FOMO out JOMO in

Etrafımızda yaşananların gerisinde kalmanın, olup bitenden haberdar olamamanın yarattığı stres ve telaş hali olarak tanımlayabileceğimiz FOMO, yerini yavaş yavaş iyimser kardeşi JOMO’ya (Joy of Missing Out) bırakıyor.

Geçtiğimiz yılın son günlerinde, yeni filmi Babygirl’ün Los Angeles prömiyerinde kendisine mikrofon uzatan muhabirin temsil ettiği Pop Crave’in “ne olduğunu” anlamayan Nicole Kidman’ın tepkisi büyük bir hızla mime dönüşmüş, Kidman’ın platformu bilmemesi, Reddit de dahil olmak üzere, internet genelinde sıcak ve eğlenceli bir popüler kültür gündemi yaratmıştı.

2015 yılında kurulan ve halihazırda Instagram’dan TikTok ve Spotify’a, yüksek trafikli tüm sosyal medya mecralarında faaliyet gösteren Pop Crave’den haberdar olmaması, kimilerine göre, Nicole Kidman’ın yaşı ve popülaritesi düşünüldüğünde, mesele edilmemesi gereken bir detaydı. Kimilerine göreyse durum yaştan ve statüden bağımsızdı: “40’larımdayım ve tam şu anda, dün giydiğim yoga taytım ve dağınık saçlarımla peynir yiyorum… Ve benim de Pop Crave’in ne olduğuna dair en ufak bir fikrim yok.”

Nicole Kidman’dan müsaade isteyip Christopher Walken’ın yanına gidelim. Şu sıralar nicedir beklenen Severance dizisinin ikinci sezonuyla ekranlarımıza yeniden konuk olan aktörün 2020 yılında söylediği sözler bir kere daha gündeme geldi. Walken, Wild Mountain Thyme filmi vesilesiyle The Late Show’daki söyleşisinde Stephen Colbert’a hayatında bir kere bile e-posta atmadığını, hiç bilgisayar veya cep telefonu olmadığını söylüyordu.

Walken’ın teknolojiye gösterdiği bu ilgisizliğin derininde eleştirel bir duruş mu vardı? Aktör bu soruyu net bir sadelikle yanıtlıyordu: “Hayır hayır, sadece çok geç kaldım. Sanırım bu işlerin artık benden geçtiği yaşlardayım… Bu nedenle de hiç bulaşmadım, 10 yaşındaki herhangi birinin benden çok daha iyi kotaracağı bir şeye girişmek garip olurdu. […] Setteyken elime cep telefonu tutuşturdukları oluyor ama bunu beni bulabilmek için yapıyorlar, takip cihazı gibi yani. Telefonu kullanmak istersem birilerinin benim için arama yapması gerekiyor.”

Masadan kalkma dönemi

Etrafımızda yaşananların gerisinde kalmanın, olup bitenden haberdar olamamanın yarattığı stres ve telaş hali olarak tanımlayabileceğimiz FOMO (Fear of Missing Out), yerini yavaş yavaş iyimser kardeşi JOMO’ya (Joy of Missing Out) bırakıyor. Yakın bir geçmişe kadar alkışlanan “her masada olma” hali, tüm mecralarda yer alma gayreti ve genel itibarıyla faal olma çabası artık eskisi kadar “havalı” değil. Özellikle sözkonusu ilişkiler olduğunda, sosyal medya tüketiminde seçici davranmak kişiyi daha güvenilir kılıyor. Hatırlayalım, eskiden Facebook’u olmayan bir insanın şaibeli işlere karışmış olabileceği düşünülürdü, bugün Instagram hesabı olmayan erkekler “evlenilecek adam” statüsüne uygun görülüyor.

Öte yandan, JOMO’nun tanımını “bilmek ve bulunmak istememek” ile sınırlandırmak biraz kolaycı olur. Cleveland Clinic psikologlarından, kitaplarıyla New york Times’ın çoksatanlar listesinde yer alan Susan Albers, FOMO’yu dillendiremediğimiz karanlık hislerle çevreli bir kavram olarak ele alıyor ve yakınlarımızın sosyal medyada paylaştıkları hayatlarını inceleyip üzüntü, gücenme, kıskançlık gibi hislere kapılmamızın çok kolay olduğunu söylüyor. Oysa JOMO, Albers’a göre, niteliği niceliğin önüne koymak, yani ne kadar yaptığımızdan ziyade ne yaptığımıza odaklanmak demek. FOMO’yu JOMO’ya çevirmek için ise Albers üç duraklı bir yol tarif ediyor: teknolojiyle aramıza mesafe koymak, seçici olmak ve hayır demeyi öğrenmek.

Toplumsal prangalar

Örneklerimiz görece daha yaşlı kuşakları işaret ediyor gibi gözükse de JOMO’yu bir Z Kuşağı akımı olarak okumak da mümkün. Hollanda menşeli bir bira markasının Oxford Üniversitesi’nde deneysel psikoloji üzerine çalışan Charles Spence işbirliğinde, beş alkolsüz bira pazarından (Birleşik Krallık, ABD, İspanya, Japonya, Brezilya) toplam 11 bin 842 kişilik bir örneklemle gerçekleştirdiği araştırmaya göre katılımcıların yüzde 9’u alkolsüz içki içenleri “havalı” olarak tanımlarken, yüzde 25’i alkolü tercih etmemenin “saygı duyulur” bir hareket olduğunu belirtiyor. Bununla birlikte, Z Kuşağı katılımcıların yüzde 21’i alkolsüz veya düşük alkollü içkiler tükettiklerini “toplumsal baskılar nedeniyle” gizlediklerini belirtiyor.

