MediaCat

Sosyal girişim nedir, ne değildir?

Sorunun yanıtını Kale Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Zeynep Bodur Okyay veriyor.

Sosyal girişim nedir, ne değildir?

Kale Grubu, kurucusu İbrahim Bodur’un ideallerini Zeynep Bodur Okyay’ın öncülüğünde sosyal girişimcilikle hayata geçiriyor. İbrahim Bodur Sosyal Girişimcilik Ödülü’nün üçüncü yılı vesilesiyle bir araya geldiğimiz Okyay, gelecekte çocuklarımıza bırakacağımız dünya konusunda sosyal fayda odaklı girişimlere önemli bir rol biçerken, “Sosyal girişim nedir, ne değildir” sorusunu da açıklığa kavuşturuyor.

İbrahim Bodur Sosyal Girişimcilik Ödülü’nün üçüncü yılındayız. Hangi amaçla yola çıkmıştınız? Sosyal girişimcilik Kale Grubu için ne ifade ediyor?

Zeynep Bodur Okyay: Kale Grubu olarak, sosyal girişimciliğe geçmiş, günümüz ve geleceğimiz açısından bakıyoruz. Kurucumuz ve babam İbrahim Bodur’un vefatından sonra onun idealleriyle insana ve topluma bakış açısını çok iyi yansıttığını düşündüğümüz, ayrıca onun ve Kale Grubu’nun sosyal faydayı önceliklendiren değerleriyle örtüşen sosyal girişimcilik ekosistemini desteklemeye karar verdik.

Yatırımlarının bir kısmı Anadolu’da bulunan ve sanayide faaliyet gösteren bir grup olarak, toplumun ihtiyaçlarını yakından görüyoruz. Ayrıca, C20 Başkanlığı yaptığım dönemde sadece ülkemizin değil, dünyanın da gündeminde olan sosyal sorunlar hakkında derinlemesine bilgi sahibi oldum. O nedenle, toplum için bir şeyler yapmak ve aksiyon almak gerektiğini düşünüyoruz.

Sosyal sorumluluk kavramının bir bağış, iyilik hareketi olmadığını, sürdürülebilirlik çerçevesinde bu kavramın içinin doldurularak aynı zamanda bir ekonomik aktivite ve girişimciliğe dönüşmesi gerektiğini düşünüyorum. Kurumsal sosyal sorumluluk ile sosyal girişimcilik çok farklı kavramlar. Sosyal girişimciler aslında dünyanın daha yaşanılası bir yer olması için risk alıp sosyal fayda üretme gayesiyle girişim başlatan, bence oldukça cesur ve sorumluluk sahibi insanlar.

Dünyada ciddi tehditler var ve sorunlar hakkında birilerinin düşünmesi, dertlenmesi önemli. Aksi halde gelecekte çocuklarımıza ne bırakacağız? Farklı bir bakış açısıyla sorunlara yaratıcı çözümler üretebilmenin kıymetli olduğunu düşünüyoruz.

İnsanın inanmadığı bir şeyi sahiplenmediğini düşünmüyorum. Biz de kafa yorduğumuz, dertlendiğimiz konulara çözüm üretilmesine aracılık etmeyi ve bu alanı desteklemeyi tercih ettik. Sosyal girişimcilik farklı bir bakış açısı ve uluslararası sosyal girişimlerin sayısının artması da en büyük temennimiz.

Türkiye, sosyal girişimci olmak için en iyi ülkeler listesinde 44 ülke arasında 42’nci sırada. Diğer taraftan iyi haberler de var. Sosyal girişimlerin nitelikli işgücünü çekebilme yetkinlikleri açısından 13’üncü sıradayız. Bu da umutlandırıcı bir durum. İstihdam yaratmak zor çünkü kurumlar için belli bir ölçekten sonra büyüyebilmek de kolay değil. Ancak ülkemizde girişimcilik ekosisteminin gelişmesine bağlı olarak bu tür girişimlerin artmasıyla hızlı ölçeklendikleri için çarpan etkisi fazla olduğundan istihdam yaratmada olumlu ve kalıcı etki meydana getirebilir.

Kale Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Zeynep Bodur Okyay

Başvurularda ne gibi kriterler gözetiyorsunuz?

