2013 yılında anarşist-antropolog David Graeber küçük bir makale yazdı: “On the Phenomenon of Bullshit Jobs.” Kendi deyimiyle “polemik niyetli ufak bir deneme”ydi. Ama metin hızla yayıldı. 48 saat içinde milyonlarca okunma, onlarca dile çeviri, Reddit’te bir sürü tartışma… En önemlisi de dünyanın dört bir yanından gelen mektuplar: “Benim işim de kesinlikle tırışka.”
Graeber’in e-postası çöktü; hikâyeler aynıydı. İnsanlar, toplum için hiçbir değer üretmeyen ama kurumların bir şekilde sürdürdüğü işlerde çalıştıklarını anlatıyordu. Bu mektuplar öyle çok ve öyle benzerdi ki, Graeber beş yıl boyunca bu fenomeni inceleyip sonunda Bullshit Jobs (Tırışkadan İşler) kitabını yazdı. Bir anlamda insanlar -isyan eden çalışanlar-, Graeber’i kitabı yazmaya zorladı. Peki neden bu kadar çok anlamsız iş vardı?
Graeber’e göre bunun cevabı ekonomiden çok kültürde yatıyordu. Modern kapitalizm, verimlilikten çok kontrol, prestij ve statü üretmeye odaklanıyor; özellikle beyaz yaka dünyası işi bir “erdem” kanıtına dönüştürüyor. Çalışmak değerli bir insan olmanın şartı. Eğitim ise bir şey öğrenmekten çok bir etikete dönüşmüş durumda.
Bazı denklemler çökerken
Teknoloji yıllardır bazı işleri insanların elinden devraldı, evet; ama hep toplamda daha fazla iş yaratarak bugünlere geldik. Şimdi ise ilk kez teknoloji, en prestijli ve en eğitimli iş alanlarını bile devralabilecek noktaya geliyor. İki sayı önce “Sıra kimde?” başlığıyla tartışmaya başladığım konu buydu. Karşımızda yeni bir kriz var: Bugüne kadar sorgulamadan kabul ettiğimiz “iş = erdem”, “eğitim = statü” denklemleri çökmeye başlıyor. Çünkü iş sadece gelir kaynağı değil; anlam, kimlik, toplumda bir yerdi.
Ama en yüksek eğitim gerektiren işler bile artık çan eğrisinden güç yasasına geçiyor. İş’in kendisi ve etrafında oluşturduğumuz anlam ortadan kalkmaya doğru gidiyor. Bu yüzden panik halinde çare aranıyor. En popüler çözüm: Evrensel temel gelir. “Herkese belli bir para verelim, geçinsinler.” Ekonomik olarak mantıklı olabilir. Ama insan sadece geçinmek istemez; geçerli olmak ister. Bu yüzden eksik bir çözüm. Eğer teknoloji üretimin büyük kısmını devralıyorsa, bundan sonrası artık iktisatla değil kültürle ilgili bir meseleye dönüşüyor. Yüzyıllardır işe yüklediğimiz “değerli olmak için çalışmalısın” rolü askıda kalıyor.
Bu yolun sonu kötü olabilir: Üretimi makinelerin ve yapay zekânın yaptığı, geliri küçük bir sınıfın topladığı ve geri kalan herkesin statüsüz/değersiz kaldığı tekno-feodal bir düzen. Ama bu kadere mahkûm değiliz. Yeni bir denklem mümkün.
Sapolsky’nin daha önce de bahsettiğim statüyü yeniden tanımlama örneğini hatırlatayım: Şiddetin temel nedeni olduğu düşünülen testosteron hormonunun etkisi, toplumun statüyü nasıl tanımladığına bağlı. Testosteron yüklemesi yapılan ABD’li erkeklerde agresyon artıyor ama aynı hormon bir grup Budist rahibe verildiğinde agresyon değil, iyilik yapma yarışı artıyor. Çünkü onların dünyasında statü paradan veya güçten değil, iyilikten geçiyor.
Bir toplum statüyü “iyi insan olmak” üzerinden tanımladığında, insanlar davranışlarını buna göre biçimlendiriyor. Biyoloji bile kültürün çerçevesine uyuyor. Yani mesele şu: Madem iş değişiyor, statüyü de değiştirebiliriz. Kartvizit yerine katkı… Unvan yerine topluma dokunan işler… Meşguliyet yerine iyilik… Performans yerine anlam… Belki geleceğin en kritik inovasyonu yapay zekâ değil, erdemin yeniden tanımlanmasıdır.
Zor mu? Evet. İmkânsız mı? Hayır. Hayalci gelebilir ama distopyadan kaçmanın tek yolu, bir ütopyayı ciddiye almaktan geçiyor.

