“Abi bugün indim Los Angeles’a. Büyük sözler verdiler, beni kandırdılar, ben de atladım geldim. Müsaitsen görüşelim.”
Bana bu mesajı 2012 yılının Eylül ayında yazmıştı. Aynı liseden iki yıl arayla mezun olmuştuk. Birbirimizin işlerini her zaman yakından takip ederdik. Tekrar aynı şehirde yaşayacağımızı duyduğum için çok sevinmiş ve heyecanlanmıştım. Henüz 27 yaşındaydı. Burada onu kimse tanımıyordu.
Bilgi Üniversitesi’nde yüksek lisans yaptıktan sonra, ikinci master derecesi için Amerika’nın en prestijli okullarından biri olan Kaliforniya Üniversitesi’ne (UCLA) başvurdu ve kabul aldı. Üstelik “Çalışma vizen için sana sponsor olalım, ikinci dönemde de bizde öğretmenlik yap” demişlerdi. Rüya gibi bir teklifti.
Her zaman boyundan büyük hayaller kurdu. Okul yıllarımızda, Türkiye’de, tepemizde hissettiğimiz o camdan tavan onu üzmeye ya da vazgeçirmeye hiçbir zaman yetmedi. Yüzündeki gülümseme hiç eksik olmadı. Hayat şartlarından, müşterilerden, zorluklardan bahsedenleri hep gülümseyerek dinledi. Kendisi o zorlukları yaşamadı mı? Yaşamaz olur mu! Ama bunlara sığınıp kendini bir konfor alanına hapsetmedi. Sadece işine baktı. Çünkü ona ilham veren, para ya da ün değildi. Tek derdi, hayalini kurduğu projeleri hakkıyla hayata geçirebilmekti.
Bunu anlamak için, onun yakın arkadaşı olmanıza gerek yoktur. 10 dakika aynı masada oturmanız yeterlidir. Sadece elini sıkıp tanışır ve ona “Bu aralar ne yapıyorsun?” diye sorarsınız. Anlatırken saçtığı ışık gözlerinizi kamaştırır. Öylesine heyecanlı, öylesine coşkulu… “Yaptığı işi sevmenin” de ötesinde bir tutkudur onunki…
Tepeden tırnağa bir ilham kaynağı
2012’de Los Angeles’a geldiğinde kimsenin tanımadığı o adam; sadece 10 yıl sonra, bugün, sanatla ilgilenen herkesin büyük bir hayranlıkla izlediği, dünyanın her yerindeki sergi ve gösterilerinde saatler süren izleyici kuyrukları oluşturan, TED’de konuşma yapmış, Frank Gehry’yi büyülemiş, Microsoft ve Google’dan ödüller almış, MIT’ye röportaj vermiş, NASA’dan NVIDIA’ya kadar birçok dev kuruluşla projeler yürütmüş, şehirlerin en değerli meydanlarını ve binalarını sanatıyla giydirmiş, neredeyse tüm büyük sanat ve teknoloji yayınlarının sayfalarına girmiş, eserleri milyon dolarlara alıcı bulan dünya çapında bir yıldız…
Hayal etti, bahane bulmadı ve hiç vazgeçmedi. Onun için öğrencilik, öğretmen olduğunda bile bitmedi. Daha iyisi için günlerce, gecelerce, çılgınca çalıştı. Aynı hafta içinde toplantılar ve sunumlar için hem Moskova’da hem Venedik’te hem Miami’de bulunabildi. Ama bu baş döndürücü yoğunluğun arasında bile, izleyici ya da dinleyici kitlesi kim olursa olsun, kimsenin röportaj talebini geri çevirmedi. Tutkuyla öğrendiklerini tutkuyla öğretti. İyi işleri övmekten asla geri durmadı. Her genç yaratıcı için tepeden tırnağa bir başarı reçetesi, tepeden tırnağa bir ilham kaynağı…
MediaCat’in vizyon sahibi yaratıcıları onurlandırdığı bu sayısında, ben de hikâyesini ön sıradan izleme şansı bulduğum bir sanatçıyı taşımak istedim bu satırlara.
İyi ki varsın Refik Anadol.