Roger Hatchuel Student Academy’e içeriden bakış

Roger Hatchuel Student Academy, Cannes Lions kapsamında düzenleniyor ve genç yetenekleri sektöre kazandırmayı hedefliyor. Akademiyi, uzun süreden sonra Türkiye’den katılan ilk öğrencisinden, Yalçın İnan’dan dinliyoruz.

Yalçın İnan

Yalçın İnan

Önce seni tanıyalım, bize biraz kendinden bahseder misin?

Ben Yalçın, 25 yaşındayım ve reklamcılıkla uğraşıyorum. Geçtiğimiz haftalarda Ege Üniversitesi Radyo, Televizyon ve Sinema bölümünden mezun oldum. Bu bölüme başlamadan önce bir yıl İTÜ’de Bilişim Sistemleri Mühendisliği ve özel bir üniversitede üç yıl burslu tıp eğitimi aldım. O yıllarda öğrenci kulüplerinde aktiftim; AIESEC, KAÇUV ve Genç Fütüristler başta olmak üzere birçok dernekte gönüllü çalıştım ve yurt dışında durumu olmayan bölgelerde gönüllü öğretmenlik yaptım. Ancak kreatif sektör, karşı koyamadığım bir dürtüyle her şeyi geride bırakarak yöneldiğim alan oldu. Bu nedenle üretim süreci bana hiçbir zaman iş gibi gelmiyor açıkçası, aksine oyun oynuyormuşum gibi hissettiriyor. Ailemin desteği de bu aşamada benim için önemliydi.

Bu süreçte kısa filmler çektim, film ve dizi setlerinde, ajanslarda çalıştım, markalar için içerik ürettim. Hem bireysel hem de ev arkadaşım Eren’le ürettiğimiz projelerle Avrupa İnsan Hakları Kısa Film Festivali, EgeArt Kısa Film Yarışması gibi etkinliklere katıldık. VIANATUR Environmental Film Festival ve SWIFF – Student World Impact Film Festival’dan mansiyon ödülleri aldık. Film kariyerimdeki en heyecan verici başarı ise Romanya’nın bir kasabasında katıldığım sosyal sorumluluk projesi sırasında üç saatte yazıp çektiğim bir kısa filmle, TEDxWrigleyville: Uplifting Discourse: Youth Film Festival and Contest için Chicago’ya davet edilmek oldu.

Genelde prodüksiyon ajanslarında çalıştım. Sektörel açıdan bana çok şey kattılar; başarılı sanatçılar, sporcular ve işletmeleri gözlemleme şansı yakaladım. Okuldaki son yılımda ise daha çok müzik alanına yöneldim. İzmir’den arkadaşım Ege Şaşmaz’ın darkwave projesi “panikatak!” adı altında 10 konser verdik ve Boğaziçi Radyo Ödülleri’nde “Yılın Çıkış Yapan Sanatçısı” ödülünü kazandık. Bu proje dışında DJ olarak da birçok kez sahneye çıktım. Şu sıralar pazarlama yönetimi alanında yüksek lisans eğitimimi planlıyorum ve bireysel bir proje üzerine çalışıyorum.

Roger Hatchuel Student Academy ile nasıl tanıştın? İlgini çeken ne oldu?

Cannes Lions Yaratıcılık Festivali’ni ilk kez bir podcast’te duydum. Sinema okumaya karar verme sürecimde bana ilham veren Merdiven Altı Terapi’nin bir bölümünde, eski bir reklamcı olan Deniz Dülgeroğlu’nun; bu festivalin onun bireysel markalaşma ve kendini keşfetme sürecinde ne kadar kritik olduğunu anlattığı kısım beni etkilemişti. O konuşmacı olarak katılmıştı tabii. Bu bölümü dinledikten sonra, uzun vadeli bir hedef olarak bir gün oraya gitmeyi kafama koymuştum. Çünkü her ne kadar sinemacı olmak istesem de geçiş sürecimde reklamcılıktan çok hoşlanmıştım ve başarılı olabileceğimi hissetmiştim, bu festival de reklamcılık dünyasının en prestijli olayıydı. O zamanlar henüz bu akademiden haberim yoktu tabii.

