Usta İşi’nde bu ay konuğumuz Sanatçı Tarık Tolunay.
Bu ay Usta İşi serimizin konuğu daha yakından tanımanızı çok istediğim sanatçı, Tarık Tolunay. Sanatçıyı Gırgır’dan, ülke tarihinde yer alan mühim davaların çizimlerinden, reklamlara hazırladığı storyboard’lardan ya da son dönemde bir hayli ses getiren kent haritası projesinden tanıyor olabilirsiniz; peki bunca çalışmanın kulisi nasıl?
Mahkeme çizerliği ülkemizin politik koşullarının bizlere küçük bir “hediye”si. Hukukun varlığını yokluğunu sorguladığımız birçok davaya çizer olarak katıldım. Cumhuriyet Davası, Nuriye-Semih Davası ve Gezi Davası… Mahkeme salonlarının fotoğraf ve video kayıtlarının yasaklanmasının bir sonucu olarak, çizerek belgelemek önümüze bir görev olarak düşmüş oldu. Elbette o salonlarda yaşananlara mutlak tarafsız gözlerle tanıklık etmedik. Bunca yıllık bir vatandaş ve çizer olarak yaşananları kendi süzgecimizden geçirerek aktardık. Dava sırasında çizeceğiniz anın seçimini siz yapıyorsunuz. Ve tabii ki nasıl çizeceğinizin kararı da size ait. Bu durumda aslında sürece ortak olmaktasınız. Mahkemeyi dışarıdaki dünyaya kendi yorumunuzla aktarıyorsunuz.
Ben kendi adıma, tarafsız davranma gibi bir iddia taşımadım bu mesleği icra ederken. Kalemim, fırçam mağdur olandan, ezilenden yana taraflıdır. Genel olarak çizgi desteğimize ihtiyaç duyulan mahkemelere katılmayı tercih ettik. Ama eğer yolumuz düşseydi… Başka davalarda da aynı birikimin ürünü olan kareler çıkacaktı.
Yaklaşık 20 sene kadar reklam sektörü için çizgi ürettim. Reklam sektörü için tüm üretimlerim geçim sorununa bir çözüm olarak görülebilir. 20 sene boyunca yaptığım onca güzel çalışmaya rağmen övünç duyduğumu söyleyemem. Şu anda evimin duvarlarında asılı olan bir işim yok mesela bu mecradan. Hatta bir örnek vermek gerekirse, reklam dünyası için çizdiklerimden bir sergi teklifi almış ve reddetmişliğim var.
Brief alarak ürettiklerim ne yazık ki bana stres ve karın ağrıları olarak döndü hep. Ama yine de bana kattığı çok şey var, bunu reddedemem. Kendi projelerimi çizerken çikolata yiyen bir çocuk kadar mutluyum.
Başlangıçta bireylere karar vermiş biri olarak yola çıkmıyorum. Çalışmanın her aşamasında yeni şeyler öğrenerek, yeni kararlar alarak yoluma devam ediyorum. Bir yandan ben çalışmayı yaparken, o da beni değiştirip dönüştürüyor. Bu bitmeyen etkileşimin sonucu ortaya çıkan o son kare oluyor. Bir önceki sorunuzun da cevabı aslında burada belki. Herhangi birinden ya da kurumdan sipariş olarak alınmış bir iş değil bu. Tümüyle benim hükümranlık alanım. Sevdiğim ve beğendiklerimi büyütüyor ve ön plana çıkarıyorum. Kendimce çirkin bulduklarımı küçültüyor ve hatta bazen görmezden geliyorum. Bazen tam tersi oluyor… Bir çirkinlik “ibret-i alem için” ön plana çıkabiliyor. Neyi ön plana çıkardığım ya da geri plana attığım benim kente dair söylediklerimin toplamı oluyor. Ve izleyici bunu çok iyi okuyor. İlginç bir etkileşim alanı oluyor böylelikle Fractal İstanbul Haritaları.
