Bütünlüklü ve çok değişmeyen bir “ben”e sahip olduğumuzu düşünüyoruz ama aslında çok katmanlı kimliklerimiz tetiklendiğinde birbirinden çok farklı davranışlar sergiliyoruz.
Zihnimizin nasıl kabileci, biz ve onlar ayrımını merkeze alan bir şekilde çalıştığını, bunun yarattığı tehdit ve fırsatları anlatan birden fazla yazı yazdım. Bugün dört bir yanımızdan sıcak savaş görüntüleri gelirken ve göçler nedeniyle ülkenin hızla değişen demografik yapısı sosyal gerilimler yaratırken de bazı temel gerçekleri hatırlamakta fayda olabilir.
Afrika’da yaşayanlar hariç insanların tamamı, yaklaşık 100 bin yıl önce yaşlı kıtayı terk eden tek bir kabilenin torunlarıdır. Bizi birbirimizden çok ayrı gibi gösteren morfolojik farklılıklar çoğunlukla çevreye uyumla ortaya çıkan şekilsel farklılıklardır. Dışarıdan çok farklı gibi görünsek de insan türü genetik farklılığı en düşük canlılardandır. Dünya üzerinde yaşayan 8 milyara yakın insanın genetik çeşitliliğini kaybetmeden aktarmak için 15 bin kişi yeterliyken, sıradan bir fare türü için bu sayı 750 bin civarındadır. Yani rasgele yakalayacağınız iki farenin arasındaki genetik fark, bir Finli ile bir Çinli arasındaki farktan kat kat yüksek olacaktır. İnsan tek bir ırktır, “milletler” arasında manalı genetik farklılıklar yoktur. Adaptif kültürel farklılıklar vardır.
Peki o zaman neden PISA skorlarında Asyalılar matematikte çok önde, neredeyse tüm maratonları neden Kenyalı ve Etiyopyalı atletler kazanıyor? Belirli altgruplar kültür ve genlerin karşılıklı evrimiyle belirli konularda daha başarılı olabilir, bu kendini özellikle uç noktalarda daha belirgin hale getirir. Gözlerinizin önüne bir normal dağılım çan eğrisi getirin. Diyelim ki bir topluluğun IQ dağılımı olsun. Yüksek IQ diyebileceğimiz 130 sınırını az sayıda insan geçer, eğriyi topluca sağa doğru taşıdığınızda bu sınırı aşan toplam insan sayısı eğrinin şekli nedeniyle büyük oranda artar. Ama unutmayın ki toplumun büyük bölümü hâlâ ortalarda, çan eğrisinin büyük bölümündedir. Dolayısıyla X topluluğu Y topluluğuna göre yüksek IQ’ya sahip çok daha fazla insanı barındırsa da ortalama X bireyi ve ortalama Y bireyi birbirine çok yakın IQ skorlarına sahiplerdir.
Uçlarda gerçekleşen bu sayısal farklılık toplumların geneli için doğru bir projeksiyon vermez. Bunu kadın-erkek özelliklerinde, örneğin uzamsal zekâ (yön bulma) konusunda da görürüz. Ortaklıklarımız ve benzerliklerimiz farklılıklarımızdan çok daha büyüktür. Ancak kabileci doğamız ve Freud’un tabiriyle küçük farklılıkların narsisizmi bu farklılıklar dünyasını yaratır. Sosyal medyanın uçlardaki örnekleri daha görünür yapan etkisiyle birleştiğinde daha da çarpık bir dünya tasavvuruna geçiyoruz.
Diğer büyük yanılgı bireylerin ve toplulukların belirgin, zor değişir ayrıştırıcı karakterleri olduğuna dair inanış. “Bağlamın gücü” ve “Hey sen!” başlıklı yazılarımda detaylı işlemeye çalışmıştım, bağlamın kararlarımızdaki etkilerini sistematik olarak azımsıyoruz. Tutarlı bireyler olarak kaderimizin efendisi olmayı sevdiğimiz için dış faktörlerin kararlarımızın üzerindeki etkisini göz ardı etmeyi tercih ediyoruz. Bütünlüklü ve çok değişmeyen bir “ben”e sahip olduğumuzu düşünüyoruz ama aslında çok katmanlı kimliklerimiz tetiklendiğinde birbirinden çok farklı davranışlar sergiliyoruz. Çok uzun süredir varoluşsal tehdit altında olan birey ve toplulukların davranışlarını, eylemlerini aktif tehdit ortamını sonlandırmadan değiştirmek ne yazık ki çok kolay değil. Küresel bir toplumsal uzlaşmaya, adil kararlara ihtiyaç var ve belki de ortak ilkeler ve adalet duyusundan (İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra) en uzak olduğumuz zamanları yaşıyoruz.
Peki sektör olarak biz ne yapabiliriz? Toplumsal problemler konusunda gerçekten elimizden geleni yapıyor muyuz? Yoksa kimsenin itiraz etmeyeceği “ortak” sorunlara odaklanıp konfor alanlarımızda mı kalıyoruz?
Geçenlerde bir sunumda şu örneği verdim: Aranızda yaklaşık 20 yıl önce Grey’in yaptığı Cola Turka “Hep Beraber” relansman filmini hatırlayanlar vardır. Aynı anda sevinip aynı anda üzüldüğümüz, aynı anda coşup aynı anda susadığımız o filmi bugün çeksek aynı etkiyi yaratır mı?
Cumhuriyet’in 100’üncü yılında bu ay birçok markadan çok güzel filmler izleyeceğiz. İkinci yüzyılımıza taşıyacağımız, “hep beraber” sahipleneceğimiz kaç ortak sembolümüz, değerimiz var ve bunları nasıl yeniden üretebiliriz, artırabiliriz, ortaklaştırabiliriz? Bu da bir “sürdürülebilirlik” sorunu sanki?
Kullanıcı adını ya da e-posta adresini gir. Sana bir e-posta göndereceğiz. Oradaki bağlantıya tıklayarak parolanı sıfırlayabilirsin.
Here you'll find all collections you've created before.