Site icon MediaCat

Türk dizilerini dünyaya açan bir sır: HEM MÜSLÜMAN HEM LAİK OLMA HAYALİ

ürk dizilerini dünyaya açan sır

2000’ler, “popüler kültür”ün televizyon marifetiyle gerçek anlamda hayatımızın akışında ön sırayı almaya başladığı yıllardır. 1990’ların başında özel televizyonların hayatımıza girmesiyle açılan yeni çığır, ilk 10 yıllık dönem, bizim “kültür endüstrisi”nde emekleme dönemimizdi. Serpilip gelişme, 2000’lerden itibaren söz konusudur.

Burada iki unsur belirleyici oldu. Bir tanesi, realite-şov/yarışma formatının neredeyse tüm toplumu “meşhurluk illüzyonu” na uğratacak ölçüde yaygınlık kazanmasıdır ki bunu başka yazıda değerlendireceğiz. Diğer unsur diziler ve burada da “İkinci Bahar” siftah sayılabilir. 1998’de başlayıp 2001’de tamamlanan dizi, müteakip 10 yılda dizilerin tam anlamıyla bir “altın çağ” yaşamasının önünü açtı.

2000’lerin ilk 10 yılı, dizilerimizin endüstriyel canlılığının dış dünyaya taşınmasına da sahne oldu. Bugün Balkanlar’dan Orta Asya, Hint Altkıtası ve Latin Amerika’ya kadar açılan yelpazede bize “yumuşak güç” oluşturma imkânı kazandırmış bu gidişin önü, ilkin Arap Ortadoğu’su ve Kuzey Afrika’sında ve aslında başlangıçta pek de beklenmedik bir ilgi patlamasıyla açıldı.

Beklenmedik diyoruz çünkü bu dizilerin yaratıcıları dahi, bırakın yurtdışına açılmayı düşünmek, yurtiçinde bile aslında son derece mütevazı hedeflerle yapmışlardı ne yapmışlarsa…

Gümüş’ün Arap Baharı

Söz gelimi dizi ihracatımızda ilkler arasında, rağbette de en yukarılarda yer almış “Gümüş”ün yapımcısı İrfan Şahin, “basit bir külkedisi hikâyesi” olarak tanımladığı dizisinin, başrol oyuncularından senaristlerine kadar tabiri caizse “sıfır noktasındaki isimler”den oluşturulduğunu belirtmişti bir konuşmasında.

Kıvanç Tatlıtuğ, bir model olarak ilk oyunculuk denemesi olan bu dizide başarısız olabileceği endişesiyle geri durup yardımcı role talip olmuşsa da sonra başrol için zar zor ikna edilmiş. Songül Öden, Diyarbakır Devlet Tiyatrosu’nda kendi yağıyla kavrulan bir oyuncuyken diziye dahil olmuş. Dizinin iki senaristi, Eylem Canbolat ve Sema Ergenekon hikâyeyi yazmaya başladıklarında üniversiteden henüz mezun öğrencilermiş.

Böyle bir altyapıdan çıkan dizi, Arap dünyasında “kapı baca yıktı”! 57 ülkede yayınlandı, oyuncularına bu ülkelere adım attıklarında çığlıklar atan hayranlar kazandırdı. Türkiye’de 2005-2007 yılları arasında ekrana gelmiş dizinin başrol oyuncuları Tatlıtuğ ve Öden, 2013’te Arap ülkelerinde hâlâ yüzde 70’in üzerinde bir oranla en beğenilen, popüler oyunculardı. Peki, bu nasıl oldu? Yaratıcılarına göre dizi, duyguları yakalayabildiği, kalplere yol tutabildiği için bu sonuç ortaya çıkmıştı.

Bu açıklama yeterli değil. Konuyla ilgili yapılmış bazı akademik çalışmalar da gösteriyor ki “Deli Yürek”ten başlayarak gerek “Gümüş” gerek “Ihlamurlar Altında” gerekse onları takip eden “Aşk-ı Memnu”, “Binbir Gece” ve diğer Türk dizilerinin sırrı, modern dünyada karşımıza çıkan bir büyük kültürel gerilimi tatlı bir uzlaşmaya uğratarak yumuşatabilmelerinde yatıyor.

Dozunda modernlik, dozunda dindarlık

Dizilerin özellikle “Doğu-İslâm” coğrafyasındaki çekim gücü, sundukları “hayat imajı”nda saklı. “Dozunda modernlik-dozunda dindarlık” bu imaj… Daha çarpıcı deyişle diziler, bir “seküler İslâm” formülünü yetkin bir öyküleme ve yetenekli oyunculuk eşliğinde hayal perdesine yansıtabildikleri için diğer Müslüman toplumlarca, özellikle de kadınlar tarafından “imrenme” dolu bir ilgiyle izlenir oldular.

Konuyu bir yüksek lisans tezi (“Türk Dizilerinin Arap Kadınları Üzerindeki Etkisi”) çerçevesinde incelemiş Sibel Akın’a bir Arap kadının şu söyledikleri, her şeyi fazla söze hacet bırakmaksızın özetlemekte:

“Bizimkilere benzer değerleri görüyoruz bu dizilerde. İslâm da var ama çok fazla değil. Kadınlar da erkekleri öpebilmekte. Arap kadınları bunları izlemekten hoşlanıyor. Ama hiçbir şey de (mesela cinsellik) Batı dizilerinde olduğu gibi abartılmıyor. ‘Açık’ mı, evet açık ama çok da açık değil.”

Bu ve bunun yanı sıra kadın erkek ilişkilerinin (söz konusu toplumlarla karşılaştırıldığında) göreli olarak daha eşitlikçi resmedilmesi; iki cins arasında dengeli ve romantik ilişkiler; zaman zaman erkeklerin zayıf, kadınlarınsa güçlü, bağımsız, özgür düşünceli tasviri… Tüm bunlar (her ne kadar ataerkilliğin tümüyle aşıldığı kurgular karşımıza çıkarmasa da) Arap toplumsal zemininde ve kadınların zihninde, hayalin içinden bir “umuda yolculuk” etkisi yapmış gibi görünüyor.

Kısaca, ihraç ettiğimiz dizilerin en çarpıcı toplumsal-kültürel etkilerinden biri, Müslüman ama aynı zamanda laik bir ülke olma, olabilme düşüne yaptığı katkıydı demek mümkün. Sonra tabii çok su aktı köprülerin altından. Dizilerimizle laiklik ihraç ettiğimiz coğrafyalardan kendi hayatımıza taassup ithal eder olduk! Ve hem iç hem de dış piyasa açısından dizilerimizin kültürel örüntüsü değişmeye başladı, ayrışmaya da uğradı. Özellikle 2011’den sonra…

Buradan, gelecek sayıda devam!

Exit mobile version