ZBO: Bu yeni bir alan, farkındalık yaratmak önemli bir şey. Herkesin bunu doğru yere oturtması gerekiyor. Sosyal girişimcilik bir iyilik hareketi, sosyal sorumluluk ya da bağış değildir. Bu kişiler iş insanı ama seçtikleri alan etki alanı yüksek bir alan. Bizim de seçim kriterinde baktığımız şey, “bu iş bir sosyal sorumluluk mu yoksa sosyal girişimcilik mi” oluyor. Topluma dokunan bir hizmet, sosyal amaç olması gerekiyor. Farkındalık yaratıp o konuda bir iyileşme öngörmesi ve sürdürülebilir ve ölçeklenebilir bir iş girişimi olması gerekiyor. Sosyal girişimcinin en zorlandığı şey de bu. Çünkü kazanacaksın ve onu etik ve amaca çok uygun şekilde harcayacaksın. Seçimlerin hep doğru olacak ve o amacı mihenk taşı gibi önünde tutacaksın.

Erken aşama başvuruları daha fazla oluyor. Yüzde 60 erken aşama, yüzde 17-19 ileri aşama. Ama erken aşamadan ileri aşamaya geçenler biraz daha ölçeklenme için cesaret bulabiliyor. İşbirliği de öyle, az. Burada kurucusunun birkaç alanda savaşması gerekiyor. Hem işini devam ettirecek hem işbirliği yapacak hem kendini destekleyecek ekosistemi yaratacak hem tanıtım yapacak. Finansal problem de en büyük sıkıntısı. O nedenle ilk aşamaları çok sancılı. Belirli bir seviyeye gelindiğinde de sürdürülebilirlik zorlaşıyor. Biz de onlara bu ödülle bir can suyu verebilirsek bir sonraki aşamaya geçmeleri için bir kolaylık olur diye düşündük.

Ama biz ödül verici olmak istemiyoruz. Ödül bir bahane. Farkındalığı öne çıkarmak için bir araç. Esas, sosyal girişimcilik ekosistemi büyüsün istiyoruz. Böylelikle onların problemleri daha görünür oldukça daha fazla insan sisteme entegre olacak, insan kaynağı ihtiyacı çözülecek ve yasal düzenlemelerin daha rahat yapılabileceği ortam ortaya çıkacak. Her dönemin kendine özgü mekanizmaları var. 21’inci yüzyılda da bunun sosyal girişim olduğunu düşünüyorum. Bir de gençler artık duyarlı, farkındalıkları yüksek. Dünyada da sıkıntılı bir dönemden geçiyoruz. Bunlara sistematik bir yaklaşımın iyi olacağını düşünüyoruz.

Farklı başvuru aşamalarından bahsediyorsunuz. Bu durumda sosyal girişimcinin profili nasıl farklılaşıyor?

ZBO: Kurumsal hayattan sosyal girişimciliğe geçişin artacağını öngörüyorum. Önceden, kendi deneyimlerinde bir sorun yaşamış ve düzeltmeyi amaç edinmiş kişilerle sıkça karşılaşırdık. Bu hâlâ devam ediyor ama ikinci olarak kurumsal hayatta belli bir tecrübe edinmiş, sonrasında hayatına daha fazla anlam katacak bir iş arayışına girmiş insanlarla karşılaştık. Şimdi yeni yeni de okuldan yeni mezun olmuş, hiç çalışmamış ve kariyerine sosyal girişimci olarak başlamak isteyen gençleri görüyoruz. Dolayısıyla farklı profiller var. Eskiden çoğunlukla hali vakti yerinde, ailesinin durumu müsait, onların desteğiyle bir işi hayata geçirenler vardı. Şu andaysa gelir riskine takılsa da sosyal girişimci olmayı seçenlerle karşılaşıyoruz. Dolayısıyla bir devinim var, o yüzden profil de çeşitleniyor.

Bu devinim başvurulara nasıl yansıdı?

ZBO: Bu sene 350 başvuru vardı. Geçen seneye göre yüzde 55, ilk seneye göre de yüzde 100 artış oldu. Kadınların başvuruları hep daha fazla. Bu sene başvuranların yüzde 45’i kadın.

Başvuran projelerin odak noktasında ne gibi değişimler gözlemliyorsunuz?

ZBO: Eğitim her zaman ön planda. Bunun kendi içinde kodlama, eğitimin tabana yayılması gibi kırılımları var. Son dönemde sağlıkla ilgili projeleri görmeye başladık. Mesela bu sene nadir hastalıklarla ilgili bir proje vardı. Dezavantajlı gruplar ve çevreyle ilgili de çok proje geliyor önümüze. Bu sene elektronik atıklarla ilgili çok proje geldi. Geçen sene tarım öne çıkıyordu. Birtakım alanlarda kitlesel fonlama yapma konusunda teknolojiyi kullanan girişimler oldu. Şu ana kadar öne çıkanlar eğitim, sağlık, çevre, dezavantajlı gruplar olmak üzere dört alan. Baktığınızda, Türkiye’nin problemli alanları. Sosyal girişimde ağırlıklı konu bazlı gruplamalar olduğunu düşünüyorum.

