Türkiye, cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlerin üzerinden bir yıl geçmeden yeniden bir seçim dönemine girdi. Her seçimde olduğu gibi bu seçimin de sonucunu büyük ölçüde partilerin ve adayların siyasal iletişim performansları belirleyecek.
Siyasal iletişim, Antik Yunan dönemindeki “retorik” kavramına dayanıyor. Etkileyici ve ikna edici konuşma sanatı ve tekniklerini içeren bir kavram olarak retorik, Antik Yunan’da özellikle politika, hukuk ve kamuoyu oluşturma gibi alanlarda etkin ve yaygın bir şekilde kullanılıyordu ve son derece önemli bir güce sahipti. Sokrates, Platon ve Aristoteles gibi düşünürler retoriğe çok önem verdiler. Sokrates’in sorgulama yöntemi, Platon’un başta Phaidros olmak üzere çeşitli diyalogları ve özellikle Aristoteles’in Retorik adlı eseri Antik Yunan döneminde retoriğin felsefi tartışmalarının temelini oluşturdu.
Platon, retoriğin gerçeği bulma ve adaleti savunma amacından uzaklaşmasını ve yalnızca duygusal etki yaratma aracı olarak kullanılmasını çok sert bir şekilde eleştirdi. Aristoteles ise retoriğe daha olumlu yaklaşarak onu etkileyici argümanların doğru ve etik bir şekilde sunulmasının bir aracı olarak değerlendirdi. Aslında her iki düşünürün de retoriğin toplumları etkileme ve ikna etmedeki gücünü kabul etmekle birlikte, onun doğru kullanımının ve etik ilkelerinin ne olması gerektiği, retoriğin duygusal manipülasyon ve yanıltıcı argümanlara yer vermeksizin sınırlarının nasıl çizileceği konusu üzerinde durduğunu söyleyebiliriz. Görüleceği gibi retorik ve temellerini ondan alan siyasal iletişim, aradan onca yıl geçmesine karşın, bugün de benzer sorunlarla ilişkili olarak sorgulanmaya devam ediyor.
İtibarın ana unsurları
Sadece siyasal iletişimin değil her türlü iletişimin etkin ve etkileyici olabilmesi, gerek sözü söyleyenin gerekse söylenen sözün güvenilir ve inandırıcı olmasına bağlıdır. Güven ve inandırıcılık itibarın ana unsurlarıdır. İnanmadığımız, güvenmediğimiz hiçbir kişi, kurum ve markanın (ticari ya da siyasi) itibarından söz edemeyiz. Gelgelelim konu siyaset olduğunda bu yargının çoğu kez doğrulanmadığını görüyoruz. Birçok ülkede siyasi aktörler kısa zaman aralıkları içinde söylediklerinin tam tersini söyleyebiliyor, mesajın inandırıcılığını sağlayacak nesnel kanıtlara yer vermeksizin rahatlıkla istediklerini iletebiliyor, duygulara yönelmiş manipülatif mesajlara ağırlık veriyor, rakiplerine dayanaksız kara çalabiliyor. Buna karşın seçmenlerde güven kaybı yaşanmıyor; siyasetin aktörleri seçilmeye, iktidarını sürdürmeye devam ediyorsa ortada ciddi bir sorun var demektir.
Sorunu anlayabilmek için farklı faktörleri dikkate alıp bunların iletişimle ilişkisini kavramak gerekiyor. Bu noktada özellikle içinde bulunduğumuz post-truth çağı üzerine düşünmekte yarar var.
Güçlü demokrasinin temel koşulu
Neo-liberal politikalar, popülizm, kutuplaşma, sosyal medyanın yükselişi, yanlış bilgilerin ve yanıltıcı haberlerin hızla yayılması gibi pek çok faktörün post-truth ortamının oluşmasındaki önemi bilinen bir gerçek. Bu dönemin en karakteristik özelliğini ise insanların inançlarını ve seçimlerini daha çok duygularına ve önyargılarına dayanarak gerçekleştirme eğilimleri oluşturuyor. Seçmenler sorgulama, üzerinde düşünme gibi zor zihinsel süreçlere katlanmak yerine özellikle kutuplaşmanın da etkisiyle, kısa yoldan her söyleneni “biz” ve “onlar” yani karşıtlık üzerinden işleyerek anlamlandırma kolaycılığı içinde oluyorlar. Bunun bir sonucu olarak siyasal iletişimin gerçeklerin değil, duyguların üzerinden işleyecek şekilde hazırlanması ve yaygınlık kazanması kaçınılmaz oluyor.
Gelinen noktada ne yazık ki söz, önemini ve ağırlığını hiç olmadığı kadar yitirmiş durumda. Bu durum hiç kuşkusuz sadece politik aktör ve kurumların değil, genel olarak siyasetin ve demokrasinin de yıpranmasına ve itibarının kaybına neden oluyor. Oysa, “seçmenden oy almak için her şey mubahtır, zaten seçmen de bunu istiyor ve aslında o da sözün doğruluğuna, hakikatine değil, duygularına en etkili seslenenin kim olduğuna bakarak oyunu veriyor” demek ve bunu giderek değişmez bir yargı olarak kabullenmek demokrasi adına önemli bir tehdit oluşturuyor.
Söz, insanların birbirleriyle iletişim kurmalarını ve ortak anlamlar oluşturmalarını sağlayarak insan topluluklarını bir arada tutan son derece önemli bir unsurdur. Eylem sözün gücüyle anlam kazanır. Sözü özgürce dile getirebilmek, müzakere edebilmek güçlü bir demokrasi için en temel koşuldur. O nedenle sözün itibarını korumak çok önemli. Aksi takdirde, söz önemini yitirdiğinde ve buna kayıtsız kalındığında, otokrasinin sahneye çıkmasının yolu daha kolay açılır.