“Çağımız, gerçek görüntülerle temsil edilemeyecek kadar sahte”

Tamamı yapay zekâ ile üretilmiş ilk belgesel Gerçek Ötesi’nin yönetmeni Alkan Avcıoğlu “Neye inanacağımızı şaşırdığımız bu yeni dünya düzenini anlatmak için yeni araçlara ve yeni bir anlatım diline ihtiyaç var” diyor.

Dünyanın tamamı yapay zekâ ile üretilmiş ilk belgeseli “Gerçek Ötesi”, izleyiciyi bilgi bombardımanına tutarak gerçek ile sahte arasındaki çizgiyi bulanıklaştırıyor. Filmin yönetmeni Alkan Avcıoğlu hakikati yapay zekâ ile sorgulama sebeplerini anlatıyor.

Dünyada yapay zekâ ile üretilmiş ilk belgesel projesini hayata geçirdiniz. 15 aydan fazla emek harcadığınız bu belgeseli hayata geçirme fikri nasıl oluştu?

Film, hem biçimsel hem kavramsal olarak uzun yıllardır inşa ettiğim yaklaşımın bir uzantısı diyebilirim. Sinema, fotoğraf, edebiyat ve dahası birçok sanat formunun içinde yaşadığımız bu tuhaf postmodern çağı ifade etmekte yorgun düştüğünü düşünüyorum. Enformasyon bombardımanı altında yaşadığımız, hızı başımızı döndüren, manipülasyon ve bilişsel ahenksizlikle dolu bir çağ bu. Neye inanacağımızı şaşırdığımız bu yeni dünya düzenini ve içinde kaybolmuş bireyi anlatmak için yeni araçlara ve yeni bir anlatım diline ihtiyaç var.

Tam da bu yüzden kariyerimdeki pek çok şeyi geride bırakıp 2022’de yapay zekâ ile hikâye anlatımının olanaklarının peşine düştüm. Sinema yazarlığı, akademik çalışmalar, DJ’lik, film ithalatı gibi faaliyet gösterdiğim pek çok alana ara verdim ve bu teknolojinin peşine düştüm. Önce yapay zekâ ile ürettiğim resim koleksiyonlarım oldu, ardından video çalışmalarım geldi. Bunlarla yurtdışında hızlı bir çıkış yakaladım. Paris Photo, Art Basel, Vogue Photo, Zona Maco gibi geleneksel sanat fuarlarında kabul görüp sergilenen ilk yapay zekâ sanatçılarından biri oldum, Christie’s’in ilk yapay zekâ müzayedesine seçildim. Fotografik gerçekliğin sınırlarını sorguladığım bu kavramsal çalışmaları hazırlarken bir yandan da bu film projesine hazırlanıyordum. Film de eserlerim gibi, sentetik görüntülerin gerçeklik algımıza getireceği değişikliklerle yakından ilgili.

Filmin senaryosunu da iki yıla yayılan bir süreçte, yurtdışında Vikki Bardot ismiyle tanınan, kendisi de bir yapay zekâ sanatçısı olan eşimle birlikte yazdık. Tüm bu tematik derinliğe dair uzun bir dönem notlar aldık. Godfrey Reggio’nun teknolojiyi zihinsel bir paradigma olarak gören bakış açısından, Adam Curtis’in yoğun anlatım tarzına, Chris Marker’ın şiirsel formuna kadar pek çok sinema ekolünden ilham aldık.

Belgeseli yapay zekâ ile üretme fikrinizin arkasındaki motivasyonu da merak ediyorum. Hakikati yapay zekâ ile ürettiğiniz görüntülerle sorguluyorsunuz. Neden post-truth’u gerçek görüntülerle değil de yapay zekâ ile ürettiğiniz bir belgeselle anlatmayı tercih ettiniz?

