerin başından itibaren medyatik ufkumuzda beliren “realite-şov-yarışma” formatı üzerinde onun adeta “rezidans” kurmasıdır.
“Fear Factor”, “Söyle Söyleyebilirsen”, “Yoksa Rüya mı?”, “Devler Ligi”, “Var mısın, Yok musun”, “Yetenek Sizsiniz”, “Yok Böyle Dans”, “O Ses Türkiye”, “O Ses Çocuklar”… Ve elbette “Acunsal Enerji”nin şahikası olarak, şöhret olma ve şöhret kalma arzumuza karşılık gelen “Survivor” yelpazesi:
“Survivor Türkiye-Yunanistan”, “Survivor Aslanlar-Kanaryalar”, “Survivor Kadınlar-Erkekler” ve yıllardır izlediğimiz “Survivor Ünlüler-Gönüllüler”…
Bunların yapımcı ve sunucusu olarak Acun Ilıcalı çok kısa sürede yükseldi. Şimdi o, “Meşhuriyet” Türkiye’sinde bize “survivor”lığı vaat ederken kendisi hepimizin karşısında bu Türkiye’nin “superior” karakteri olarak gıptayla, hayranlıkla ve onun gibi olma hayalleriyle izlenmekte.
Hâl böyle olmakla birlikte Acun’un “Firarda”ki günlerinden hâlâ internette dolaşan bir görüntüsü var ve kanımca onun hızlı yükselişiyle Türkiye’nin değişimi arasındaki doğru orantıyı da “Bir resim bin kelimeye bedel” deyişini haklı çıkarırcasına ortaya seriyor.
Yadırgamamak lazım
Her zamanki gibi dünyanın egzotik-erotik-turistik bir köşesinde “Firarda”yız ve Acun (anlaşılan kumsalda sereserpe güneşlenen kızlara doymuş) seyirciye “uvertür” niyetine bir yavru aslanla “muhabbet”ini sunuyor. Ama yavru aslan, onun “röportaj” teklifine pek sıcak bakmayıp dişlerini gösterince ürkerek kenara kaçıyor.
Ardından kameraya eli yüzü düzgün bir iki laf ettikten sonra, yayında olmadığını düşünerek öfkeyle hayvana dönüp sıkı (sinkaflı) bir küfür savurduğunu izliyoruz.
Bir yayıncılık kazası, çekim hatası veya “beşer” şaşması; ne derseniz deyin, sizin bileceğiniz iş… Esas vurgulanması gereken şu ki, eskiden böyle “kamera-arkası” olan ve yanlışlıkla gözler önüne serilenler, artık ekranda veya internette alenen ve çok rahatsız olunduğuna dair herhangi bir belirti de olmaksızın “şov”un içinde dolaşıma sokulabiliyor. Seyri daha “verimli” (reytingli) kılma yolunda…
Kim bilir belki böylesi daha “samimi”dir! Eğer öyleyse “Acunsal Enerji”nin nakil hatlarında, kız arkadaşının kucağına yatmış halde pipisiyle oynayan bir realite-yarışmacısı gördüğümüzde yadırgamamak lazım.
Dominik Adası’nda fiziksel-seksüel bir “maşist” gösteriye yeltenmesine iki yıl boyunca izin verilmiş Survivor-Turabi’ye de “kurabiye” niyetine takılmak lazım…
Afiyetle!
Kullanıcı adını ya da e-posta adresini gir. Sana bir e-posta göndereceğiz. Oradaki bağlantıya tıklayarak parolanı sıfırlayabilirsin.
Here you'll find all collections you've created before.