Yeter ki riskli olmasın aşk

Materialists filmi modern aşk deneyimine yönelik düşündürücü tartışmalara gebe. Romantik ilişkilerin kültürel ve ekonomik çerçevelerle nasıl şekillendiğini fazlasıyla anlaşılır kılıyor.

Geçtiğimiz ay vizyona giren Materialists (Tam Bana Göre) filmi modern aşka dair tanıdık bir dünya sunuyor. Film romantik anlatı geleneğine bugüne dair (materyalist) nüanslarla katılıyor. Finansın merkezi New York’ta, ilişkilerin de birer piyasa işlemi olarak konumlandığı; kişilerin mübadele değerleriyle pazarı arz-ı endam ettiği; özlemleri ve umutlarıyla evlilik hayalleri kuranların, aynı zamanda potansiyel eşlerinin gelir, yaş, boy ve saçına (ya da saçsızlığına) yönelik alışveriş listelerine sahip tüketiciler olduğu bir romantik evren… Filmin bu yazıya ilham veren katmanı ise senaryoda sık sık karşımıza çıkan bir kavram: risk.

Risk bugün yatırıma, finansa, öngörü ve performansa bağlanan bir kavram. İlginçtir, 2010’ların başında Wall Street CEO’larından biriyle “main street”ten genç bir kadın arasında geçtiği iddia edilen bir tartışma da yıllar sonra bu filmde yankılanmış gibi. Genç kadın güzel olduğunu ve yıllık geliri 500 bin doların üzerinde olan biriyle evlenmek istediğini duyurur bir forumda. CEO’muzsa güzelliğin zamanla geçeceğini vurgulayarak, ona yatırım yapmanın riski bile aşacak şekilde aptalca bir ticari pozisyon olduğunu belirtir. Ancak asıl mesele bu değil.

Asıl mesele, filmin aşk ve risk ilişkisini nasıl ele aldığı… Anlatıda flört riskli ancak aşk risksiz bir deneyim olarak kurgulanıyor: “Aşkı güzel yapan şey tam da bu risksiz olma hali, basitliği.”

Arthur Rimbaud’nun 1873’te Cehennemde Bir Mevsim’de yazdığı gibi: “Aşk yeniden icat edilmeli.” Ama insanlık bunu çoktan, defalarca yaptı.

Ortaçağ’da aşk, yasaklı bir tutkuydu; şövalyelerin erişilmez hanımlara duyduğu imkânsız bir özlem… 19’uncu yüzyılda romantizmle birlikte akılla savaştı; çılgın, duygusal ve yıkıcıydı.

20’inci yüzyılın özgürlük rüzgarlarında cinsellik ve bedenle buluştu; devrimlerin, isyanların ve politikaların tam ortasında yerini aldı.
90’larda ise sinema perdesinde mitik bir form kazandı: rom-com’ların o büyülü, sonsuz ve her derde deva “büyük aşk”ı… Ve tüm bu dönemlerin hiçbirinde aşk, risksiz değildi.

Duyguların yönetimi

Sosyolog Eva Illouz’a göre aşk, artık içsel bir duygulanım olmaktan çok, kültürel olarak düzenlenmiş bir tüketim deneyimine dönüşmüş durumda. Illouz’un “duyguların sosyolojisi” olarak tanımladığı yaklaşım, bireylerin aşkı yaşama biçimlerinin, içsel arzularından çok kapitalist düzenin ritimlerine ve diline göre şekillendiğini gösterir. “Romantik aşk” bir zamanlar özgürlük ve karşılaşma anlamına gelirken; bugün özgeçmişlerin, kişisel markaların, ilişki CV’lerinin karşılaştırıldığı, duyguların yönetildiği bir alan. Illouz’un Cold Intimacies ve Why Love Hurts çalışmalarında gösterdiği gibi, aşkın rasyonel bir proje gibi, duygusal olarak verimli, toplumsal olarak onaylanabilir ve ekonomik olarak sürdürülebilir olması beklenir. Riskin minimize edilmesi ve “yanlış yatırım” yapmamak bu projenin temel motivasyonları arasında.

Illouz’a göre, bu dönüşümde, terapötik söylemlerin ve bireyi çevresiyle birlikte değil, daha çok kendi içinde düşünmeye yönlendiren modern psikoloji anlayışının etkisi büyük. Modern birey, kendi duygusal sağlığından “sorumlu” hale gelmiş, böylece sevmenin kendisi dahi bir sorumluluk ve potansiyel tehdit olarak kodlanmıştır. Artık biriyle bağ kurmak, bir tür duygusal yatırım portföyü oluşturmak gibidir: geçmiş travmalar, bağlanma stilleri ve gelecek projeksiyonları hesaplanarak… Ve bu bağlamda aşk, tam da o eski düşüş ve bilinmezlik halinden arındırılarak “iyileştirilmiş” ama belki de içi boşaltılmış bir forma bürünür.