2025’in başlarında MediaCat’in bir sosyal medya paylaşımıyla Cannes Lions’ta, iletişim ve işletme fakültelerinin son sınıf öğrencilerine özel bir akademi olduğunu ve her ülkeden sadece bir kişinin seçileceğini öğrendim. İlk başta böyle bir yarışta öne çıkmanın zor olacağını düşündüm ama en azından kendime verdiğim sözü tutmak için başvurmam gerektiğini hissettim.

Akademiyi biraz araştırdığımda en çok ilgimi çeken şey, kurmaya çalıştıkları güçlü topluluk kültürü oldu. Her ülkeden, sektöre olan bağlılığını ve yeteneğini kanıtlamış bir genci seçerek bu insanları sadece bir araya getirmekle kalmıyorlar; aynı zamanda aralarında samimi bağlar kurarak endüstride uzun vadeli bir etki yaratmayı hedefliyorlardı. Buraya seçilen kişilere “geleceğin yaratıcı lideri” sıfatını yüklüyor olmaları ilgimi özellikle çekmişti çünkü bu seçilen kişileri kendilerinden bilip, önemli sektörel içgörülerini esirgemeden bir grup bilinci yaratacakları anlamına geliyordu. Her yıl yeni katılımcıların davet edilmesiyle bu süreç bir kültüre dönüşüyor, önceki yıldan bir katılımcının eğitmen olarak geri dönmesiyle de kuşaklar arasında doğal bir köprü kuruluyordu. Bu kadar otantik, yaratıcı ve global bir kültürün parçası olma fikri, benim için kesinlikle denemeye değerdi. Bunun dışında konuşmacılar arasında yakından takip ettiğim Tim Rodgers ve Shingy gibi isimler akademiye olan ilgimi arttırmıştı.

Akademi öncesi gerçekleşen başvuru ve hazırlık sürecini nasıl değerlendiriyorsun?

Başvuru; özgeçmiş ve kendinizi tanıttığınız iki dakikalık bir video ile yapılıyor. Bu aşamada videonun akıcılığı, yaratıcı bir konsepti olması ve kişinin portfolyosunu etkili aktarabilmesi kritik. Araştırmalarımda bazı katılımcıların stop-motion videolarla, bazılarının kes-yapıştır defter sayfalarını videolaştırarak, hatta bazılarının iki dakikalık bir şarkıyla bile kendini yansıtabildiğini gördüm. Kimi kısa film çekmiş, kimi ise vlog tarzı samimi videolarla başvurusunu sunmuştu.

Ancak seçilen kişilerin profillerini ve videolarını incelediğimde saf yaratıcılıktan ziyade prezentabl bir duruş, sektörel tecrübe ve pozitif bir enerjinin daha etkili olduğunu fark ettim. Yani evet, bu akademi Cannes Lions gibi bir yaratıcılık festivalinin parçası olabilir ama kreatif yeteneğin yanında adanmışlık, çalışkanlık, hırs ve girişkenlik gibi özellikler de ön plandaydı. Festival sırasında konuştuğumuzda seçilen öğrencilerin birçoğu videolarının “o kadar da yaratıcı” olmadığını söylüyordu hatta seçildiklerine şaşırdıklarını belirtiyorlardı. Ama hepsi potansiyeli yüksek, iletişime açık, sektörle iç içe gençlerdi. Onları öne çıkaran sistemli ve uzun süreye yayılmış girişimleriydi.

Hazırlık sürecim konser, okul ve iş yoğunluğu arasında biraz dengesiz geçti ama akademiyi iyi araştırdım. Daha önce katılan insanları sosyal medya üzerinden bulup tavsiyeler istedim, videolarını izledim. LinkedIn’den hem konuşmacılarla hem de eski katılımcılarla bağlantı kurdum. Tüm portfolyomu, sosyal medya hesaplarımı ve işlerimi bir araya toplayan tek bir link oluşturdum ve bunu yaratıcı bir fiziksel kartvizite dönüştürdüm. Çünkü bir ilk izlenim biçimi olarak kartvizit, düşünce tarzınızla ilgili güçlü ipuçları veriyor. Mesela bu sene tanıdığım biri kartvizitini akşamki ödül törenlerinde barkodu okunacak şekilde pisuvarların üstüne yapıştırmıştı. Kesinlikle ben değilim ama tanıdığım biri :)

