Benden influencer olmaz

İnsanın kendini bilmesi, herkes tarafından takdir edilen bir davranış. Bu kazanım birden olmuyor tabii, herkes kendine özel bir hikâye yaratarak ulaşıyor. Gerçekleştiğindeyse yeni bir meziyet kazanılmış oluyor.

Serhat Poyraz - Benden influencer olmaz

Evet, şu zamana kadar olmadıysa, şimdiden sonra da olmaz. Peki sevgili okuyucu, senden olur mu? Bizden ne olur, ne olmaz gel biraz düşünelim.

Nereden çıktı bu şimdi?

İnsanın kendini bilmesi, herkes tarafından takdir edilen bir davranış. Bu kazanım birden olmuyor tabii, herkes kendine özel bir hikâye yaratarak ulaşıyor. Gerçekleştiğindeyse yeni bir meziyet kazanılmış oluyor.

Kendi hikâyemi 17 seneyi aşan meslek yolculuğum sırasında yaşadıklarımla eşleştirerek anlatacağım. Konuyu onca tecrübenin ardından kaleme almak, heyecanlı bir filmin senaryosunu bir çırpıda önden okuyup izlemeye benziyor.

Kendi filminin henüz başındakiler için de katma değerli bir yazı olmasını umuyorum.

Senden, benden, bizden

Hikâyemin en başlarına, öğrencilik yıllarıma gidince karşıma şu anı çıkıyor. Sene 2006. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ndeyim. Rahmetli ve çok değerli hocam Prof. Dr. Türkel Minibaş ile odasında, gelecekte teknolojinin ekonomiyi nasıl değiştireceği konulu bir metin üzerine tatlı tatlı tartışıyoruz. Birdenbire bana bakıp “Senden akademisyen olmaz” dedi. Üstelik gençliğimin o döneminde üniversitede kalıp akademisyen olmayı düşünüyordum ve sevgili hocam bundan haberdardı. “Başkasının çantasını taşımazsın, burnunun dikine giderek bu devirde buralarda ilerleyemezsin” diye devam etti gözlerime bakarak. Tanıyanlar bilir, Türkel hoca öyle pek sözünü sakınmayan biriydi. Sözleri keskin ve katiydi. O sıralarda amatör bir edebiyat dergisinde editörlük yaparken bir yandan da küçük yayınevlerine düzelti yapıyordum. Hocamın o günkü sözleri üzerine yazarlık alanına odaklanmaya karar verdim ve ertesi sene bir tesadüf eseri olarak reklam yazarlığına başladım. Kariyerim açısından o iki cümlenin bu kadar köklü bir değişiklik yaratacağını bilmem mümkün değildi. Bazen başkasının “senden olmaz” demesi zor gelir fakat kulak verirsek daha etkili olur.

Şimşekleri artık sen üzerine çekersin

Benden akademisyen olmayacağını anlaya anlaya mezun oldum ve reklam ajanslarında çalışmaya devam ettim. Bir yandan kendi romanımı kaleme almaya başladım. 2012’de Kırmızı Kedi Yayınevi’nden ilk kitabım yayınlandı. Birkaç hafta sonra sevgili üstadım İhsan Oktay Anar ile uzun bir telefon görüşmemiz oldu. “Roman çıktığına göre artık sıra sende, şimşekleri artık sen üzerine çekersin. Belki beni biraz daha rahat bırakırlar ben de rahatça kemanımı çalarım,” dedi keyifle. Sözleri derin ve dramatik bir mesaj barındırıyordu.

Türkiye’de sadece roman yazarak geçinebilmek maalesef ekonomik koşullar gereği herkesin sahip olabileceği bir lüks değil. Ben de o tarihten itibaren roman yazarlığına bir virgül koyarak tüm odağımı reklamcılığa verdim ve büyük bir kısmı yazılmış olan ikinci kitabımı bir türlü bitiremedim. Bir gün emekli olduğumda, tüm zamanımı çekmecemde duran notları derleyip yayınlamak için kullanacağım. Elbette sevgili İhsan Oktay Anar gibi sözün güzelliğine kendini adamak hiç kolay değil. Öyle bir yazar olmak zor, olduğunda yüzleşeceğin baskı daha da zor.