Gönül işlerinde rasyonelliğe dönüş

Sloven düşünür Slavoj Zizek ahir zamanları, riskinden arındırılmış ürünler çağı olarak betimler: Tatlı yemek isteriz ama şekersizi olursa. İçki içmek isteriz ancak alkolsüz olursa. Siyaset isteriz, marjinallikten uzak ve orta yolcu olursa. Aşk da bundan nasibini alır; onu isteriz ancak belirsizlik, kendinden geçme ve kontrol kaybı (düşme hali – fall in love) ortadan kaldırabilirse. Zizek, bu haliyle bugünün aşk deneyimini ilginç bir biçimde modern öncesi dönemlerin evlilik sözleşmelerine (ya da görücü usulüne) benzediğini söylüyor. O dönemde eşleşmeler, sınıf, din, aile yapısı gibi dışsal kriterlere göre yapılırdı. Bugünün ideolojisi algoritmaları, verileri ve çöpçatanlık platformlarıyla bu rolü devralmış durumda.

Aşk neydi? Aşk politikti…

Peki, aşkın risksiz halindeki sorun ne? Bireyleri düşmeden sevmeye, sevmeden bağlanmaya, kayıpsız bir aşk simülasyonuna ikna etmesi… Bireyi, kendi sınırlarına hapsetmesi.

Politik olanın klasik tanımı iktidara yönelik bir karşı çıkıştır. Zizek’e göre aşk da bir tür isyandır: Hem toplumsal normlara karşı hem de bireyin kendi konforuna, bütünlüğüne karşı. Aşk, bireyin “deneyimle, keşfet, tüket, özgürleş ama sorumluluk alma” çerçevesine sıkıştırıldığı neoliberal gündelik hayatta, bu çerçevenin dışına çıkan, hesap dışı bir olaydır. Aşk bencil ve kayıtsız “kendin olma”nın aksine, başkalarıyla bir araya gelip çoğul düşünme, dönüşme ve yeni bir hakikat inşa etme deneyimidir. Bu yüzden, sadece duygusal bir mesele değil, varoluşsal ve dolayısıyla politik bir eylemdir.

Aşkın uygulama versiyonu

Bugünün aşkını şekillendiren yeni rasyonellik biçimleri, yalnızca düşünsel bir dönüşüm değil; aynı zamanda milyarlarca dolarlık bir pazarın da motor gücü. Romantizmin giderek kişisel yatırıma, profil optimizasyonuna ve veri analitiğine dönüştüğü bir dünyada, online flört servisleri yalnızca bir eş bulma aracı değil; aynı zamanda modern bireyin arzularını, korkularını ve risk iştahını yönettiği dijital platformlara evriliyor. Mordor Intelligence verilerine göre, 2025 itibarıyla 6,97 milyar dolarlık bir büyüklüğe ulaşan bu pazarın 2030’a kadar 12,26 milyar dolara ulaşacağı öngörülüyor. Pazarın yüzde 88’ini mobil uygulamalar, yüzde 70’ini ise ücretli servisler oluşturuyor.

Bu pazarda büyümenin motor gücü sadece yalnızlık ya da bağlantı arayışı değil; aynı zamanda riskin yeniden tanımlanma biçimi. Özellikle Asya-Pasifik bölgesinde flört uygulamaları, sosyal medya, video içerikler ve hatta canlı yayınlarla iç içe geçmiş hibrit formatlara dönüşüyor. Japonya ve Hindistan gibi ülkelerde yapay zekâ destekli eşleştirme modelleri hem kamu desteği görüyor hem de kullanıcılara “akılcı aşk” vaat ediyor. Kuzey Amerika ve Avrupa’da ise niş topluluklara hitap eden, kimlik odaklı uygulamalar öne çıkıyor.

Bu pazar, ürün ve hizmetlerini artırdıkça artırıyor, büyümeye devam ediyor. Ve aşkın bu yeni mühendisleri -Materialists’de de belirtildiği üzere kişiye terapistinden daha yakın hale geliyor.


Not: Materialists filminden ilhamla dikkate alınan bu aşk deneyimi, kontrol kaybının şiddet ya da istismara dönüşmesini meşrulaştırmaz. Aşkın dönüşümünü tartışmak, onu tahakküm ve manipülasyon ilişkilerinden ayırmakla mümkün. Buradaki “risk”, bir başkasına açık olmanın (belirsizliğin) cesaretini; “düşme” ise karşılıklılık ve rıza içinde, güvenli ve ortak bir bağ kurabilme ihtimalini ifade eder.

İlgili İçerikler

Add to Collection

No Collections

Here you'll find all collections you've created before.