Akademide dağıtmak için Türkiye’den bolca kültürel detay götürdüm: tatlılar, magnetler, nazar boncuklu bileklikler… Bizim için sıradan olan bu küçük şeyler orada ciddi bir kültürel zenginlik yaratabiliyor. Hatta tasarımcı bir arkadaşımla birlikte ayakkabılarımın üzerine hikâyemi anlatan simgelerden oluşan bir tasarım yapmıştık. Ayakkabımı sormak için yanıma gelen birkaç kişiyle tanışmam bile hiç yoktan bana bir networking kapısı açmış oldu.

Son olarak, aynı anda onlarca etkinliğin gerçekleştiği ve sabahları akademi programına katılmam gereken bu yoğun haftayı verimli geçirebilmek için sabah 9’dan gece 2-3’e kadar saat saat programladım. Festivalden önce yapılan online toplantılarda da zaten neyle karşılaşacağımızı, bizi nelerin beklediğini çok iyi anlattılar. O yüzden zaman yönetimi açısından hazırlıklı olmak büyük avantaj sağlıyor. Her ne kadar o programı uygulamak imkânsız olsa da.

Altı günlük akademi süreci senin için nasıl geçti? Roger Hatchuel Student Academy’i nasıl tanımlarsın?

Akademi, 15 Haziran Pazar günü başladı. Festivalin merkezine konumlanmış bir yerleşkede Cannes Lions School adı altında 3 farklı akademi sınıfı, sosyalleşme amaçlı alanlar, binanın çevresinde ise markaların deneyim alanları vardı. The Coach House isimli mentörlük sisteminin CEO’su Helen Tiffany ve ekibinden randevu usulü alınabilecek bire bir koçluk sistemi ilginçti. Sektörel veya kişisel koçluk alınabilen bu sistem, alanlarının profesyonelleri tarafından akademi öğrencilerine sunulmuş efektif bir imkândı bence.

Cannes Lions CEO’su Simon Cook’un açılış konuşmasıyla başlayan süreç, akademi dekanı Elizabeth Calienes ve önceki yılın katılımcıları arasından eğitmen olarak seçilen Claudia Matjushin Castro’yla tanışmamızla devam etti. Haftanın nasıl geçeceğini konuştuk, yaka kartlarımızı aldık ve festivali keşfetmeye başladık. Akademi takviminin yoğunluğundan dolayı gün içinde deneyim alanlarını ve ana festival akışını tecrübe etmemiz pek mümkün değildi. Yaratabildiğimiz boşluklarda yine de katılım göstermeye çalıştık.

İlk günün öne çıkan eğitimi, Güney Amerikalı bir reklamcı olan Juan Javier Pena’nın, sahibi tarafından yok olup gitmesine izin verilmediği için ses getiren projelere dönüşmüş deneysel fikirlerle alakalı sunumuydu. Sunumun ana fikri ilk duyumda kulağa saçma gelmeyen fikirlerin ses getiremeyeceği ve reklamcılığın çocuksu fikirleri ehlileştirme sanatı olduğuyla alakalıydı. Havas’ın ev sahipliğinde gerçekleşen networking etkinliğinde ise tecrübeli sanat yönetmenleriyle yemek yeme şansımız oldu. Sonraki güne ise Serena Williams’ın ana salondaki konuşmasıyla başladık. Devamında yapay zekânın sektörde yarattığı dalgalı değişimi konuştuk ve faydalı şekilde nasıl kullanılabileceğini dinledik. Bu aşamada sektörün teknolojik gelişmelerden kaynaklı yaşadığı endişeleri ve gelişim potansiyellerini dinleme şansım oldu. Hangi aracın hangi görev için kullanılacağına kadar ayrıntılı bir eğitimdi. Yine de ben özellikle yaratıcı süreçte bu kadar yoğun yapay zekâ kullanımının fikirleri tekdüzeleştirdiği düşüncesindeyim. Özellikle ilerleyen günlerdeki Brief Case yarışmasında ekiplerin benzer fikirlerle çıktığını gördüğümüzde yapay zekânın daha çok veri toplama ve zaman yönetimi aşamasında kullanılması gerektiği konusunda hemfikir olduk. Bu yarışma özelinde üzerine çalıştığımız konu “erkeklerin mental sağlığı” idi.

