Can Dündar yeni Cumhuriyet’i ilk kez MediaCat’e anlattı.
Cumhuriyet’te böyle bir görevi üstenmek nasıl hissettiriyor?
Aslında çok niyet ettiğim, hayal ettiğim, belki de cüret edebileceğim bir şey değildi. Kendimi daha çok, bir odada kalem kâğıtla mutlu hisseden bir insanım. Yöneticilik bugüne kadar kaçındığım bir şeydi. Bundan sonraki hayatımda da yazıp çizerek vakit geçirme hedefi koymuştum kendime. Tam o aşamada geldi bu teklif. Tabii Cumhuriyet’ten gelince de tüm ezberim bozuldu. Bu çok onur verici bir şey. Belki her gazetecinin hayalini kurabileceği bir onur. Hayallerimi bir kenara bırakıp koşarak geldim. Doğrusu gelirken birçok endişem vardı. Çünkü gelenekleri ve katı kuralları olan bir kurumun esneme paylarını kestiremiyorsunuz. Daha önce yöneticilik yapmamamdan kaynaklanan sorunlar da olabilir diye düşünmüştüm. Ama itiraf edeyim ki geçtiğimiz dört ay içinde her şey tahmin etmediğim kadar iyi gitti. Gazete yönetimiyle ve çalışanlarıyla çok uyumlu ilişkilerimiz oldu. Nihayetinde okurla da iyi bir noktada buluştuğumuzu zannediyorum.
Önce herkes yokluyor, bakalım ne yapacak diye. Her gün sınava çekiliyorsunuz. Attığınız her manşet, yazdığınız her yazı satır satır kuşkuyla karşılanıyor. Ama okur iyi niyetimizi gördü diye düşünüyorum. Ben en başta, daha kucaklayıcı olmak için bu işi kabul ettiğimi söyledim. Çok yaşayan bir organizma burası, politik bir arena. Herkes başlı başına birer fikir önderi. Onları bir çatışmanın konusu değil; bir birleşmenin, enerjinin konusu haline getirmek lazımdı. O yüzden herkesi kucaklayan bir çizgi izlemek gerekiyordu. Hedefim tek bir okuru ve yazarı bile kaybetmeden, yeni okurlara ve yazarlara açılmaktı. Temkinli bir şekilde bunu yapmaya gayret ettik.
“Geldi ve 91 yıllık Cumhuriyet’i değiştirdi” algısını yaratmak da var işin ucunda. Bu riski de düşündünüz mü?
Elbette. Hiçbir şekilde öyle bir iz bırakmak ve imza atmak istemem. Tersine “Geldi ve 91 yıllık Cumhuriyet’in 91 sene daha ayakta kalması için kendince küçük bir katkı yaptı” dedirtmek isterim. Konuştuğum her yazara ve okura da bunu anlatmaya çalıştım. Böyle gelmiş böyle gider, ben de aynı düzeni sürdüreyim diyemezdim. Cumhuriyet büyümek, güçlenmek zorunda. Hepimiz şu andaki yerinin yetersiz olduğunu düşünüyoruz. Türkiye’nin bu koşullarında, medyanın bu derece kuşatıldığı bir dönemde, gerçeği cesaretle söyleyen bir gazetenin geniş kitlelere ulaşması lazım. Olmadıysa da, buna bir teşhis koyup oldurmaya çalışmamız lazım. Değişim lafını ağzımıza almamaya gayret ettik. Çünkü “değişim” kirletildi. Bu yüzden “Yeniden Cumhuriyet” sloganıyla çıktık. Tabii direnç gösterenler oluyor. Burada önemli olan okurun öncelikleri.
8 Mart itibarıyla başlayan yenilenmeyi anlatan yazılarınızdan, bir gençleşme operasyonu olduğu sonucunu çıkarmak mümkün. Yanılıyor muyuz?
Gençleri ve kadınları hedefliyoruz diyebiliriz. Cumhuriyet’in okur profili üzerine bir araştırma yapıldı, ağırlıklı olarak erkek ve orta yaş üzeri görünüyor. Hâlbuki Cumhuriyet bunu hak etmiyor. Bu ülkenin dinamik gücü kadınlar ve gençler. Biz de, Cumhuriyet onları neden sahiplenmesin, neden onlardan güç almasın diye düşünerek kollarımızı açalım istedik. Bunun doğrultusunda adımlar attık. Cumhuriyet’i erkek görüntüsünden çıkarmak istedik. Biraz kravatını gevşetsin, blue jean’ini giysin ve yanında bir kadın olsun, gençleşsin istedik.
Ne gibi adımlar?
Zaten gazetenin kadrosuna genç yazarlar katılmıştı. “Sokak” eki bu adımlardan biri. Biraz daha kültür sanat ağırlıklı bir yayın çizgisi, reklamımızda gördüğünüz gibi Gezi’nin ruhunu ve muhalif çizgisini sahiplenen bir görünüm vermeye başladık. Sonuç aldığımızı, giderek daha fazla gencin ve kadının ilgisini çektiğimizi düşünüyorum.
Muhabirlik Türkiye’de üvey evlat mualemesi görüyor. Cumhuriyet, muhabirlerine nasıl yatırım yapıyor?