Bahsettiğim bu eleştirel baskıyı günümüzde en çok hissedenler, hiç şüphesiz oyunculardır. Hem kamera önündeki performansları hem de günlük yaşantılarıyla her zaman göz önündeler. Çoğu zaman eleştirinin odağındalar. Bazı çekimlerde istediğim oyunu bir türlü alamayınca, bu işin zorluğu ve baskısı üzerine düşüncelere dalarım. Böyle anlarda benim için önemli olan tek şey, oyuncudan istenilen sahneyi almak için doğru iletişim frekansını bulmak ve profesyonel yönlendirmeyi yapabilmektir. Sahneye çıkmak konusunda grup müziği yaptığım yıllardan deneyimim olmasına rağmen insanların karşısına tek başına ve ürünün kendisi olarak çıkmak elbette daha farklı, zorlayıcı bir deneyim… Bu yüzden gönül rahatlığıyla “İyi yazarım, reklamcılığın bana sağladığı deneyimle belki bir gün yönetmenliği de deneyebilirim ama benden oyuncu olmaz” diyorum.

Tabii ki son ürün olarak ortaya konulan her işin, mutlaka birileri tarafından beğenilmeyeceği gerçeğini kabul etmek gerek. Eleştirel yaklaşımlara ruhsal olarak dayanıklı değilseniz, bu oldukça sarsıcı ve insanı dibe çekebilen bir duygu durum girdabı yaratabilir. Böyle bir durumun varlığında da ondan yüzerek kurtulmak mümkün değilmiş ve ancak varlığını kabul edip onu es geçerek ilerleyebilirmişiz, gibi gelir bana.

Günümüzün bu konudaki en büyük kurbanları ise “dijital içerik üreticileri/sosyal medya ünlüleri/fenomenler”, İngilizce adıyla influencer’lar.

Ürün ol rafa çık, üretici ol raftan in

Temelde influencer olmak, aynı anda hem üretici hem dükkân hem de ürün olmak demek. Yani bazen ürünün kendisi olarak rafa çıkmak, yeri geldiğinde başkasının ürününü ücreti karşılığında dükkânın rafına koymak ve bazen de bunların hepsini bir arada yapmak. Influencer’lar tüm bunları birlikte sunabilmek için öncelikle hedefindeki insanların odak sürelerinden pay almaya çalışıyor. Bu katlanılması zor süreç, üretilen içerik kaliteli olsa bile pek çoğunun hiçbir zaman gün yüzüne çıkamamasına, kimilerinin etkileşim anksiyetesinden kurtulamamasına ve kimisinin de hep en yüksek rafta bulunması yüzünden egosuna yenik düşmesine neden oluyor.

Ülkemizdeki insanların birçoğu, kolaycılığa olan eğiliminden dolayı bilgisi olmayan konularda fikir beyan etmekte oldukça heyecanlıdır. Adalet duygusuyla hareket edip haksızlığa ses çıkarmayı korkutucu bulur ve bunu hep ötekinden bekler. Bulunduğu durum kötüyse başkasının hakkını gasp etmeyi kendinde hak görür. Unutulan şu ki bu bakış açısının olumsuz sonuçları er ya da geç yine kendisini buluyor, bu sefer de sonuçlara isyan ediyor. Bugün reklamcılığın düştüğü itibarsızlığın gerçek nedeni de bence bu. Bireyler kendi çıkarlarına dokunmayan konularda ses çıkarıp bir birlik oluşturamıyor. Ancak kendisinin çıkarları bozulduğunda tüm sisteme savaş açıyor. Bu da maalesef samimiyetsiz ve aciz bir çığlık olarak kenara not ediliyor ve bu girişimler doğal olarak yerini bulmuyor, sistem bir türlü düzelemiyor.