Bunlar dışında Altın Aslan ödüllü fikirlerin çıkış süreçlerini üreticilerinden dinlediğimiz eğitimler, LEGO gibi markaların pazarlama stratejilerini stratejistlerin kendilerinden dinlediğimiz sunumlar, kahve ve oyun üretim workshop’ları gibi etkinliklerimiz oldu. Sergi alanında yılın en başarılı print afiş çalışmalarını inceleme ve puanlama imkânımız oldu. Bu seride Jimmy Fallon’la karşılaşmamız özellikle ikonikti!  Bu kadar başarılı insanın sunumlarına şahit olmak aslında sunum tekniklerini gözlemlemek açısından da verimliydi. En önemli gözlemim sunumlarında baştan sona devamlı bir şekilde belirli bir konsepti sürdürmeleri ve bu şekilde ilgiyi kendilerinde tutmalarıydı. Bir konuşmacı karakteristik gelişiminden bahsederken baştan sonra Shrek gif’leri kullanırken başka bir konuşmacı brief-insight sürecinde fikir doğuşunu Ratatouille filmindeki yemek üretim süreciyle bağdaştırıyordu. Özellikle Alvin ve Sincaplar konseptli hedef kitle analizi bana çok eğlenceli gelmişti.

Günlük olarak akademideki eğitim tamamlandığında teras katında networking saati gerçekleşiyordu, burası bağlantı kurmak açısından en kritik yerdi bizim için, çünkü gün içerisinde derslerimizden dolayı çoğu networking etkinliğini kaçırıyorduk. Ardından hafta boyu ödüllerin sahiplerini bulduğu törenlere katılıp yılın en başarılı çalışmalarını izliyorduk. Geceleri ise akademi yemekleri ve partileri oluyordu. Günde 3-4 saat uyuyarak geçirdiğimiz bir hafta yaşadık ve çok hızlı bitti. Ben şahsen denize bile giremedim ve deniz kenarında yapılacak bir dersi çok aradım…

Sonuç olarak Roger Hatchuel Student Academy bana şunu fark ettirdi; kreatif sektörde sıra dışı bir başarı elde etmiş herkes, kusurlarını ve tuhaf yanlarını işleme alarak, otantik ve yararlı fikir çıktıları ürettikleri bir formüle ulaşmış gibiydi. Bu denklemi kurmak isteyen birisi ise kendisine karşı cesur olmalı ve elindeki değerleri görebilmeli. Akademi, bize bu süreci yaşayabilmemiz için hem eğitmenleri hem de öğrencileriyle cesaret ve güven veren bir alan yarattı.

Akademi sektöre olan bağını nasıl etkiledi? Başvurmayı düşünenler için bir tavsiyen var mı?

Akademiyi yalnızca teknik ve teorik bilgilerin öğrenileceği bir yer olarak görmek bence eksik bir bakış olur. Asıl değerini, alandaki başarılı ve otantik insanları gözlemleme fırsatı sunmasında buluyorum. Eğitmen olarak gelen ödüllü reklamcılar ve sanatçılar, 40 dakikalık bir oturumda ne kadar teknik bilgi aktarabilir ki? Düşünce biçimlerini, vizyonlarını ve sektöre bakış açılarını paylaşarak ilham olabilirler ama. Böylece bize başarılı insanın farkını yakalama şansı verirler.

