Donald Trump bir küresel kıyamet alameti, bir müddet kontrol altına alınıp uykuya çekildikten sonra yeniden atak yapan bir kanser hücresi gibi nüksetti. Evet, Orwell’i post-truth kıyametin Nostradamus’u saydıracak bir eforla sahnede o… Ben ise Trump için başka bir kurgusal analoji önereceğim.
1984” yazarı George Orwell’in oğlu Richard Blair, babasının 1940’lara tarihlenen distopik kurgusunun günümüzde nasıl karşılık bulduğunu, “Big Brother”ın nasıl ete kemiğe büründüğünü işaret etme yolunda 2017’de şunları söylemişti:
“Bence babam, Donald Trump’tan ironik bir şekilde keyif alırdı. Yıllar önce yazdığım türde biri var diye düşünebilirdi.”¹
Şu aralar birinci başkanlık dönemini dahi aratır mahiyette yeni dönemde kendisine eşlik edecek kabine üyelerini açıklayan Trump karşısında karalar bağlayanlara bakınca Orwell’in oğlunun söylediklerine hak vermemek elde değil. Donald Trump bir küresel kıyamet alameti, bir müddet kontrol altına alınıp uykuya çekildikten sonra yeniden atak yapan bir kanser hücresi gibi nüksetti. Evet, Orwell’i post-truth kıyametin Nostradamus’u saydıracak bir eforla sahnede o…
Böyle olmakla birlikte ben, belki daha mı iyimser olur bilemiyorum ama Trump için başka bir kurgusal analoji önereceğim. Onu, İngiliz yazarın Avrupa tarihsel-politik coğrafyasıyla irtibatlı muhayyilesinden çıkan karakterler yerine kendi ait olduğu coğrafyadan “sapına kadar Amerikan” bir kurgu karakterle benzetime sokmayı tercih edeceğim.
Trump’ı Dallas’ın unutulmaz J.R. Ewing karakteriyle çağrışım içinde düşünmek bana daha isabetli ve geçerli gibi geliyor.
Perşembenin gelişi nasıl çarşambadan belli ise Trump’ın gelişi de “Ceyar”dan bellidir!..
Şimdi bu, kimilerine alabildiğine fantastik gelebilecek savımı temellendirmeye çalışayım.
Trumpizm’in izini 1980’ler başına, Reaganizm’e sürmek uygun olur. Hatta denilebilir ki Ronald’ın koynundan çıkmıştır Donald!..
Avrupa’da karakteristik temsilcisi Margaret Thatcher, Türkiye’deki karşılığı da Turgut Özal olan Reaganizm, birbiriyle mutabakatı aslında hayli zor iki ideolojik pozisyonun buluşup sarmaş dolaş olmasıyla ayırt edilir. Biri ağırlıklı olarak ekonomik, diğeri ağırlıklı olarak kültürel bu iki pozisyon, neoliberalizm ve neo-muhafazakârlıktır.
Kabaca tarif etmek gerekirse neoliberalizm, 1960’lardan itibaren başta ABD olmak üzere dünyanın en zengin ve gelişmiş ülkelerinde kârların hızla düşmesine bir çare, büyük ölçekli bir “kapitalizmi kurtarma operasyonu”dur.² Neo-muhafazakârlık ise zenginler dışında tüm insanlık için büyük sorun teşkil eden bu ekonomi-politik yönelimin hasarlarını ondan en çok etkilenecek kesimlerin gözünde bulanıklaştırma yolunda kültürel bir perde çekme girişimi…
Siyaset bilimi ve sosyolojide “Yeni Sağ” diye ayırt edilen bu ekonomik olarak liberal (refah devleti karşıtı), toplumsal olarak muhafazakâr (kürtaj, kadın hakları, LGBTİ karşıtı) siyaset kârları yükseltme hedefiyle sermayenin her tür kamusal denetimden muaf şekilde serbestçe at koşturmasının önünü açtı. Bunu yaparken 1960’lardan beri yükselişteki özgürlükçü, aykırı, protest, savaş karşıtı, anti-statükocu ve her türden hak arayıcı hareketleri bastırma yolunda ahlakçı mahiyette muhafazakârlığı kışkırttı. Bu, bir taşla iki kuş vurmaktı: Bir yandan anti-kapitalist toplumsal hareketliliğin karşısına bir kültürel-ideolojik bariyer olarak neo-muhafazakârlık konuluyordu. Diğer yandan da zenginliği gözeten ekonomi politikalarına işlerlik kazandırırken, bundan en çok etkilenecek insanların kafasına tüm sorunların kaynağının onlar, daha doğrusu onların yaşam tercihleri olduğu fikri sokuluyordu.
Yani sorun, 1960-70’lerin radikal-özgürlükçü, aile değerlerini sorgulayan, komünal eğilimli Hippileriydi. Sorun, alıp başını gitmiş feminist hareket; evini terk etmiş, anneliğe yabancılaşmış, “kutsal aile”ye baş kaldırmış kadınlardı. Sorun, LGBTİ örgütlenmeler, kürtaj hakkı savunucuları, dini kıyıya itmiş seküler entelektüeller, evrimci çığırtkanlardı. Şirketlere vergileri azaltan, ücretleri aşağı çekerken halkın sırtına vergiler bindiren, her şeyi özelleştiren, temel yaşam kaynaklarını metalaştıran neoliberalizm, bütün bunlardan (yani kendisinden) mağdur kitlelere mağduriyetlerine sebep olarak bunları işaret ediyordu. Ardından da “toparlanın,” diyordu, “evliliğe, eve, aileye, dine dönün”!..