Çünkü artık yaşadığımız çağ, gerçek görüntülerle temsil edilemeyecek kadar sahte ve kurmaca. Sosyal medyadan politikaya kadar her şey manipüle edilmiş durumda; gündelik yaşamlarımız ve kimliklerimiz sahte bir performans barındırıyor. Baudrillard’ın dediği gibi, kopyalar orijinallerden daha “gerçek” hale geldi. Böyle bir çağda klasik belgesel formu, kendi araçlarıyla hakikati temsil etme iddiasını yitirdi. Bu yüzden ben de “gerçek” olmayan sentetik görüntülerle bu çağın garabetine ayna tutmak istedim.

Körfez Savaşı’ndan kalma, petrole bulanmış kuş görüntüsü gibi ikonik ama sonradan sahteliği ortaya çıkmış örnekler üzerinden şunu soruyorum: Belgesel hâlâ neyi belgeleyebilir? Bir belgesel için o sahte görüntüyü tekrar kullanmak mı daha gerçek olurdu, yoksa sentetik bir şekilde yeniden üretmek mi? Öylesine manipüle edilmiş bir çağdayız ki, yapay zekâ ile üretilmiş görüntüler, hiç değilse biçimsel olarak sahteliğin kendisini aynalayarak hakikate bir adım yaklaşmış oluyorlar. Ben de bu belgeselle gerçekliğin öldüğüne dikkat çekip, hakikate dair metaforik bir önerme sunmak istedim.

Birçok kişi yapay zekâ ile yapılmış belgesel dendiğinde geleneksel kalıplarla üretilmiş bir film hayal edebilir. Ancak siz yapay zekâyı hakikati sorgulamak için kullanıyorsunuz. Belgesel boyunca şüphe o kadar çok izleyiciye yerleşiyor ki belgeselde anlattıklarınız bile izleyici için şüpheli gözükmeye başlayabilir mi? Bu durumu belgeselinizin bir başarısı olarak görür müydünüz?

Evet, lakin filmin temel hedeflerinden biri izleyiciyi neye güvenip neye güvenemeyeceğini tam bilemediği bir halde tutmak. Sadece şüphe de değil, bu bağlamda izleyiciyi bir bilgi bombardımanına tutarak rasyonel düşünme süreçlerini askıya almak da hedeflerden biri. Filmin asıl etkisi, izleyiciyi zihinsel olarak sarsması ve bilinçdışında, kaybolmuş bir hakikate dair özlemi harekete geçirmesi. İzleyiciyi rasyonel çözüm arayışından uzaklaştırıp, onun yerine içsel ve sezgisel bir gerilim biriktirmesini hedefledim.

Kimi yaratıcılara göre yapay zekâ kullanmanın film üretimi konusunda özgürleştirici bir yanı bulunuyor. Yapay zekâ araçlarını kullanmak sizin için özgürleştirici oldu mu? Ayrıca bu filminizle yapay zekâ kullanarak klasik bir belgesel anlayışında neleri ters yüz ettiniz?

Yapay zekâ araçlarını kullanmak, benim için sadece teknik bir kolaylık değil, aynı zamanda yaratıcı bağımsızlık açısından da büyük bir özgürlük anlamına geliyor. Film üretiminde geleneksel olarak birçok unsur (finansman, prodüksiyon süreçleri, zaman baskısı vs.) yaratıcı kararları sınırlayan hale gelir. Fakat bu projede, auteur sinemaya özgü bir şekilde yaratımın her aşamasında mutlak bir kontrol sağlayabildim.

Klasik belgesel formu zaten 21’inci yüzyılda büyük ölçüde dönüşüme uğradı. Gerçeğin kendisi performanslarla kurulurken, belgeselin nesnel belgeleme iddiası anlamını yitirdi. Çünkü hayatımızda gerçekliğin nesnel unsurları giderek silikleşiyor. Nesnel belgeleme iddiasını kendisi de bir manipülasyon aracına dönüşüyor.