Onların hikâyelerini kendilerinden dinlemek hem kendi fikirlerimize güvenmemizin hem de bu yolda devam etmenin kıymetini daha iyi anlamamı sağladı. Sektörü çözmüş, işinden keyif alan insanların mücadelelerini ve edindikleri dersleri dinlemek; bu kültürün ve endüstrinin gerçek bir parçası olabileceğimi bana hissettirdi. Çünkü birçoğu gerçekten de sıra dışı insanlardı; giyimleriyle, duruşlarıyla, konuşmalarıyla. Kişisel olarak kafası hep sıra dışı ve saçma denebilecek fikirlere kayan biriyim ve bunu bir eksiklik ve sorun olarak görme eğilimindeydim ama buradaki atmosfer ve aktarılanlar, zihnin her türlü farklılığının bu sektör için avantaj olabileceğini bana gösterdi. Sanırım sektörle bağımı en çok etkileyen durum buydu. Ayrıca akademinin sektörün yükselen trendlerini, endişelerini ve geçirdiği dönüşümü yerinde deneyimleme şansı vermesi benim için işlevseldi.

Nidhi Shah ve Rag Brahmbhatt akademide eğitmenlerimizdendi ve stajyer reklamcıyken Radyo ödüllerinde mizah alanında Altın Aslan kazammış bir ikiliydi. Her yıl bu festivale bir şekilde katılmayı kendime hedef koydum, ister Young Lions’ta yarışmacı olarak, ister bir gün akademi eğitmeni olarak. Üstelik her yıl, bir önceki yılın katılımcılarından biri eğitmen olarak seçiliyor. Bu rol için şimdiden birçok fikrim var.

Sektörü tanıma açısından en çarpıcı deneyimim ise akademi sonunda yapılan brief yarışmasında yaşadıklarımdı. Bu süreç bana, bazı problemlerin sektörün her seviyesinde yaşanabileceğini gösterdi. Üniversitedeki grup ödevlerini adeta tekrar yaşadım. Ekip içi dinamiklerde bazı eksiklerim olduğunu fark ettim. Ne kadar iyi olursa olsun, fikrini çevrendekilere aktaramıyorsan, o fikir sahneye çıkamadan ölmeye mahkûm oluyor. Reklamcılık bir ekip işi. Bireysel bir duruş gösterip her şeyi kendin yapmaya kalkmak çıkacak fikrin orijinalliğini zedeleyebiliyor.

Roger Hatchuel Student Academy’e başvurmayı düşünenlere tavsiyem; son sınıftaysanız, sektör deneyiminiz ya da portfolyonuz ne durumda olursa olsun, mutlaka özgüvenli ve kararlı bir şekilde şansınızı deneyin. Başvuru sürecine yarım yıldan fazla bir süre var; bu sürede CV’nizi güncel standartlara göre düzenlemenizi, LinkedIn’i aktif kullanmanızı ve en önemlisi yaratıcı portfolyonuzu geliştirmenizi öneririm. Tanıtım videosunda ise otantik benliğinizi, yani sizi siz yapan özü, özgün bir konsept eşliğinde presentabl bir duruşla birleştirmenizi tavsiye ederim. Gözlemlediğim kadarıyla kontrolsüz ve çocuksu bir yaratıcılıktansa, bekledikleri daha çok ayakları yere basan orijinal bir duruş.

Akademide özellikle yapay zekânın yaratıcı kullanımına büyük ilgi olduğunu gözlemledim. Bu yüzden başvuru videosunda AI tabanlı video araçlarını yaratıcı bir şekilde kullanmak da fark yaratabilir. Ancak günün sonunda en önemlisi; iyi bir hikâye anlatıcısı olabilmek. Egonun, toplum baskısının ve sektörel ezberlerin ötesine geçip kim olduğunuzu en sade, çiğ ve düzenli haliyle aktarabilmek gerekiyor. Yapay zekânın insan zihnini sığlaştırdığı bir dönemde, yaratıcı endüstride fark yaratmak istiyorsak o zihinsel sisin içinden kendi özümüzü çekip çıkarabilmek zorundayız. Zaten yapay zekâ düşünsel kabiliyetimizi gerçekten monotonlaştırıyorsa, bu otantik olabilmenin ekmeğini en çok yiyebileceğimiz dönemde olduğumuz anlamına gelmez mi?

İlgili İçerikler

Add to Collection

No Collections

Here you'll find all collections you've created before.