Sivil toplumdaki geleneksel yoğunlaşma alanlarının bir iş modeliyle birlikte sosyal girişimciliğe adapte edildiğini görüyoruz. Özel sektörle kâr amacı gütmeyen kuruluş arasındaki bir model bu. Kazan-kazan modeline dayanıyor. Yeni nesil iş modeli bu ikisinin kesiştiği nokta. Biz, sosyal girişimci ve özel sektör veya kamu kuruluşlarıyla birlikte geliştirilen modellerin işbirliği modeliyle desteklenerek çok daha etkili olacağını düşünüyoruz.

Seçilen projelerin pek çok kültüre uyarlanabilmesi dikkat çekici. Projelerin uluslararası ölçeklenebilir olması kriterlerinizden biri mi? Bununla birlikte bölgesel katılımlarınızda nasıl bir dağılım var?

ZBO: Ben sosyal girişimcinin de öyle bir özelliği olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu problemler dünyanın ortak problemi. Dolayısıyla dünyaya açılma ihtimalleri yüksek. Bölgesel katılımlarda da yüzde 45 İstanbul, geri kalanı Anadolu; Mersin, İzmir, Ankara, Çanakkale olarak devam ediyor. İç Anadolu var, örneğin Kodluyoruz ile Gülcan projesinde Ahi Kalkınma Ajansı ile tüm illere hizmet ediyor.

Bu işin, ödül tarafında sosyal girişimcilik Nobel’i olması bizim kendi aramızda koyduğumuz orta vadede hedef. Sadece Türkiye’den değil, uluslararası sosyal girişimcilerin de başvurmasını istiyoruz. İkincisi, ekosistemi büyütmek istiyoruz. Son olarak, bir dayanışma platformu olmak istiyoruz. Tüm ödül alanların bir araya gelebildiği bir ağdan bahsediyorum. Sosyal girişimcilik seri hale dönüşebilecek bir şey. Çünkü bir problem başka bir problemin farkındalığını getirecek. Biz de bu kişileri kendi aralarında farklı bir ortaklık kurmaları konusunda teşvik etmek istiyoruz. Bunu şu anda enformel şekilde yapıyoruz ama sistematik ve resmî dayanağı olacak şekilde yapabilmeyi başarmalıyız.

Peki biraz da bu yılki ödülün sahibi olan sosyal girişimcilerin hikâyelerini ve projelerini dinleyelim.

Elif Atmaca: Çıkış noktam tamamen kendi hikâyem. Ben asker çocuğuyum. Çocukluğum taşınarak ve çocukların oyuncağa erişimin kısıtlı olduğu, Türkiye’nin dezavantajlı bölgelerinde yaşayarak geçti. Çocukluğum boyunca farklı ortamlarda, farklı koşullar sebebiyle çocuk olamama durumunu deneyimledim. Günün sonunda ben bir tasarımcı oldum. Üniversitedeyken farklı STK’larda gönüllülük yaptım ve hep çocuklarla bir aradaydım. Çocukların yaş aldıkça yaratıcılıklarına sınırlar getirdiğini gördüm ve buradaki problemi sorgulamaya başladım. Oyuncağı bunun aracı olarak görüyorum. Tüm çocuklar için ortak bir dil. Yaratıcı süreçle oyun sürecini çok benzetiyorum. Bu nedenle mekân ve cinsiyetten bağımsız bir araç (oyun kiti) tasarlamak istedim. Türkiye’de tasarım ve çocuğu birleştiren bir kurum/şirket yok. Dolayısıyla, siz mutlu olacağınız yeri yaratmaya başlıyorsunuz.

İlk etapta sosyal girişimciliğin ne olduğunu öğrendim. Etki ve deneyimi paketleyip nasıl işe dönüştüreceğime dair bir fikrim yoktu. Ortağımla yolum kesişti. Dezavantajlı çocuklar için yola çıktık ama bu tanım aslında kime göre, neye göre tartışılır. Çocuklar, yetişkinlerin akademik hayata dair hassasiyetleri nedeniyle çocuk olma durumunu yaşayamıyor. Bu yüzden Toyi’yi tüm çocuklar için yaratıcı potansiyellerini destekleyecek oyun teknolojisi bir araç olarak konumlandırdık. Ancak imkânı olmayan çocuklar için de bunu ulaşılabilir yapmak istedik ve ürünü Kickstarter’da kitlesel fonlamayla lanse ettik. Bu sayede hem global bir marka konumlandırmasının adımını atmış olduk hem de yedi ülkedeki mülteci çocuklara Toyi ulaştırmış olduk. Biz oyun savunuculuğu kavramını sahiplenip ebeveynler, öğretmenler, oyuncak tasarımcıları ve oyunla ilgilenen bütün paydaşlarla birlikte bütün çocukların oyun hakkını destekleyen bir topluluk oluşturmak istiyoruz.