Tekrar influencer’lara dönersek, güncel olaylarda da karşılaştığımız gibi kitlesi ya da temsil ettiği markası gibi düşünmeyenler doğrudan hedef olabiliyor. Bu işte, kitleleri etkileme konusundaki bağ derinleştikçe, insanların gözünde influencer’ların toplumsal ve vicdani sorumlulukları da benzer şekilde artış gösteriyor. Bunun neticesinde kitleleri etkileyen kişinin etki alanı genişledikçe, özgür olarak hareket etme yetisi azalıyor.

Özgürlüğün kısıtlanmasıyla gelen zihinsel ve duygusal yorgunluğa başkaları üzerinden şahit oldum. Kişisel tercihim olarak, mesleki hayatım boyunca özgür karar vermeme engel teşkil edebilecek hiçbir durumun altına imza atmadım. Bu tercihi iyi ya da kötü diye nitelendirebilmek mümkün değil. Influencer olmanın büyük maddi getirisini de göz ardı etmemek gerekiyor.

Tutku, sevgi, kan, ter ve gözyaşı

Sözün özü insanın kendini bilmeye çalışması, işin olumsuzundan bile yola çıksa fayda sağlıyor. Üstelik bu çaba, iş hayatında oldukça yönlendiricidir. İşini iyi yapmak ve üretken olabilmek için duygusal dayanıklılık kazandırır. Elbette her işin kendine has fiziksel ya da zihinsel zorlukları var.

Reklamcı olmak isteyenler için ise diyeceklerim net. Birileri çıkıp senden reklamcı olmaz diyebilir, yaptıklarını küçümseyebilir, değerini ödüllere indirgeyebilir, kendi çıkarı için etik dışı davranışlarda bulunabilir ya da ücretini vermeden mesai yaptırabilir. Bu mesleği yapmaya karar verdiyseniz bunları normalleştirmeyin, sesinizi yükseltin. Hiçbir reklam ajansının ve müşterisinin, onun için en önemli kaynağı olan insanı, değersizleştirme hakkı yoktur. Kıymetinizin hep farkında olun ve yaptığınız işi tutkuyla sevin.

Hangi işi yaparsak yapalım, pusulamız hep o işe olan tutku, heyecan ve sevgimiz olmalıdır.

Evet, son sekiz yıldır hikâyeme kendi ajansım ile devam ediyorum ve yazmanın her halini hâlâ tutkuyla seviyorum. Ne mutlu bana ki hayat boyunca sahip olduğum diğer tüm yeteneklerimi ve bilgilerimi mesleğimi yaparken kullanabiliyorum. İktisat bilimi, müzik teorisi, fotoğrafçılık, kodlama ve hatta öğrenmeyi öğrenmek… Diğer her şey bir yana muhtemelen ölene kadar da bir şeyler yazmaya devam edeceğim. Bir eş ve bir baba olarak da hikâyenin bambaşka kısımlarını keşfediyorum. Yazdıklarını dürüstçe tartışabilmek, birbirini karşılıklı geliştirebilmek ve hayatı yeni keşfeden bir çocuğu mutlu bir yuvada büyütebilmek de çok sevdiğiniz bir hayat arkadaşı ile mümkün oluyor, yani “Benden (bizden) aile olur mu?” da hayatımız içerisinde çok önemli soru…

Daha geniş perspektiften bakarsak, muntazam yontulmuş bir heykel gibi değişmeden kalmamalı insan, “Ben oldum, yeterli bu” diye noktayı koymadan hikâye boyunca öğrenmeye ve gelişmeye devam etmeli.

İlgili İçerikler

Parolanı mı unuttun?

Kullanıcı adını ya da e-posta adresini gir. Sana bir e-posta göndereceğiz. Oradaki bağlantıya tıklayarak parolanı sıfırlayabilirsin.

Your password reset link appears to be invalid or expired.

Giriş

Gizlilik Politikası

Add to Collection

No Collections

Here you'll find all collections you've created before.