Yıl 1964, Şener Şen 23 yaşında. Küçücük rolüyle, ilk filmi Hizmetçi Dediğin Böyle Olur’la karşımıza çıkıyor. Bir gece vakti penceresinden içeri daldığı odada ziyaretine geldiği genç kadınla dans etmeye başlıyor. Pikapta, The Swinging Blue Jeans’in Hippy Hippy Shakes parçası çalıyor. 2017 yılındaysa bir Yol Ayrımı’nda buluyoruz onu. Bu kez 76 yaşında. Babasından devraldığı bohçayı, kaderi, mirası geride bırakırken, Jorge Luis Borges’in yaşlılığında kaleme aldığı Anlar şiirini okurken işitiyoruz onu: “Yeni baştan başlayabilseydim eğer” diyor, “daha çok risk alır, daha çok hata yapardım”. Karısıyla, çocuklarıyla vedalaşırken, bu kez Doğu coğrafyasından bir bestecinin, Angelika Akbar’ın müziği var geri planda.
İlk film ve son film arasında geçen zamanda filmler gibi Türkiye’nin de müzikleri değişti. Kadınlar, erkekler, ilişkiler, kentler, geçmiş ve gelecekler değişti. Türkiye’nin başrolleri, kötü adamları değişti. Eski değerler eskidi, yenileri ortalığı saçtı savurdu. 54 yılda kaç Türkiye geldi geçti… İşte her bir Türkiye resmi için farklı bir Şener Şen oluştu seyir defterimizde. Sinema hayatının 54’üncü, 1958’de başlayan sanat aşkınınsa 60’ıncı yılını kutlamaya geliyor Şener Şen; Brand Week Istanbul’un sınır tanımayanları arasında, onur konuğumuz olarak bize katılıyor. İlk kez böylesine kitlesel bir etkinliğe katılan büyük ustaya, konuşmacımız, daha doğrusu hikâye anlatıcımız olarak bize destek ve sonsuz ilham verdiği için teşekkür ediyoruz.
Şener Şen’i tanımak, tanıyıp da büyümek
Şener Şen, sinemanın tiyatroculardan sinemacılara devredilerek birçok yapım şirketinin kurulduğu ve endüstrinin profesyonelleşmeye başladığı yılların tanığı değil yalnızca. Yeşilçam melodramlarını da gördü, naif anlatıların yerini toplumsal gerçekçi senaryolara bırakışını da… Sonrasında toplumun çözülüşüyle sinemanın gözü Türkiye tarihinde ilk kez yeni bir figüre, “birey”e odaklanırken, Şener Şen yine oradaydı. Yani, takvim yaprakları yeni dönemleri ve yeni değer sistemlerini gösterirken, Şener Şen yepyeni rollerde ve karakterlerde farklı bir memleket hikâyesini görünür kıldı.
Neler öğrenmedik ki bu karakterlerden… Feodal iktidarın kentin anonim siluetlerinde kaybolduğu köyden kente geçişi; neoliberal dünya düzensizliğinde hayatta kalmak için çevrilen dalavereleri; sanatsal özenin kolaycı şöhret karşısındaki mağlubiyetini ve nesli tükenen toplumsal değerleri Züğürt Ağa’yla, Muhsin Bey’le, Vecihi’yle, Banker Maho’yla gördük. Eğer bunlar işin sosyolojisini oluşturuyorsa; -başarısız- beden geliştirme teknikleriyle yüreği büyük yumruğu küçük Badi Ekrem ya da tıraş bıçağını mahalle kahvesinde doğrudan pazarlayabilme usullerinin mucidi Ziya ise genel hayat bilgisi derslerinden geçer not almamıza vesile oldu. Her bir ders, Türkiye’yi anlamak için yeni bir kılavuz anlamına geliyordu. Türkiye’yi anlamak; tansiyonlarını, dönüşümlerini tanımak mı istiyorsunuz? Öyleyse 1970’lerden bu yana çevrilen tüm Şener Şen filmlerine göz atın; yıllara yayılmış bilimsel kamuoyu araştırmaları kadar net bir yakın tarih anlatısı çizecektir zihninizde.
Şener Şen karakterlerini çalacak kadar çok sevmek
“Ancak zengin çelişkileriniz varsa üretken olabilirsiniz” diye yazmıştı Alman düşünür Friedrich Nietzsche, Putların Alacakaranlığı kitabında. Toplumsal katmanın tüm uçlarından temsilini sunduğu karakter manzaralarıyla, Türkiye sinemasında pek az insan Şener Şen kadar çoklu, çelişkili bir kariyer üretebilmiştir. Her sinemaseverin gönlünde bir Şener Şen karakteri yatar. Haşmet Asilkan (Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni), Ali Haydar Suruç (İkinci Bahar), Şakir Serengil (Çiçek Abbas), Nazım öğretmen (Gönül Yarası), Mesudiyeli Mesut (Milyarder), Şener (Arabesk), Baran (Eşkıya), Maho Ağa (Kibar Feyzo) ve Şeref (Amerikalı) derken aradan geçen yıllara rağmen hâlâ anlata anlata tüketemeyiz bu tiplemeleri.
Bu da bizi sosyoloji ve hayat bilgisi kadar önemli bir başka meseleye, “yaratıcı uygulama” adını verdiğimiz pratiklere getiriyor. Aşkı ve toplumsal dönüşümleri dramla aktarmaya alışmış bir toplumda bu temaları mizahla iletmek ya da üçkağıtçı tipolojileri sevilir kılmak ayrıksı yetenekler… Ancak yetkinlikler piramidinin en tepesinde senaristten yönetmene, roman yazarından reklamcı ve pazarlama yöneticisine kadar tüm kreatiflerin arzu nesnesi olan o sahici karakteri yaratabilme ve topluma kabul ettirme iradesi bulunuyor. Şener Şen, bu iradeye başarıyla beden veren bir oyuncu oldu bugüne dek. O kadar net resimler çizdi ki, bizler ileteceğimiz mesajlar için bu karakterlerin kimi zaman az gelişmiş kimi zaman güncellenmiş kopyalarını kullandık. Yani, Şener Şen tiplemelerini çalacak, kendi yerimizi onlarla tayin edecek kadar çok sevdik.
“Konumlandırma” kurallarını askıya almak
Al Pacino’nun sahici aktörlüğü özetleyen sözlerini hatırlayın: “Ben her zaman doğruyu söylerim, yalan söylediğimde bile.” Şener Şen de bizim topraklarımızın en doğrucu yalancıları arasında… Aynı zamanda, uluslararası hikâye kuramcılarının da belirttiği gibi, dünya çapındaki aktörlerimizden biri.
Sanat ve hayat arasındaki diyaloğun, toplumda karşılığı olan karakter temsillerinin, kurgusal bir iletişimin gerçek bir mesaj aktarımına dönüştüğü bilgeliğin ve Kasım sonunda başlayacak olan yeni projelerinin sunumuyla Şener Şen, 7 Kasım günü saat 17:05’te Brand Week Istanbul‘un ana sahnesinde bizlerle olacak. Sanatın işlevi, gerçekliğe tutulan bir ayna ya da gerçekliği parçalayıp yeniden şekillendiren bir çekiç olmak arasında gidip gelirken, siz karar verin hangi Şener Şen’in sizi, toplumu ve Türkiye’yi en iyi anlatacağına…