Neoliberalizm ile neo-muhafazakârlığın 1980’lerden itibaren imkân dahiline girmiş bu beraberliği, dönemin popüler kültür başyapıtı Dallas’ta bariz şekilde karşımızdadır.
1978’de başlayıp 1991’e kadar 14 sezon sürmüş dizi, neoliberal pervasızlığa o unutulmaz J.R. Ewing, bizde popülerleşmiş ismiyle “Ceyar” (Larry Hagman) karakteri ile ayna tutmaktaydı. Aynı ailenin küçük oğlu, “iyi çocuk” Bobby Ewing (Patrick Duffy) ile de ahlakçı-gelenekçi neo-muhafazakâr mesaj vermekteydi.
Hatta yukarıda çizdiğimiz çerçeveyle uyarlı olarak eklemek gerekirse, Bobby’nin karısı olarak ilk bölümden itibaren karşımıza çıkan ve 1960-70’lerin özgürlükçü kültüründen esinler taşıyan Pamela Ewing (Victoria Principal), Southfork Çiftliği’ne girdikten sonra, zenginlikle “terbiyelenip” mazbut bir eş olmaya evriliyordu. Tabii kayınbiraderi J.R.’ın bireyci yırtıcılığı, psikopatlığı, ahlaki düşkünlükleri karşısında bir denge unsuru olarak da dizide seçkinleşmekteydi o.
Ama kadının ve kadınlığın evle ve evde yüceltilmesi noktasında hiçbir karakter, dizinin “domestik” merkezi, bir “kutsal aile azizesi”, J.R. ile Bobby’nin annesi Bayan Ellie’nin (Barbara Bel Geddes) eline su dökemezdi!..
Mesaj netti: Neoliberalizmin yol açtığı tahribat karşısında bir “rehabilitasyon” olarak neo-muhafazakârlık devrededir!..
Devam edelim Dallas’la bağlantılı, gerçekten kurguya/kurgudan gerçeğe benzetmelerimize!.. Neoliberal şiddet figürü J.R. ile neo-muhafazakâr şefkat figürü Bobby’nin babaları, Souhtfork malikanesinin reisi ve hem zirai hem sınai kapitalist Jock Ewing (Jim Davis) mesela… Onun da bir Ronald Reagan temsili (doğrulaması-onaylaması) olarak seyrimize sunulduğunu söylemek pekâlâ mümkündür.
Nihayet sadede gelelim: Ronald Reagan’dan bunca yıl sonra Donald Trump’la karşımızdaki siyasi pratik de bir bakıma dizideki J.R. Ewing temsilinin ABD siyasetinde hayatiyet kazanmış hali olarak kaydedilemez mi?..
Neden olmasın?!.. Değil mi ki Reaganizm’in 1980’ler başında açtığı yoldan, neoliberal küreselleşmeye dayalı ekonomik, politik, askerî, ekolojik bir dolu sorunun etkileşimsel birikimi eşliğinde onyıllar sonra şimdi Trumpizm karşımızda. Irkçılık, cinsiyetçilik, yabancı düşmanlığı, homofobi, elit nefreti, anti-entelektüelizm, Evanjelizm, zenginlik ve Beyaz-etnosantrizmin izdivacından çıkan, neo-muhafazakârlığı neo-faşizme taşımış bir popülist-otoriteryanizm olarak…
O halde denilebilir ki Trump, bal gibi de “Ceyar”ın giderek kartlaşıp artık siyasete oynamaya karar vermiş halidir. Baksanıza, Trump’a ilişkin şu satırlar da 1980’lerden aşina o dehşetengiz Ceyar’ı yankılamıyor mu:
“Dünyanın en etkili gücünün başında Rusya zenginleriyle kara para aklama ilişkileri olduğuna dair güçlü karineler bulunan; hakkında soruşturma sürdürülen yakın çalışma arkadaşlarının giderek kendilerini kurtarmak amacıyla bülbül kesilerek yasadışı işlerden ne ölçüde haberdar olduğunu ifşa ettikleri; devlet yönetmekten çok TV yıldızı gibi davranmayı seçen; okumayı, tartışmayı sevmeyen; etik kaygılar taşımayan şaibeli bir emlakçı var.”³
Daha ötesi var mı, yok.
O zaman “Ceyar”ın ruhu şad olsun, rahat uyusun! Eseri payidar!..
1 – Joe Summerland, “1984: George Orwell ünlü distopyasını uzak bir adada ve ölüm döşeğindeyken nasıl yazdı?”, Independent Türkçe, 9 Haziran 2019.
2 – Jonathan Neale, Amerika’nın Derdi Ne? – Güçlü ve Zengin Elitler Amerika’yı Nasıl Değiştirdi ve Şimdi Dünyayı Nasıl Değiştirmek İstiyor? (Çev. Aran Nur), Ayraç Yayınları, 2004.
3 – Soli Özel, “Trump ve Trumpizm”, Cumhuriyet Pazar, Sayı: 31, 2018.
Kullanıcı adını ya da e-posta adresini gir. Sana bir e-posta göndereceğiz. Oradaki bağlantıya tıklayarak parolanı sıfırlayabilirsin.
Here you'll find all collections you've created before.