Site icon MediaCat

Meçhuliyete veda

İngiliz şair Wystan Hugh Auden, Meçhul Vatandaş (The Unknown Citizen) şiirinde modern insanı anonimliğiyle tanımlar. İstatistik bürolarını şaşırtmayan, kimsenin hakkında şikâyetçi olmadığı, tuhaf görüşleri olmayan, “barış zamanı barıştan yana olan, savaş zamanı savaşan” bir insandır bu. Prensiplerle ya da ideallerle değil, müesses nizamın makul olarak tanımladığı her neyse, sorgulamadan o şiarlarla hareket eden biridir. Sanırım, hepimiz için bu meçhullüğe biraz ara vermemiz gereken zamanlar…

İş dünyası için yeni bir eşik

Uzun yıllar önce bir araştırmacı, Türkiye’de iş dünyasının “çeşitlilik, kapsayıcılık ve eşitlik” konularını gerçekten ne kadar sahiplendiğini sorgulayan çarpıcı bir sunumdan söz etmişti. Bir FMCG şirketinin yönetim ekibine, hayali ama hayatın içinden durumlar sunmuş, halının altına süpürülen tabu konularla şaşırtmıştı onları. Örneğin, “Erkek bir çalışanınız, eşlerin de davetli olduğu bir şirket yemeğine erkek arkadaşıyla gelse ne hissedersiniz?” ya da “Toplantının ortasında çalan telefonuna yanıt veren bir iş arkadaşınız aniden kötü bir haber almış gibi irkilse ve telaşla Kürtçe konuşarak odadan ayrılsa, ne düşünürsünüz?” Bu sorular karşısında yöneticilerin ne denli şaşırdığını ve sessiz kaldığını anlatmış ve “bu bir onay sessizliği değil, hazırlıksız yakalanmanın sessizliğiydi” dediğini çok net hatırlıyorum.

Bu anekdotun üzerinden geçen yıllar boyunca, Türkiye’de kapsayıcılık konularını başarıyla gündemine ve pratiğine dahil eden markalar olduğu gibi, sadece kampanya dosyalarıyla ya da strateji sunumlarıyla sınırlayanlar da oldu. Hayatın gerçekçi temsilini ıskalayanlar ya da konuştuğu birey/tüketici/yurttaşın hayatın doğal akışında gelişen çoğul deneyimlerini indirgeyenler.

Ama geçtiğimiz mayıs ayında yaşanan gelişme, yeni bir eşiğe işaret ediyor. PKK’nın silah bırakma ve kendini feshetme yönünde aldığı karar, barış meselesini yıllardır hapsedildiği güvenlik parantezinden çıkarıp, ekonomik, siyasal ve kültürel bir bağlama yeniden oturtmak için bir imkân sundu. Henüz kırılgan, henüz temkinli ama umuda yer açan bir zemin. Bu yalnızca devlet politikaları için değil, iş dünyası ve iletişim sektörü için de bir dönüm noktası. Şimdi asıl mesele şu: Toplumsal barışı yalnızca izleyen değil, inşa eden aktörler olmaya hazır mıyız? Ve bu sürece hangi dille, hangi mecrayla, hangi cesaretle katkı sunabiliriz?

Engelleri aşmak

İletişim endüstrisinde “hedef kitle”, “segmentasyon” ve “içgörü” kavramları gündelik jargonumuzun ve profesyonel stratejilerimizin bir parçası. Raporlarımız ya da KPI’larımız “ötekileştirilmiş” ya da dışlanmış olanı genellikle toplumsal cinsiyet, beden, yaş ve fiziksel engellilikle sınırlıyor. Etnisite, inanç, anadil, sınıf ya da göçmenlik gibi Türkiye’nin eşit derecede kritik gündemleri ise hâlâ çoğu zaman sessiz başlıklar. Ancak dikkat: “ötekiler” listesini uzatmak da kendi içinde bir tuzak. Çünkü asıl mesele, bu listeyi çeşitlendirmek değil, o listeye hiç ihtiyaç duymayacağımız eşitlikçi bir dünya tahayyül etmek.

Geçtiğimiz Brand Week Istanbul’da lansmanı yapılan Veri Enstitüsü’nün “Türkiye’nin Değişen Yüzü” araştırmasının çarpıcı bulguları, toplumda farklılıkları ya da benzerlikleri tanımlarken artık değerlerin değil, algıların ve beklentilerin daha belirleyici olduğunu gösteriyordu. “İyi, doğru, güzel” gibi evrensel kabul gören değerlerin yerini giderek daha çok kişisel yorumlar ve algılar alıyor. Toplumsal cinsiyet eşitliği, çevre duyarlılığı ya da farklı kimliklere yaklaşım gibi konularda yaygın bir farkındalık ortak olsa da bunu eyleme dönüştürme cesareti hâlâ kırılgan. Buna gündelik hayatın endişeleri, ifade araçlarından yoksunluk ve epeydir içinde bulunduğumuz ulusal ve küresel belirsizlik ortamı engel oluyor. Bu engeller nasıl ortadan kaldırılabilecek? Çok emin değilim. Gönül ister ki MediaCat’te önümüzdeki aylarda bu tahayyül sürecine katkı sunabilecek içgörüleri ve toplumsal araştırmaları, gerek okurlarımız gerek sektördeki kanaat önderleri ve uzmanlar gerekse araştırmacılar paylaşabilsin.

Türkiye gibi siyasi söylemlerin ve politik tutumların hızla değişebildiği bir ortamda, bugün alkışlanan bir duruşun yarın hedef gösterilme riski taşıması, özellikle kurumsal aktörlerin temkinli davranmasına neden oluyor. Dolayısıyla bu dönüşümün istikrarı, katkı sunacak aktörlerin siyasi kırılganlıklardan korunacağına dair uzun vadeli bir güvencenin inşasına bağlı. Sürdürülebilir bir toplumsal barışın teminatı, yalnızca bugünün dengelerine göre değil, ilkeli bir duruşun devamlılığıyla kurulabilir.

Exit mobile version