Yapmaya çalışıyoruz, bir sürü zorluk var orada. Ben de iletişim tahsili yaptım, hem alaylı hem mektepli sayılırım. Muhabirliğin çileli ve zor bir iş olduğunu kabul etmek lazım. Maaş skalasından tutun da iş güvenliğine kadar birçok sorunu var. Okulda verilen eğitim burada karşılık bulmuyor; burada yapılan iş okulda kabul görmüyor. Ben o kopukluğu meslek hayatımda da yaşadım. Meslek içi eğitim denemeleri de yapıldı, onlar da başarılı olmadı. Buraya geldiğimden beri, muhabiri öne alan ve ona kıymet veren, haberciliği önde tutan bir çizgi izlemeye çalışıyorum. Bunu elbette Cumhuriyet’in imkânları çerçevesinde yapabiliyoruz. Ama şunu biliyorum ki; biz habercilik yaptığımız sürece kıymetleneceğiz. Herkesin sustuğu yerde, haberimizle kendimizi gösterebilirsek daha fazla okura ulaşacağız.
Cumhuriyet’in internet varlıklarına yönelik nasıl bir yol haritası oluşturdunuz?
Şu aşamada web sitemizi kuvvetlendiriyoruz. Sosyal medyada kendimizi göstermenin yolunu arıyoruz. Aynı şekilde Facebook ve Twitter’ı gazeteye taşımaya çalışıyoruz. Bunun için arka sayfamızda Manşet diye bir köşe açtık. Sosyal medyada olup biten tartışmaları oraya taşımaya gayret ediyoruz. Tabii sonrasında televizyon gelecek. Bu kadar haberle iştigal eden bir kurumun televizyon ayağı olmaması düşünülemez.
Yenilenme sürecinin ardından gazetenin aldığı reklam sayısında nasıl bir değişim oldu?
Bir kımıldama var. Hem biz reklamverenle teması artırdık hem de onların ilgisini çekmeyi başardık. Cumhuriyet markasının- reklamverenlerin bir kısmı için- hükümetin politikalarından kaynaklanan ürkütücü bir yanı var. Çekinenler var çünkü Türkiye, niye reklam veriyorsun diye cezalandırılan bir dönemde. Ama buna rağmen birebir görüşmelerimizde görüyoruz ki, Cumhuriyet’in öneminin ve Cumhuriyet’e böyle bir dönemde destek olmanın ne ifade ettiğinin farkındalar. Onun için her şeyi göze alan cesur reklamverenler var. Cumhuriyet’i kıymetli bir marka olarak gördüğü için reklam veren markalar var. Kısacası artıyor reklamlarımız. Ben yukarıdaki baskı kalktığı anda büyük bir patlama olacağını tahmin ediyorum.
Cumhuriyet’in köşe yazarı karmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Burada çok sesliliğe yer var mı?
Yer olmamasına imkân yok, daha da olacak. Tabii ki Cumhuriyet’in 91 yıllık tarihi, geleneği, yerleşik kuralları, kurumları ve bir çizgisi var. Ben o çizgiyi benimsiyor ve sahipleniyorum. Ama şu da var; Türkiye çok renkleniyor ve yeni fikirlere açılıyor. Gençler ciddi bir nüfus yoğunluğuna sahip ve Gezi’de gördük ki, düşünsel olarak da Türkiye’nin istikbaline damga vurabilecek noktaya geldiler. Hem bu enerjiyi gazeteye yansıtmak hem de gazetenin çizgisine zarar vermeden kollarını biraz daha geniş açmasını sağlamak için transferler yaptık. Bence bu bir ihtiyaç, gazetenin temel çizgisine zarar verdiğini de düşünmüyorum. Şu anda Türkiye’de gazete profiline baktığınız zaman, merkez medyada teslim olanlar oldu, sessizliğe bürünenler oldu, tamamen iktidar güdümüne girenler oldu. Bu okur kitlelerinden kimisi küstü kimisi kerhen alıyor kimisi bıraktı gazetesini. Cumhuriyet bu insanlara yeni bir mecra olabilir. Nitekim başladı da… Dolayısıyla kollarını, oradaki okur kitlesini kendisine çekecek kadar geniş açabilirse, bunun da yararını görecektir.
Cumhuriyet’in yönetim katının köşe yazarlarıyla olan mesafesi nedir?
Her gazetede neyse o. Ben köşe yazarlığından geldiğim için biliyorum; yönetimle hiçbir işim olmazdı. Biz bu alanı, fikir beyan eden adacıklar olarak görüyoruz. Bütününe baktığınızda orası bir takımadası ve iyi bir görüntü veriyor. Okur ondan memnunsa gazeteye zenginlik katıyor; değilse gazeteyi aşağıya çekiyor. Cumhuriyet’te zengin bir köşe yazarı profili var. Çok büyük bir sorun yaşamıyoruz; ancak büyük bir iletişim de yok. Sanıyorum ki, daha önceden de yoktu. Ben köşe yazarlarının enerjisini daha fazla hissetmek istiyorum. Onların görüşlerini, fikirlerini ilk sayfaya taşımak gazeteye de güç katıyor.
Kullanıcı adını ya da e-posta adresini gir. Sana bir e-posta göndereceğiz. Oradaki bağlantıya tıklayarak parolanı sıfırlayabilirsin.
Here you'll find all collections you've created before.