Bilinmezliğin yankısı bizi nereye götürüyor?

Bir yanda yapay zekânın yükselen temposu, diğer yanda insanın hiç bitmeyen anlam arayışı… Brand Week Istanbul 2025, bu iki gerçeğin çatışmak zorunda olmadığını, birlikte yeni bir zemin yaratılabileceğini hissettirdi.

ÖZGE ÖZACAR

Oyuncu

İnsan ömrü, yıllar içinde demlenirken, yapay zekâ yeni güncellemelerle hızına hız katıyor. Böyle anlarda en çok kulak misafiri olduğum konu başlığıysa, korku. Sosyal medyayla artan “yetişemeyeceğim” kaygısı, yerini “öğrenemeyeceğim” kaygısına bırakıyor. İş hayatının yoğunluğu, bir diğer tabirle hayat mücadelesi epeyce vaktimizi alıyor. Bu süre zarfında gelişen teknolojik uygulamalara layığıyla yetişebilmek içinse insanın kendine gerçekten kulak vermesi gerekiyor. Yeniliklere çocuksu bir heyecanla bakabilmek… Korkmadan değil; korkuyla birlikte.

Brand Week Istanbul 2025 ise bana göre programına tam da bu insani ihtiyacı merkezine koyarak başlamıştı. Felsefeci Wilhelm Schmid ile güne “Merhaba!” dedik. Schmid’in “kendimize dost olmak” üzerine kurduğu perspektif, sonraki oturumlarda duyacağımız ihtiyacı önceden sezmiş gibiydi. Daha ilk dakikalarda, üç gün boyunca dinleyeceğim her başlığı, insani bir temele oturtarak takip etmem gerektiğini hatırlattı. Brand Week Istanbul yalnızca içeriğin çeşitliliğiyle değil; insanı, düşünceyi ve teknolojiyi aynı masaya oturtan ruhuyla da öne çıktı. Dijitalleşme ve yapay zekâ konuşulurken dahi, başlangıç noktamızdaki en temel varoluşsal meselemizin kendimiz olması kıymetliydi.

Promt yazar/mühendisliğinin hiç şüphesiz ki yeni bir meslek dalı olarak önem kazanacağı böyle bir gelecekte; felsefi yetkinliği artmış, kendilik bilinci olan, kendine has sorular sorma yetisi yüksek kişiler üretken yapay zekâdan en özgün yanıtları bulacaktır.

Gemini’ın Öne Çıkanlar’ıysa etkinlik boyunca oturumlarda detayları anlık olarak bir araya getirerek, herkes için adeta yol arkadaşına dönüştü. Elimde defter kalem notlar alırken, sahne ekranında Gemini ile kimi zaman aynı noktaya dikkat çektiğimizi görmek bende tebessüm yarattı.

Kusurdaki imza gücü

Mesleğimden mütevellit en keyif aldığım oturumlardan bir diğeriyse, belgesel yönetmeni Oscar ödüllü Asaf Kapadia’nınkiydi. “Imperfection in people is what makes us special” (“İnsanların kusurluluğu, bizi özel kılan şeydir”) cümlesi ilham doluydu, bana en çok huzur veren cümleydi. Yapay zekânın mükemmele en yakın versiyonlarına yürürken, kusurluluğumuzun Kapadia’daki artan değeri beni çok mutlu etti. Mükemmelliğe koşullanan bir çağda, kusurluluğu bir eksiklik değil, bir imza olarak görme fikri… Bir diğer etkili cümlesiyse şuydu “Don’t copy, find something inside of you” (“Kopyalama, içinden yeni bir şeyler bul”).

rand Week Istanbul sahnesine çıkan herkesin ortaklaştığı bir gerçek vardı; özgün olmanın kıymeti… Farklılık, büyük bir başarı olmak zorunda değil. Bir insanın hiçbir şey yapmayı sevmemesi bile onun hikâyesidir. Sevdiği, sevmediği, kaçtığı, yakınlaştığı… Hepsi biricik bir örüntü. Bizi diğerlerinden ayıran şey, ürettiğimiz işler kadar; hissettiğimiz duygular ve içimizden geçen sade anlardır. Sessizliğin, yavaşlığın, durmanın da bir hikâyesi var. Ve bu hikâyeyi fark ettiğimizde, o çok aradığımız “özgünlük” aslında hep oradaymış gibi hissettiriyor.

Teknolojik araçları öğrenmek artık hepimizin ortak gündemi. Bir tıkla yeni bir eğitime ulaşmak mümkün. Ama kendi içimizi anlamak, hâlâ uzun bir yolculuk. Yapay zekâyı nasıl kullanacağımızı keşfederken duyduğumuz tedirginlik çoğu zaman, kendi bilinmezliğimize duyduğumuz tedirginliğin yankısı. İnsan kendini biraz gördüğünde; eksiklerini, ihtiyaçlarını, güçlü yanlarını fark ettiğinde, o büyük korku yavaş yavaş çözülüyor. Yerine daha yumuşak bir denge geliyor. Çünkü kendini bilen insan, er ya da geç dönüşmek gerekliliğini anlıyor. Esnemeyi, kabullenmeyi, yenilenmeyi…

En büyük mesele: Kendimizi bulmak

Sanat terminolojisindeki kürasyon bugün tam da bu nedenle bireyin başlığı olmalı: Kendimizin kürasyonunu nasıl yapıyoruz? Hayatımıza neleri ekliyor, neleri çıkarıyoruz? Ve en önemlisi, bunu kimin için yapıyoruz?

Bu kürasyonun en güzel yanı, kalıcı olma zorunluluğu olmaması. Her dönemin bir sergisi var; bazı eserler geçici, vedasını kendi zamanında yapıyor. Kimi dönem kendimizi buluyoruz, kimi dönem bilerek kaybediyoruz. Kişisel galerimiz her seferinde yeniden kuruluyor, yeniden oluşmak üzere.

Brand Week Istanbul bu yıl tam da bu yenilenme ihtiyacına temas etti. AI Film Akedemisi eminim ki gelecek yıllarda en çok katılımcı çekecek atölyelerden olacak. Teknolojiyi merkeze alan bu gibi oturumların arasında bile, insanın kırılgan, meraklı ve değişken yanını görmek mümkündü. Her konuşmacı ister veriyle çalışsın ister hikâyeyle, bir yerden sonra aynı yere işaret ediyordu: Kendimizi unutmayalım. Merak etmeyi, sormayı, denemeyi, yanılmayı… Hayal kurmayı.

Belki de en büyük güncelleme, teknolojide değil, kendimize yaklaşma biçimimizde saklı.

Brand Week Istanbul 2026 eminim ki yine dopdolu bir programla, katılımcılarına ilham vermeye devam edecek. Benimse içimde her yeni bilgi, her yeni araç, her yeni konuşma aslında aynı soruyu fısıldıyor: Bugünkü hâlimle, kendime ne kadar yakınım?

İlgili İçerikler

Add to Collection

No Collections

Here you'll find all collections you've created before.