Soldan sağa; Gülcan Yayla, Elif Atmaca, Zeynep Bodur Okyay, Alp Ar

Alp Ar: İbrahim Bodur Ödülü, erken aşama olduğumuz için bizi hem yüreklendiriyor hem de bir sorumluluk yüklüyor. 2014 – 2015 yıllarında kodlama fazlasıyla tartışma konusu oldu, ben de bilişim teknolojileri öğretmeni olduğum için bunları takip ediyordum. Meslek lisesinde programlama dersi vardı ama lise-altı seviyesine henüz yeni giriyordu. Bu müfredata konuyordu ama kimi okullarda yeterli bilgisayar donanımı olmadığı için uygulanamıyordu. Bu bir açıktı ve bu eşitsizlik beni rahatsız ediyordu. Kodlama dersleri için de aynısı olacaktı. 2016’nın henüz başıydı, oyunlaştırma çalışıyordum o dönem. Bir kutu oyunu yapmak geldi aklıma, öyle bir şey yapalım ki oradaki kazanımları direkt verebilsin bu oyun ve o kadar basit olsun ki her öğretmen oynatabilsin dedik. Böylece 2016’nın başında Tospaa doğdu, 2017’de de kodlama müfredata girdi. Hâlihazırda devlet okulları kullanıyordu.

Tospaa’yı, 2018’in başında özel okullar da kullanmaya başladı. Bu beklenilen bir şey değildi bizim için. Ve bir fırsat sundu bize. Bu fırsatla o sorunu daha kolay çözebileceğimizi düşündük. Bir sosyal girişim mekanizması oluşturalım, biz denklemden çıksak bile bu bir şekilde devam etsin istedik. Tosbaa’yı sosyal girişime dönüştürme çabalarımız da böyle başladı. Gerek yurtiçi gerek yurtdışında çeşitli Tosbaa etkinlikleri yaptık. Şu anda da ailelere yönelik bir kutu oyunu geliştirme sürecindeyiz. Bunun geliriyle de devlet okullarını fonlayabileceğimiz bir model üzerinde çalışıyoruz.

Gülcan Yayla: Kodluyoruz’u üç yıl önce başlattık. Şu problemi gördük: Kodlama sıkça konuşuluyor ancak teknoloji alanında çalışabilecek nitelikli insan kaynağının eksikliği hissediliyor. Bu alanda çalışabilecek insan sayısından çok daha fazla iş fırsatı var. Diğer taraftan Türkiye’de her dört gençten biri işsiz. Amerika’ya sosyal girişimcilik eğitimi almaya gittim. Bu dönemde Amerika’daki Kodluyoruz (LaunchCode) ile tanıştım. İşsizlere ya da kapasitesinin altında çalışan kişilere kodlama eğitimleri veren bir kuruluş. Böyle bir şeyi Türkiye’de de yapmaya ihtiyacımız vardı. Yeterince nitelikli yazılımcımızın olmaması ciddi bir sorun.

Neden Türkiye’yi yetenek merkezi yapmayalım? Üç arkadaş Türkiye’de bunu başlattık. Şu anda üç alanda eğitim veriyoruz: web geliştirme, mobil geliştirme ve makine öğrenmesi, veri bilimi. Eğitim verdiğimiz kişiler arasında kadınların oranı yüzde 42, 2019 yıl sonu itibarıyla da 800 yazılımcıyı sektöre kazandırmış olduk. Geçtiğimiz yıl beş ile (Şanlıurfa, İstanbul, Bursa, Ankara ve Niğde) yayıldık. Pek çok kurumdan talep alıyoruz. Bunlardan biri Niğde Kalkınma Ajansı’ndan geldi örneğin. Yaptığımız iş çok katma değerli bir iş. Yerel kalkınmaya çok önem veren bir ekibiz.

Parolanı mı unuttun?

Kullanıcı adını ya da e-posta adresini gir. Sana bir e-posta göndereceğiz. Oradaki bağlantıya tıklayarak parolanı sıfırlayabilirsin.

Your password reset link appears to be invalid or expired.

Giriş

Gizlilik Politikası

Add to Collection

No Collections

Here you'll find all collections you've created before.