Çalışma başlangıcında beklentimi minimize ettim ve “sadece evimin duvarına asarsam mutlu biriyim” dedim. Tabii ki asıl amacım kitlelerle buluşmasıydı. Ama olumsuz olana hazırlıklı olmak adına beklentimi sıfırladım. Haritalar gün yüzüne çıkıp da insanlarla buluşunca umduğumun da üzerinde olumlu tepkiler aldım açıkçası. Yaratıcı bir işle uğraşıyorsanız eğer yakıtınız kesinlikle “beğeni”dir. Diğer her şey ikinci plandadır. Bu durumdan çok memnun olduğumu söyleyebilirim. Mesleki tatmin anlamında altın çağımı yaşamaktayım.
Genelde gece çalışmayı seviyorum. Gecenin sessizliği konsantrasyon için bulunmaz nimet. Çalışırken bol kahve içerim. Ama müzik dinleyemem mesela. Bu iki karmaşık aktiviteyi bir arada yapamıyorum. Yapana da hayretle bakıyorum. Çalışma hızını aldıysa eğer gece ve gündüz kavramları önemini yitiriyor benim için. Günde 16-18 saat ortalamayla devam edebilirim. Uykuya dalma aşaması bile işin kurgulanacağı anlar olarak değerlendirilir.
1960’larda çekilmiş bir Fransız belgeselinde “yaşlı ve huysuz bir kadın” olarak tanımlanıyordu istanbul. Aynen katılıyorum. İstanbul, bu coğrafyanın üzerindeki kültürlerin bir toplamı. Binlerce yıl boyunca bu topraklarda yaşayan herkesin üzerine bir şey eklediği dev bir kültür dağı. En çarpıcı özelliği plansızlığı. Asimetrik gelişimi. Aslında şikayet edebileceğimiz bu yanı belki de onu dünyadaki en eşsiz ve sürprizli şehir olarak tanımlamamıza yol açmakta.
Biraz ağır laflar edecek olursam… Bir birey üzerinde tüm toplumun yansımalarını görebilirsiniz. Hatta iktidarın tüm yaptırımlarını bir kişi üzerinden okuyabilirsiniz. Bir yapı için de aynı şey geçerli. Bir yapı size biçimiyle kendisini üreten kültür hakkında binlerce şey anlatır. Çalışmalarıma “Fractal” ismini vermem de bu yüzdendir zaten. İstanbul Fractal bir şehirdir. Sonsuza dek takip edebileceğiniz ayrıntılar zinciridir. Hiçbir zaman sihirli bir cevap bulamayacak olsanız da bu yolculuğa çıkmak doğru bir karardır.
Ben şuna inanıyorum; bizi şekillendiren hayattaki ilk sekiz yıllık maceramız. Çocukluk yıllarındaki hayalciliğini koruyabilenler sanatçı, diğerleri ne yazık ki meslek sahibi olmaktalar. Bu coğrafyada çizerek yaşam sürdürmek çok iddialı bir şey. Ama bu bizim mecburiyetimiz. Başka bir uğraş edinerek “hayata devam” fikri çok itici geliyor. Bütün büyük hikâyeler çelişkilerin ürünü. İsveç’te bir meslektaş belki maddi olarak çok daha iyi durumda olabilir. Ama görece konforlu yaşamı ona hikâyeler üretmesi için olanaklar sunmuyorsa… Belki de çok fakirdir -diyor… ve kendimizi avutuyoruz böylece… Çizmeye devam!
Çok açgözlüyüm. Bütün köklü ve güzel şehirleri çizmek isterim. Avrupa’dan birkaç, Ortadoğu’dan da… Ama İstanbul beni bırakır mı, bilemiyorum.
Önümde bazı ilginç gelişmeler olabilir. Kardeşin duymaz eloğlu duyar misali… Bir bakmışsınız kentçizeriniz Berlin’i çiziyor!
Kardeş duysun diye söylüyorum bunu… Ama duyuyor mu bak… Kardeş… Alooo…
Körler ülkesi burası biliyorsunuz. Belki de sağır aynı zamanda?! Ne yapalım. Durum bu…
Kullanıcı adını ya da e-posta adresini gir. Sana bir e-posta göndereceğiz. Oradaki bağlantıya tıklayarak parolanı sıfırlayabilirsin.
Here you'll find all collections you've created before.