Werner Herzog bu bağlamda “aşkın bir gerçeklik”ten söz eder: Sinemanın; uydurma, hayal gücü ve stilizasyon aracılığıyla hakikatin daha derin katmanlarına erişebileceğini savunur. Ben de bu yaklaşımı benimsiyor ve yapay zekâyla üretilen sentetik imgelerin, tam da bu sahicilik illüzyonunu yıkarak, bugünün gerçeklik krizini daha doğrudan ifşa ettiğini düşünüyorum. Görünmeyen ama hissedilen bir hakikat var. Sahte bir dünyayı belgeleyeceğime, görünmeyen ama hissedilen hakikate dair yapay bir film yapmayı tercih ettim.

Yapay zekânın dezenformasyonla bezenmiş çağımızı daha da hakikatten uzak bir hâle getireceğini düşünüyor musunuz?

Şüphesiz. Çünkü yapay zekâyı da diğer tüm teknolojik araçlar gibi yalnızca kendi inançlarımızı doğrulamak için kullanacağız. Sorun teknoloji değil, teknolojiyle kurduğumuz ilişki ve onu şekillendiren psikolojik stratejilerde yatıyor. Çağın temel dinamiği neyse, yapay zekâ bunu sadece hızlandıracak ve daha görünmez hâle getirecek.

Bugün kötü niyetli insanların dezenformasyon yaydığına inanmak istiyoruz çünkü artık nüanslara tahammülümüz yok. Kendimize benzemeyen her şeyi düşmanlaştırıyoruz çünkü “öteki”yi anlama kapasitemiz kalmadı. Kendimiz gibi düşünen insanları okumak istiyoruz, kendimiz gibi olan insanların olduğu mekânlara gitmek istiyoruz, kendimiz gibi insanların gazetelerini okumak, kanallarını izlemek istiyoruz. Tüm teknolojiyi de kendi dünyamızı daha konforlu kılmak için kullanıyoruz. Sonuçta, diğerlerini ve karşı tarafı anlama ihtimalimizin kalmadığı yankı odalarına hapsoluyoruz.

Yapay zekâ da bunu artıracak. Aynen şu an internet arama motorlarını nasıl kullanıyorsak onu da kendimizi doğrulamak için kullanacağız ve karşı tarafa “dezenformasyon”, “sahte bilgi” diyeceğiz. Her iki taraf da karşı tarafın gerçeklerini çürüttüğünü düşündüğü, griliğin olmadığı bir fantezi dünyasında yaşamaya devam edecek. Bu da bizi gerçeklikten daha uzaklaştıracak.

Bir film üreticisi olarak yapay zekânın yaratıcı sektöre bu kadar dahil olması riskli mi?

Bugüne kadar her yeni teknolojide benzer tartışmalar yaşandı: Fotoğraf makinesi çıktığında resim bitti dediler, sesli sinema geldiğinde büyü bozuldu dendi, sintisayzır çıktığında müziğin ruhu öldü sanıldı. Resimde kolaj, müzikte remix çıktığında yaratıcılık bitti dendi. Ama tüm bunların hepsi yaratıcılığı arttırdı ve sanatın ifade yollarını genişletti. Yapay zekâ da bu zincirin son halkası. Eğer yaratıcı fikirler zayıfsa, en gelişmiş teknoloji bile anlamsızlaşır. Ama güçlü bir vizyon varsa, bir kalem de bir yapay zekâ aracı da vizyonunuzu gerçekleştirmeye yardım eder.

Çünkü artık hayallerindeki filmleri gerçekleştirmek için dev bütçelere, prodüksiyon şirketlerine, yaratıcılığı öldüren zorlayıcı süreçlere takılmak zorunda değiller. Yapay zekâ, sinemayı yalnızca daha ucuz üretilebilir kılmıyor; aynı zamanda yaratıcı kontrolün tamamen yönetmende kalabildiği bir sinema modelini pekiştiriyor. Bu da auteur sinemanın elini hiç olmadığı kadar güçlendiriyor. Önümüzdeki 10–20 yıl, sinemada farklı düşünen ve farklı üreten, yeni kuşak özgün yaratıcıların çağı olacak.

İlgili İçerikler

Add to Collection

No Collections

Here you'll find all collections you've created before.