Tarihe baktığımızda dünyadaki büyük değişimlerin genelde büyük krizlerden sonra geldiğini görüyoruz. Bu değişimlerin başladığı endüstriler de genelde kültür, sanat, tasarım gibi yaratıcı endüstriler olmuş. Yaratıcı endüstriler içerisinde yer alan pazarlama ve iletişim bu krizden nasıl bir değişimle çıkacak ya da çıkmalı? İzlediğim pek çok kaynakta bu değişimlerin bazı kavramları sorgulama ve daha işlevsel, daha iyi tanımlanmış iş modellerinin önerilerini görüyorum.
Dünyanın endişe kaynakları
Pandemi nedeniyle evlerimize kapandığımız son üç ayda “dünya vatandaşları” olarak ciddi bir sınavdan geçiyoruz. Güven kaynaklarımız, endişelerimiz, geleceğe bakışımız ve beklentilerimiz kısa sürede büyük değişimler yaşadı. Dünyanın mevcut durumu ve olması gereken arasındaki uçurum biraz daha genişledi.
Ocak 2020’de yayımlanan Dünyayı Ne Endişelendiriyor konulu Ipsos raporu global nüfusun yüzde 61’inin dünyanın kötüye gittiğini düşündüğünü belirtmişti. Türkiye’de ise dünyanın kötüye gittiğini belirtenlerin oranı yüzde 64 idi. Yoksulluk, toplumsal eşitsizlikler, işsizlik dünyanın en çok endişelendiği konuların başında yer alıyor. Türkiye’de başı çeken endişe kaynağı ise işsizlik.
Yine Ocak 2020’de yayımlanan Edelman’ın global güven barometresinde insanların genellikle hükümetlerine, iş dünyasına, medyaya ve sivil topluma güvenmedikleri raporlanıyordu. Yıllardır bu oranlar istikrarlı bir düşüş gösteriyor. Geleceğe yönelik endişeler rekabet avantajı sunan yetkinliklerin yitirilmesi, gig ekonomisinin yükselişiyle sosyal güvencelerin ortadan kalkması, otomasyon, ekonomik durgunluk, üretimin farklı ülkelere taşınması ya da işlerin mülteciler gibi çok daha ucuz işgücüne teslim edilmesi nedeniyle işsizliğin artması gibi alanlarda yoğunlaşıyordu.
Pandeminin getirdiği değişim
Mayıs 2020 başında Edelman’ın global güven barometresi güncellendi. Yeni raporda iş dünyasının insanları biraz hayal kırıklığına uğrattığını görüyoruz. Yani, özellikle kriz anlarında özel sektörün kârlılık beklentilerini çalışanlarının sağlığı, toplumun refahı ve küçük işletmelere olan desteğin önüne koyduğuna inanıyor insanlar.
Ocak ayında, tüketicilerin yüzde 74’ü pozitif değişimin hükümetlerden ziyade iş dünyası liderlerinden gelmesi gerektiğine inanıyordu. Bugünse hükümetler insanların güven kaynağına dönüşmüş görünüyor. Hükümetler, tarihin en yüksek güven oranına (yüzde 65 ile barometrenin 20 yıllık tarihinin en yüksek oranı) ulaşmış.
Bu, sanırım hepimizin dikkate alması gereken bir gelişme. İşbirliklerimizi artırmanın, topluma karşı daha şeffaf olmanın, bireylerin endişelerini gidermenin yeni ve yaratıcı yollarını aramalıyız. Etik ve rekabeti farklı bir formülde bir araya getirmeliyiz.
Tüketici kelimesini pazarlama literatüründen çıkarmalıyız
Bu büyük krizden sonra yeni iş modelleri, yeni bağlantı noktaları ve yeni kavramlar geliştirmeliyiz. Geliştirmekle kalmayıp o kavramların içini dolduracak güçlü vaatler vermeliyiz.
Dijital inovasyonla birlikte yeni ve özgür kitleler oluştu. Şirketlerin anlaması gereken şey bu kitlelerle nasıl bağ kurulacağı. Bu yüzden belki de ilk olarak “tüketim ve tüketici” kavramlarını sorgulamakla işe başlamalıyız.
Tüketici sözcüğü artık demode ve hatta alçaltıcı bir kavram. Bu kavram rehavet, uyuşukluk hatta tek yönlü, buyurgan, yukarıdan aşağıya, emir komuta şeklinde bir ilişki tarzını tanımlıyor.
Tüketici yerine başka bir kavram geliştirmeliyiz. Öneriler arasında vatandaş, takipçi, insan gibi kavramlar var. Bu kavramları çoğaltmak mümkün. Ancak tabii ki kavramı değiştirmek yetmez. Buna uygun yaklaşım modelleri de geliştirmek ve yeni jenerasyonların bu yeniliğe verecekleri tepkiyi de analiz etmek gerekiyor. İnsanlardan kendilerine itaat eden “tüketiciler” gibi bahsetmek yerine onlarla bağlantı kurmanın yollarını aramalıyız.
Dijital teknolojilerin bize verdiği fırsatlarla hem daha geleneksel kanalları hem de yeni kanalları daha yaratıcı ve heyecanlı bir şekilde kullanabiliriz. Mevcut medya düzeni ve dijital dünya arasında doğru bir bağlantı kurabiliriz. Ama eğer şirketler, markalar, iletişimciler, yaratıcılar olarak sözünü ettiğimiz bu yeni kitleyi eski tanımlarla değerlendirmeye devam edersek karşımıza çıkan yeni fırsatları heba etmiş oluruz.
Bir büyük evrendeki küçük bir endüstrinin bireyleri olarak bizim değerlerimizi, ilişkilerimizi sorgulamaya başlayacağımız noktanın burası olduğuna inanıyorum. Umarım yanılmıyorumdur.