Araştırmanın alkol tüketimine yönelik toplumsal tutumların gelişimine dair ilgi çekici içgörüler ortaya koyduğunu söyleyen Spence, şu değerlendirmede bulunuyor: “Pek çok kişi için alkol artık sosyal ortamların varsayılan tercihi değil. Yasal olarak içki tüketebilecek yaştaki nesillerin, karşı karşıya kaldıkları yaftalamaya rağmen, daha bilinçli bir alkol tüketimi anlayışına yöneldiklerini gözlemliyoruz.”

Bir başkaldırı? Belki…

Araştırmanın çıktıları dolayısıyla JOMO’yu, toplumsal anlamda, basitlik arayışından ziyade bir başkaldırı olarak okumak da mümkün. No Strings Public Relations Kurucusu Riley Gardiner, FEMAIL’e verdiği söyleşide, JOMO’yu uzaktan çalışma pratiğinin yükselişiyle ilişkilendiriyor: “Burada konu her şeyi reddetmek değil, her şeyi yapma baskısını reddetmek. FOMO her yerde olmak istenilen bir dünyada anlamlıyken, JOMO, bir adım geri çekilip bir kereliğine de olsa kendi işine bakmaktan duyulan neşeyi simgeliyor.”

Sosyal Psikolog Dr. Sara Nasserzadeh, psychologytoday.com’da Temmuz 2024’te yayımlanan makalesinde, “olma” kültürünün toplumun derinlerine kök salarak dört bir köşesine nüfuz ettiğini söylüyor: Çocukluktan itibaren spesifik hedeflerin peşinde koşmaya güdümleniyor, sürekli olarak kendimizin daha iyi birer versiyonu olmak için çabalıyoruz. Bu arayış sosyal medyadan filmlere ve TV dizilerine, pek çok vasıtayla yüceltiliyor. Instagram’da hayatlarımızın en dikkat çekici fragmanlarını paylaşıyor, beyazperdede büyük hikâyelerin gösterildiği idealleştirilmiş anlatılar izliyoruz.

Nasserzadeh, danışanlarının büyük bir kısmının 24 saatlik sınırlı sürede daha fazla iş halledebilmek için uykularından feragat ettiklerini aktarıyor. Dinmek bilmeyen bu mücadelenin toplumsal bir standarda dönüştüğünü söyleyen Nasserzadeh, bu standardın ise idealleştirilmiş beklentilere uymayan veya uyamayanları eleştirip marjinalleştirdiğine dikkat çekiyor.

Modası geçmiş bir miras

Biraz “salmak” beden ve akıl sağlığımıza iyi gelebilir dedik, peki ya üretkenliğimiz kimilerince disiplinsizlik olarak yorumlanabilecek JOMO halinden nasıl etkileniyor? Haberdar olmamak, takip etmemek, bilmemek, kendi içine ve hobilerine dönmek özellikle birden fazla işi aynı anda halletmek gibi yüklü sorumluluklara sahip olanlarımız için üretkenlikten çalmak anlamına gelebilir.

Bu önermenin yanlış olduğunu söyleyen yazar ve konuşmacı Tanya Dalton’a kulak verelim. Saatlere ayrılmış zaman yönetiminin Sanayi Devrimi ve Fordizm döneminden kalma bir miras olduğunu söyleyen Dalton, üretkenliği belirli zaman dilimlerine sıkıştırmanın modası geçmiş bir yaklaşım olduğunu savunuyor. Odağımızın zirvede olduğu anları -gün, saat ve mevsim gibi sınırlandırmalardan bağımsız- belirleyip saatin esiri olmaksızın hareket etmenin bizi çok daha üretken kılacağını belirten Dalton, özetle, zaman yönetiminin üretkenliğimizi öldürdüğü görüşünde.

Hayat, hayal kırıklıklarımız ve yılgınlıklarımıza rağmen devam ediyor; sorumluluklarımız da… Pek çoğumuz kaldırabileceğimizden daha büyük beklentilerin altında, belki de asla yerine getiremeyeceğimiz “büyük işleri” halletme gayesiyle huzurumuzdan ödün veriyoruz. Böyle anlarda durmak bir lüks gibi gelebilir. Ancak gerçekleri kucaklamak her şeye rağmen elimizde. Kim bilir, eksikliğini hissettiğimiz şey aslında “hepsine birden” sahip olamayacağımızın farkına varmak olabilir. “Piston aşağı indiğinde” ilk olarak kendimizi kurtarmak ise belki de alınacak en akıllıca karar…

İlgili İçerikler

Parolanı mı unuttun?

Kullanıcı adını ya da e-posta adresini gir. Sana bir e-posta göndereceğiz. Oradaki bağlantıya tıklayarak parolanı sıfırlayabilirsin.

Your password reset link appears to be invalid or expired.

Giriş

Gizlilik Politikası

Add to Collection

No Collections

Here you'll find all collections you've created before.